Pages

07 Ocak 2020

İsa’yı Sömürge Olmaktan Çıkarmak

Hintli ressam Swapan Das, 24 Aralık 2008 günü Kalküta’daki bir yolda
çizdiği İsa portresine son dokunuşlarını yapıyor. [Reuters/Jayanta Shaw]

Dünya genelinde Hristiyanlar, Nasıralı İsa Mesih’in doğumunu kutluyorlar. Bazı Hristiyanlar doğum gününü 25 Aralık’ta, bazıları da 7 Ocak’ta kutluyorlar. Bu tarih, hangi kiliseye veya dinî takvime bağlı olunduğuna göre farklılık arz ediyor.

Avrupa, Amerika, Avustralya ve Avrupa Hristiyanlığının sömürgecilik aracı olarak kullandığı sömürge dünyasında Batı Hristiyanlığı hâkim, dolayısıyla İsa’nın doğum gününün aynı zamanda Ocak başında kutlandığı kimsenin aklına bile gelmiyor.

Peki ama neden? Aradaki fark, sadece ayinlerle, kutsal kitap tefsiriyle veya öğretiyle alakalı değil. Burada bir yandan da kültürel ve tarihsel bir farklılık söz konusu ve artık İsa’nın ve Hristiyanlığın sömürge olmaktan çıkartılması gerekiyor.

Hristiyanlığın merkezinde duran sima olarak Hz. İsa’ya dair uygulamalar ve algılar konusunda tesis edilmiş olan Avrupamerkezci hegemonya, başka ayinleri ve kavrama biçimlerini sistematik bir biçimde kenara itmiştir. Hristiyanlığın bir kolundan diğerine veya bir başka dine geçtiğimizde İsa gibi bir simanın yüceltilmesine ilişkin yolların ne kadar çok çeşitlilik arz ettiği görülür.

Bugün milyonlarca Doğulu Hristiyan İsa’nın doğumunu kutluyor, dolayısıyla O’nun zaman içerisinde ve dünya genelinde nasıl tahayyül edildiğine bir kez daha bakmanın tam vaktidir.

Devrimci İsa

Jaroslav Pelikan’ın muhteşem kitabı Jesus Through the Centuries: His Place in the History of Culture’da [“Yüzyıllar Boyunca İsa: O’nun Kültür Tarihindeki Yeri” -1999] farklı İsa figürlerinin farklı kültürel ortamların eseri olduğu üzerinde durulmaktadır.

Bu çalışmada ise biz, doğumundan bir yüz yıl sonra Yahudi bir haham iken ikinci ve üçüncü yüzyıllarda Roma İmparatorluğu döneminde “Yahudi Olmayanların Nuru” ve “Kralların Kralı”, Eflatunculuk ile karşılaştığı noktada “Kozmik Mesih”, beşinci yüzyılda Aziz Augustine’in kitaplarında “Âdemoğlu”, on altıncı yüzyıl Batı Avrupası’nda yaşanan Reform sürecinde “Barış Prensi” hâline gelen İsa figürü ele alınmaktadır.

Son dönemlerde ise İsa figürü, Hristiyanlığı mülksüz kitlelere yakınlaştırmak ve bu kitlelerin en acil politik ihtiyaçlarına işaret edebilmek için kullanılmıştır. Örneğin çalkantılarla geçen ellilerde ve altmışlarda Latin Amerika’da kurtuluş teolojisi ismiyle bir akım ortaya çıkmış, bu akım, İsa'yı toplumsal adalet ve yoksullar ile ezilenlerin hakları için mücadele eden devrimci bir figür olarak tekrar öne çıkartmıştır.

Sağcı diktatörlükler, ipini kopartmış olan kapitalizm, artan baskılar ve sömürü bağlamında kurtuluş teologları, Marksizme ait öğeleri Hristiyanlığın temel kaideleriyle birleştirmiş, buradan da politik ve toplumsal açıdan muhafazakâr olan Katolik Kilisesi’ne başkaldırmışlardır.

Süreç içerisinde kurtuluş teologları, yerli hakları ve işçi hakları dâhil birçok farklı konu başlığını temel alan politik hareketlerle güçlerini birleştirmişlerdir. Devrimci bir sima olarak İsa, yereldeki topluluklara yönelik inancı tekrar canlandırmış, onların dinî pratiklerinin yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya doğru yeniden örgütlenmesini sağlamıştır.

Meryem’in Oğlu İsa

Batı Hristiyanlığının politik hegemonyasına rağmen dünya genelinde farklı kültürler İsa’ya bağlanmış, onu değişik şekillerde tahayyül etmişlerdir.

İslam’da İsa ve annesi Meryem, Kur’an’da önemli bir yere sahiptir. Üstelik bir sure Meryem adını taşımaktadır. Fakat İsa ve Meryem’in İslam kültüründeki yeri, Kur’an’da kapladığı alanın çok ötesindedir.

Filistinli tarihçi Tarif Halidi’nin önemli kitabı The Muslim Jesus: Sayings and Stories in Islamic Literature’da (Müslüman İsa: İslam Edebiyatında Deyişler ve Hikâyeler -2001) dile getirildiği biçimiyle, Arapça, Farsça, Türkçe, Urduca vs… tüm İslam edebiyatında İsa ve Meryem ön planda durur. Halidi, İngilizce konuşan dünyaya İsa figürünün İslam edebiyatında ve şiirinde aynı zamanda İslamî öğretilerle alakalı tartışma ve münazaralarda sahip olduğu merkezî konumla ilgili bir yığın bilgi sunmuştur.

Halidi, esas olarak Kur’an’daki İsa ile zahidlerin koruyucu peygamberi olarak İslamî tasavvuf geleneğinde karşımıza çıkan İsa arasındaki ayrım üzerinde durmaktadır. Bu ayrım, vahiyle birçok farklı halkın kendisine ait gördüğü bir peygambere tarih boyunca beslediği sevgi ve yakınlığın o uzun tarihi arasındaki boşluğa işaret etmektedir.

Halidi, kitabında Müslüman İsa’nın Hristiyan bağlamından farklı olan tefsir bağlamlarındaki çeşitlilik dâhilinde merkezî bir figür olduğunu ortaya koyar. Burada İsa, teslis denilen teolojik önermeden oldukça farklı olan tasavvufî vahdet anlayışına dair bir figür hâline gelir.

Örneğin İranlı şair ve felsefeci Nasır Hüsrev’in (1004-1088) o güzel kasidesinde şunları okuruz:

Elinde kılıç olduğunda insanları öldürmemelisin,
Allah kötülüğü asla unutmaz.
İsa bir seferinde yolda giderken
Öldürülmüş birini görmüş,
Merak edip sormuş:
Kimi öldürdün ki karşılığında seni öldürdüler?
Seni öldüreni kim öldürecek?
Kimsenin kapısını dahi parmağının ucuyla rahatsız etme ki
Kimse gelip senin kapını yumruklamasın!

Birçok farklı dilde kaleme alınmış Müslüman kaynaklarında İsa’ya yönelik bu türden atıflara sayısız kez rastlanabilir. Nasır Hüsrev gibi şairlere ve felsefecilere, Mevlânâ ve İbn Arabi gibi mutasavvıflara göre İsa yabancı bir isim değildir. O, kendilerine aittir.

Farklı tarikatlara ve mezheplere ait milyonlarca Arap ve İranlı Hristiyan’ın yaşadığı tarihsel gerçeklikte İsa figürüne yoğun olarak rastlarız. Bu durum, kaçınılmaz olarak incillerdeki İsa figürü ile İslamî kaynaklardaki İsa figürü arasında, kimilerinin “Beşinci İncil” adını verdiği arayüzü sorgulama ihtiyacını gündeme getirir. Şiirde, edebiyatta, tasavvuf ve felsefe metinlerinde İsa’ya yönelik tüm atıfları bir araya getirdiğimizde ortaya somut bir Müslüman İsa portresi çıkmaktadır.

Doğulu İsa

İsa’nın hayatı karşısında büyülenmek salt Avrupa’ya ve yakın komşusu olan “Ortadoğu”ya has değildir. Jesus in Asia [“Asya’da İsa”] isimli kitabında ilahiyatçı R. S. Sugirtharajah, İsa figürünün Avrupamerkezci zincirlerinden nasıl kurtulacağını ve farklı çalışmalar dâhilinde nasıl küresel bir boyut kazanacağını ortaya koymaktadır.

Yedinci yüzyılda Çin’de İmparator Taizong’un izniyle Doğu Kilisesi misyonerleri ve yerel halka mensup olup sonradan Hristiyan olanlar, İsa ile ilgili bir dizi metin kaleme almış, İsa bu çalışmalarda Çin bağlamına oturtulmuştur. Yaklaşık bin yıl sonra Moğol hanedanı Ekber’in himayesinde bir Cizvit keşişi İsa’nın hayatını yazmış, bu kitapta on yedinci yüzyıl Hindistanı’nda ortaya çıkan muhtelif meseleleri ve halkın teolojik kaygılarını ele almıştır.

Hristiyan yabancıların yereldeki dinlerle tartışma imkânı buldukları, bu türden devlet destekli metinlerin yanı sıra Asya’da İsa’nın merkezî bir yer tuttuğu, çoğunlukla Batılı misyonerlerin sömürgeci dayatmalarına ve resmi iktidara meydan okuyan başka çalışmalar da kaleme alınmıştır.

Başında Hong Xiuquan’ın bulunduğu Çin’deki Taiping devrimi esnasında İsa imajı önemli bir yer tutmuştur. Hong, on dokuzuncu yüzyıl ortalarında yeni teokratik nizamı Çin’e dayatmak isteyen Hristiyanlığa ihtida etmiş bir Çinlidir. Kore’de yetmişlerde ve seksenlerde toplumsal adalet ve demokratikleşme ile ilgili olarak kurulan Minjung hareketi, İsa’nın çektiği çileyi ve yoksulluğu öne çıkartmıştır. Ayrıca İsa figürü, Hindistan’daki sömürgecilik karşıtı mücadele bağlamında Hindu geleneği ile iç içe geçmiş, İsa’nın hayatı ve öğretileri bu bağlam dâhilinde yeniden inşa edilmişlerdir.

Hattizatında İsa Mesih figürü, farklı görüşleri temsil eder hâle gelmiş, tüm tarihsel süreçte, tüm coğrafya genelinde farklı işlevler görmüştür. 2020’inci doğum günü, belirsizliklerin, karışıklıkların, gerilimlerin yaşandığı bir döneme denk gelmiştir. O’nun çok farklı anlamlara sahip oluşu bizi, Hristiyanlar, Müslümanlar, Yahudiler, Hindular, Budistler ve başka dinlere inananlar arasında hâkim olan anlatıları yeniden düşünmeye sevk etmelidir.

Bugünkü meselemiz, İsa’yı tarihsel planda ne kadar sevip onu ne ölçüde yücelttiğimiz gerçeğini anımsamakla değil, sıkıntılı bir dönemde bizim için O’nun isminin hâlen daha bir öneminin olup olmadığı ve bizim O’nun hayatı ile örnekliği üzerinden bir gelecek tahayyül edip edemediğimiz ile ilgilidir.

Mezhepçi bağnazlık, emperyalist kibir ve sömürgeci fetih anlayışının hâkim olduğu dönem sona erip O’nun Filistin’de doğduğu yerden barış ve hakikat ihtiyacının açığa çıkıp tüm dünyaya yayıldığı noktada İsa neye benzeyecek, nasıl olacak, neler hissettirecek, asıl mesele budur.

Hamid Dabaşi
6 Ocak 2020
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder