Peter McLaren Söyleşisi
Petar Jandrić
Pedagogy
of Insurrection [“İsyanın Pedagojisi” -2015] isimli
çalışman yayımlandıktan sonra kurtuluş teolojisinin, eleştirel (devrimci)
pedagoji alanına ağır, ama emin adımlarla tekrar girdiğini görüyoruz. Paulo
Freire ile kurtuluş teolojisi esas olarak hangi noktada birbirine yakınlaşıyor?
Paulo
Freire Hristiyandı ve Marx’a beğeniyle yaklaşan bir isimdi. Öte yandan, Paulo
ile kurtuluş teolojisini tartışma imkânı bulamadım ama bulsaydım, bunun
büyüleyici bir muhabbet olacağından eminim. Bana göre kurtuluş teolojisi
hareketinin merkezinde eleştirel bilinç duruyor. Bu anlamda Hristiyanlar sadece
yoksuldan yana durmakla kalmamalı, aynı zamanda yoksula karşı kendilerini
yükümlü hissetmeli, kendilerini yoksula adamalıdırlar. Eleştirel bilince sahip
Hristiyanlar, başkalarıyla ilişkileri dâhilinde, politik varlıklarını bilgi
düzleminde birer özne olarak tanımlarlar, ama aynı zamanda Hristiyan olarak
oynadıkları rolün ontolojik ve etnik yönleri konusunda da net bir bilince
sahiptirler.
Freire
ile kurtuluş teolojisini hiç tartışmamış olman gerçekten üzücü. Buna karşın,
Freire’nin eserlerini kurtuluş teolojisi ile ilişkisi dâhilinde tartışma
imkânına sahibiz. Öncelikle şunu soralım: Kurtuluş teolojisi nedir, hangi
koşullarda gelişmiştir?
Kurtuluş
teolojisi, Latin Amerika’da radikal Katolik Eylem cemaatlerinin kendilerince
bir teoloji geliştirdikleri sürecin ürünüdür. Protestan türevleri de bulunan
kurtuluş teolojisi, altmışlardan beri farklı biçimler aldı: Yahudi kurtuluş
teolojisi, siyah kurtuluş teolojisi, feminist kurtuluş teolojisi, ve Latin
kurtuluş teolojisi.
Kurtuluş
teolojisi, ABD’de bireysel hayırseverliği ekonomik dönüşüme ve dağıtımı esas
alan toplumsal adalete karşı teşvik eden beyaz evanjelik Amerika’nın etkili
muhafazakâr siyasetine karşı çıktı. Bu hareket, ellilerde ve altmışlarda Latin
Amerika’da halkçı hükümetlerin, bilhassa Arjantin’de Perón, Brezilya’da Vargas
ve Meksika’da Cárdenas hükümetinin kurulması sonrası oluşan ekonomik sonuçlarla
alakalı ciddi endişelere kapılan Katolik Kilisesi içerisindeki din adamları ve
kilise dışı kesimlerce oluşturuldu.
Bağımlılık
ilişkilerini, yoksulluğu ve adaletsizliği ortadan kaldıramadığı, beş yüz yıldır
kapitalist devletin otoritesinin ve iktidarının yeniden üretimine ve
meşrulaşmasına katkıda bulunduğu için Kilise, esasen Tanrı’nın Krallığı’nı
kurma görevini yerine getirme konusunda başarısız olmuş bir kurumdu. Dünyada
adil bir toplum kurmayı ifade eden bu krallık, bulutların ötesindeki bir cennet
değil, burada ve şimdi varolan bir dünyaya dair bir gerçeklikti.
Altmışlarda
ve yetmişlerde bir hareket hâlini alan kurtuluş teolojisi, kilisenin yüzünü
halka dönmesini sağlamak için adımlar attı. İlk Hristiyan cemaatlerinin tanık
olduğu koşullara benzer koşullarda hareket bu dönüşü, halk içerisinde eleştirel
ve özerk bir liderliğin oluşmasına dönük fikri besleyip köylüler ve işçileşmiş
çoğunlukta bilinçlendirme faaliyetlerini yürütecek zemini meydana getirerek
gerçekleştirmeye çalıştı. Burada liderlik terimini Freire’nin “tarihin nesnesi
değil, öznesi olmak gerek” fikri üzerinden tanımlıyorum.
Freire’nin
kurtuluş pedagojisi üzerindeki tesirini biraz daha ayrıntılandırabilir misin?
Teolog
William Herzog, İsa ile ilgili mesellerin edebiyat eleştirmeni gibi okunmasına
karşı çıkıyor ve bu okumaların mesellerdeki hikâye anlatımına ve mecazlara,
edebî biçimlere, ima ve çelişkiyi esas alan yönlerine odaklanıyor olmasını
eleştiriyor, ayrıca “bu tür bir okumanın okuru tefsirin anlamını yeniden
yorumlamaya mecbur ettiğinden” söz ediyor.[1] Bu türden okumalarda “mesel,
budünyadan söküp alınıyor ve müfessirin rahat dünyasında bir yere
yerleştiriliyor.” Edebi eleştiriyi esas alan bu türden okumalara karşı çıkan
Herzog, İsa ile ilgili meselleri tarihsel İsa arayışı bağlamında ele alıyor ve
bu meselleri Paulo Freire’nin eserleri, bilhassa onun eleştirel bilinç anlayışı
üzerinden kavramaya çalışıyor. Herzog, bu noktada şu tespiti yapıyor:
“İsa ve Paulo Freire
arasında belirgin farklılıklar kadar müşterek noktalar da söz konusu. Her iki
isim de yoksullarla ve ezilenlerle birlikte çalışmış, köylülerle omuz omuza
yürümüş. Freire, kentli emekçilerle çalışmış olsa da her iki isim de köylülerden
ciddi destek görmüş. İsa ve Paulo, ayrıca herkesin hayatını biçimlendirmeyi
sürdüren sömürgeciliğin yol açtığı sömürünün şekillendirdiği toplumlarda
çalışma yürütmüş.”[2]
Herzog,
İsa’nın meseller üzerinden hitap ettiği köylülerle Freire’nin öğrencilerinin
yüzleştikleri benzer yönleri ele alıyor. Bu noktada şu değerlendirmeyi sunuyor:
“Freire, toplumu analiz
etme ve okuma-yazma öğretme görevlerine odaklanmıştı. Peki ya İsa? Freire’nin
bize sunduğu ipucunu dikkate alırsak, İsa’nın mesellerinin öğrencilerinin
üzerinde durduğu meseleleri ele aldığını söyleyebiliriz. Bu öğrencilerin toplumsal
ilişkileri köylülerin ve yoksulların yaşadıkları dünya konusunda bize çok şey
söylüyor. Freire’nin diline başvurursak: bu meseller, zulmün koşullarını ortaya
çıkartıyorlar. Bu anlamda bazı meseller, Freire’nin deşifrasyon dediği işlevi
görüyorlar. Bu meseller, yoksulların yaşadıkları hakkında konuşuyor, inancın ve
geleneksel düşüncenin bünyesinde yer alan çelişkileri ifşa ediyorlar.”[3]
İsa
ile Freire arasında bir benzerlik daha var. Herzog’a göre: “Her iki isim de
politik açıdan yıkıcı kabul ediliyor, yaptıkları işler sebebiyle çile
çekiyor.”[4] Freire, Brezilya’da hapse atılıyor, ardından da ülkeyi terk etmek
zorunda kalıyor. İsa ise Yahudilerin kralı olduğu iddiasıyla yıkıcı kabul
edilerek çarmıha geriliyor. Herzog, “Freire’nin geliştirdiği program aklımıza
gelmese bile İsa’nın meselleri, yoksul köylülerin maruz kaldıkları koşulları
aktarmak ve köylülerin hayatlarını kontrol altında tutan, onların boyunlarına
zincir vuran zulmü ifşa etmek için kullandığını söyleyebiliriz” diyor.
Sözlü
kültür geleneğine mensup olan İsa, hikâye anlatma yöntemine başvuruyor;
görselliği esas alan kültüre başvuran Freire ise deşifrasyon için resimleri
kullanıyor. Herzog, Freire’nin kelime üretme yöntemini alıyor, sorunları
belirliyor, şifreleri çözüyor, yeniden şifrelendiriyor, bu noktada Kitab-ı
Mukaddes’te karşımıza çıkan meselleri analiz etmek için kelimeleri ve fonetik
kartlarını kullanıyor. Okuma yazma kampanyasının son aşamasında bu kelimeler
toplanıyor ve konu başlıkları belirleniyor.[5] Bu noktada Herzog şunu söylüyor:
“Her tarihsel döneme
önemli temalar, konu başlıkları damgasını vuruyor. İnsanlar, tarihsel süreçlere
belirli ölçüde, bu temaları tanımlama, biçimlendirme, oluşturma ve yeniden
oluşturma düzeylerine göre dâhil oluyorlar. Tarihi pasif birer izleyici olarak
seyredenler, başkalarının belirledikleri konu başlıklarını hayat diye
yaşıyorlar ve bu kişiler, o seyredenlerin hayatlarını ve sınırlarını
tanımlıyorlar. Dolayısıyla, dönemi meydana getiren konu başlıklarını
algılayamamak ve bu başlıkların adlandırıldığı sürecin parçası olamamak, tarihi
yapma sorumluluğundan kaçmaya ve tarih sahnesinden çekilmeye neden oluyor. Her
geri çekilme ise ümitsizlikle sonuçlanıyor. Bir döneme ait konu başlıkları, o
dönemin arzularını ama aynı zamanda onları baskılayacak engelleri tanımlıyor.
Bir yandan da o arzuların gerçekleşmesi görevine bir isim veriyor. Dolayısıyla,
her konu başlığı, tercümanlara ihtiyaç duyuyor. Bu insanlar, dünyayı anlama ve
yeni oluşturulmuş bilgiyi eylem programlarına tercüme etme işini üstleniyorlar.
Böylece kafası bulanık cahiller, kendi dünyalarını eleştirel olarak okuyan
öznelere dönüşüyorlar.”[6]
Marx
da yoksullara benzer şekilde odaklanan bir isim. Gelgelelim, Freire Hristiyan
bir mümin iken, Marx dini “halkın afyonu” olarak görüyor.[7] Sendeki kurtuluş
teolojisi ise sırtını her iki geleneğe yaslıyor. İsyanın Pedagojisi[8]
Hristiyanlığın devrimci eleştirel pedagojiyle uyumlu, hatta onun için hayırlı
olduğunu söyleyen Latin Amerika’ya has yaklaşımdan besleniyor. Senin düşüncenin
bu yönde gelişmesinin sebepleri nelerdir?
Freire,
ömrü boyunca geliştirdiği praksis felsefesi üzerinden, teologların ve kilisenin
oynadığı rolü, kilisedeki biçimciliği, ondaki sözde tarafsızlığı, ezilenlere
hizmet ediyormuş gibi yapıp gerçekte muktedirlere hizmet eden bürokratik
ayinler ağına esir oluşunu ele aldı. Freire’e göre eleştirel bilinç (vicdanî
yaklaşım) Hristiyan bilincinden ayrıştırılamaz. Ondaki “nahif bilinç” olarak
gördüğü burjuva öznel idealizmine yönelik saldırı teorik planda bilincin
politik bir eylem olarak dönüştürülmesi ile ilgilidir: Freire, “hakikati
söylemek dünyayı dönüştürmektir” diyor. Ona göre yönetici sınıf, bilinci
derslerle, vaazlarla ve dokunaklı nutuklarla dönüştürülebilecek bir şey
sanıyor.[9] Bu yaklaşımda bilinç statik, ölüme sevdalı bir şey olarak görülüyor
ve yönetici sınıfı eleştirmeden ona bağlanmayı temel alıyor, ayrıca vicdanı
diyalektik muhtevasından arındırma işlevi görüyor.
Freire,
burjuvazinin sınıfsal çıkarlarından kurtulup çıraklık aşamasına geri döneceği
bir tür sınıf intiharından bahsediyor. Bu aşamada karşı tarafı anlama ve
aşkınlık üzerinden Paskalya tüm anlamıyla gerçek oluyor. Freire, Latin
Amerikalı teologların ileriye doğru adım atmalarını hâkim sınıfın değil,
yoksulların çıkarlarını esas almalarını istiyor. Ezilen sınıf olarak ölümü
tadınca yeniden doğulup felaha erileceğini söylüyor. (s. 6) Aksi takdirde
teologların vaaz edip durduğu Paskalya’yı kendisine men eden Kilise bünyesinde
birer mahkûma dönüşecekleri üzerinde duruyor.
Freire,
sınıf intiharı kavramını 1973’te katledilen Gine-Bisseu ve Yeşil Burunlu
devrimci ve politik lider Amilcar Cabral’dan alıyor. Ona göre, budünyada
yaşanan toplumsal adaleti idrak etmenin, imtiyazlı kişileri ellerindeki güç ve
imtiyazlarından kurtulmaya çalışarak bir tür sınıf intiharı
gerçekleştirmelerini emrediyor. Bu, esasen Paskalya deneyimi. Bu deneyimde
kişi, yoksullarla çile çekme iradesi üzerinden yeniden doğabilmek adına orta
sınıfa veya üst sınıfa ait çıkarlarını bile isteye feda ediyor.
Elbette
bu sınıf intiharı, toplumsal bir günah olarak yoksulluğa son verme denilen bu
ulvi misyon bağlamında gerçekleşiyor. Sınıf intiharı, kişinin kendisini
yoksullarla ve ezilenlerle tanımladığı, varlığını tüm çarmıha gerilmiş
garipleri çarmıhtan indirme davasına adadığı bir dönüşüm süreci olarak
yaşanıyor.
Burada
Aziz Francis’in öğretilerine ait izler bulmak mümkün. Hem Freire hem de Aziz
Francis, kurtuluş mücadelesinde yüzü göğe çevirmenin ve zulmü bu şekilde
aşmanın kâfi gelmeyeceğini söylüyor. Leonardo Boff’un Aziz Francis ile ilgili
çalışmasında dile getirdiği biçimiyle[10], yüzü göğe çevirmek ve böylelikle de
mistik bilince kavuşup budünyadaki eziyetlerden kurtulmak kimseye yetmiyor.
Bunun yanında, alttakilerin, yoksulların, dışlananların, horgörülenlerin
hayatlarıyla bir olmak, onlarla sevgi, merhamet ve dayanışma üzerine kurulu
cemaat içerisinde birleşmek, hayattaki mahrumiyetlerin çilesini çekenlerle
kardeşlik ilişkisi kurmak gerekiyor. İsa bu aşkınlıkla, tarihin çarmıha gerdiği
yeryüzünün lanetlileri seviyesine indiğinde yüzleşiyor.
"Sınıf
intiharı" kavramı, pratiğe nazaran teoride daha fazla geçerliymiş gibi
görünüyor… Teoriden pratiğe nasıl geçebiliriz?
Bu
noktada Freire’nin aldığı kimi konumları incelemekte fayda var. Freire, bilinci
değiştiren pratiğin sadece eylemden değil, düşünce pratiğinden de oluştuğunu
söylüyor. Ona göre teorik pratik, sadece kendisiyle pratiğin özgül bağlamı
arasında diyalektik bir ilişki kurduğu vakit hakiki bir nitelik kazanıyor, yani
teorik pratik, teori ile pratiğin birlikte inşa edildiği, oluştuğu ve yeniden
oluştuğu birliği bilince çıkarttığında gerçek bir anlama kavuşuyor. Başka bir
ifadeyle, hakiki bir pratik, geçmişin eylemlerine dair eleştirel düşünceyi
devam etmekte olan mücadeleyle ilişkilendiren diyalektiği ifade ediyor.
Freire’ye
göre kurtuluşun pedagojisi, insanları nesnel gerçeklik dâhilinde boğan zulümden
kurtarmaya katkı sunacak her şeyle alakalı olan “toplumsal praksis”i içeriyor.
Onun izah ettiği toplumsal praksis, beni Latin Amerika’daki kurtuluş teolojisi
geleneğiyle buluşturan köprü. Bu teoloji, ezilenleri “bugünün sürekli reformdan
geçirilmiş tekrarı”na katılım göstermek yerine tarih dâhilinde kendilerini
somut olarak yaratmaya teşvik ediyor. Freire bu noktada şu tespiti yapıyor:
“Kendimin salt bir seyirci
olmasına izin veremem. Bilâkis, ben değişim süreci içerisindeki yerimi talep
ediyor olmam gerekiyor. Böylelikle geçmişle gelecek, ölümle hayat, varlıkla
yokluk arasındaki gerilim benim için bir tür açmaz olmaktan çıkıyor. Gerçekte
olanı olduğu gibi görebiliyorum: Tepki koymam gereken her şeye sürekli itiraz
etmeliyim. Vereceğim tepki tarihsel pratik, yani devrimci pratik dışında bir
pratik olamaz.”
[Kaynak:
Peter McLaren ve Petar Jandrić, “Paulo Freire and Liberation Theology: The
Christian Consciousness of Critical Pedagogy”, Vierteljahrsschrift für
wissenschaftliche Pädagogik, Sayı 94 (2018) s. 253-258.]
Dipnotlar:
[1] Herzog, William R. (1994): Parables as Subversive Speech: Jesus as
Pedagogue of the Oppressed. Louisville, Kentucky: Westminster John Knox
Press, s. 13.
[2]
Herzog, a.g.e., s. 25.
[3]
Herzog, a.g.e., s. 26.
[4]
Herzog, a.g.e., s. 27.
[5]
Herzog, a.g.e., s. 23.
[6]
Herzog, a.g.e., s. 23 ve sonrası
[7]
Marx, Karl (1970): Critique of Hegel’s Philosophy of Right [1843]. Çev.
Anette Jolin/ Joseph O’Malley. Cambridge: Cambridge University Press.
[8]
McLaren, Peter (2015), Pedagogy of Insurrection: From Resurrection to
Revolution, New York: Peter Lang.
[9]
Freire, Paulo (1973): “Education, Liberation and the Church”, Study
Encounter Sayı 1/1973, s. 2.
[10]
Boff, Leonardo (1982): Francis of Assisi: A Model of Human Liberation.
Çev. J.W. Diercksmeier. Maryknoll: Orbis Books.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder