Birçok
çocuk gibi Martinikli/Cezayirli büyük devrimci Frantz Fanon da gençken futbol
oynamayı severmiş. İkinci Dünya Savaşı süresince Avrupa ve Kuzey Afrika’da
savaşması ardından 1945 yılında Martinik’e dönen Fanon, bir takımda futbol
oynamaya devam etmiş.
Fanon,
savaştan yaklaşık on yıl sonra Cezayir’deki Blida-Joinville Psikiyatri
Hastanesi’nde bir tedavi topluluğu oluşturuyor. Kurum bünyesinde bir futbol
takımı kuruyor ve topluluk içerisindeki insanlardan oluşturduğu diğer
takımlarla maçlar yapıyor.
Muhtemelen
en ünlü çalışması olan, 1961 tarihli Yeryüzünün Lanetlileri’nde
Afrika’da sürmekte olan sömürgecilik karşıtı mücadeleler üzerine düşüncelerini
aktaran Fanon, hareketlerin yüzleşecekleri güçlükler konusunda uyarılarda
bulunuyor. İleri görüşlü bir çalışma olarak kitap, bugün bile hâlâ
geçerliliğini muhafaza ediyor. Ama öte yandan da bugün Fanon’un kitabın
ortalarında yer alan “Ulusal Bilincin Yüzleştiği Tehlikeler” isimli bölümde
yürüttüğü sporla ilgili tartışma üzerinde çok az durulduğunu görmek gerekiyor.
Fanon
orada şunları söylüyor:
“Afrikalı gençlerin yüzü,
stadyumlara değil tarlalara ve okullara dönük olmalı. Stadyum, kentte görülmeye
değer bir yapı değil, aklanıp paklandıktan sonra işlenen ve o hâliyle millete
takdim edilen bir taşra mekânı. Kapitalist spor anlayışı, azgelişmiş bir ülkede
varolması gereken spor anlayışından temelde çok farklıdır.”
Fanon’un
değerlendirmesinin içeriği ve genel çerçevesi, esasen çok önemli. Bu cümlelerin
dile döküldüğü dönemin büyük dönüşümlere tanıklık edilen bir dönem olduğunu
unutmamak lazım. Bilindiği üzere bu dönemde resmî sömürge idaresinin sona
ermesiyle bağımsızlık geliyor.
Böylesine
çalkantılı bir ortamda dayanışmayı ve sosyalliği inşa etmenin ne denli güç
olduğunu görmek gerek. Fanon’un görüşlerine, herkesin eşit olduğu, geleceğin
ancak birlikte olunduğunda gerçekleşme imkânı bulacağı fikri yön veriyor.
Dört
Milyar Taraftar
Futbolun
bu kadar popüler olduğu, paranın güdümüne girdiği bir dönemde yaşasaydı Fanon
ne derdi acaba?
Futbol,
dünya genelinde dört milyar takipçiye ulaşmış bir spor dalı. Futbolu kontrol
eden kurum olan FIFA’ya göre, şuan dünyada futbolla aktif olarak ilgilenen
insan sayısı yaklaşık 270 milyon (dünya nüfusunun yüzde dördü).
Profesyonel
futbolda dönen paranın miktarı ise dudakları uçuklatacak cinsten. İngiliz
Premier League takımı Manchester United, dünyadaki en kıymetli takım ve değeri
3,69 milyar doları buluyor.
Dünya
futbol hiyerarşisi içerisinde futbolculara ajanslar, üçüncü taraflar ve
şirketler sahip iken ülkelerdeki futbol ligleri, bu hiyerarşik sistemin
içerisinde küçük birer dişli olarak iş görüyorlar. İngiltere’de Premier League,
İspanya’da La Liga, Almanya’da Bundesliga, İtalya’da Serie A ve Fransa’da Ligue
1, en iyi futbolcular için ciddi bir yarış içerisinde.
Avrupa’da
kulüpler arasında süren savaş Şampiyonlar Ligi üzerinden sürüyor. Taraftarlar,
çevreden yarı çevreye oradan da merkeze doğru işleyen sistemler aracılığıyla,
dünyanın güneyinden futbolcu devşirebilmek için yasadışı veya yarı yasal tüm
yollara başvuran kulüpleri destekliyorlar. (Örneğin futbolcular, Brezilya’da
bulunup Portekiz’e oradan da İspanya’ya veya Batı Afrika’da bulunup Fransa’ya
oradan da İngiltere’ye getiriliyorlar.)
Transferlerle
ilgili anlatılan efsaneler herkesin malumu. Bu hikâyeler dâhilinde insanlara
değer biçiliyor. Bazı üst düzey futbolcuların değeri, günümüzde 110 milyon
doların üzerine bile çıkıyor. Genç yeteneklerin peşine düşülüyor, bir
futbolcuyu almak için herkese “pamuk ellere cebe” deniliyor, imza törenleri
spor programlarında tüm ihtişamıyla veriliyor, okul bahçelerinde “X futbolcuyu
biz kaptık, siz avcunuzu yaladınız” türünden konuşmalara tanıklık ediliyor.
Yere
Serilen Çelenkler
Chelsea’nin
2-1’lik skorla Arsenal’e yenildiği, Mayıs ayında Wembley Stadyumu’nda yapılan
FA Cup (Futbol Birliği Kupası) maçı, kültür endüstrisini kusursuz bir biçimde
yeniden üreten bir gösteriydi. Maçtan önce milli marş okundu, bu olağan
faaliyetin ardından Manchester’da patlayan bomba sonucu ölenler için bir dakika
saygı duruşunda bulunuldu, sahaya çelenkler serildi, futbolcular kollarına
siyah pazubentler taktı ve “Manchester’ı Seviyorum” dövizleri taşındı. Tüm
bunlar, tekrar tekrar televizyon ekranlarından kitlelere sunuldu.
Bu türden
geleneksel spor etkinliklerinde ulusal mitoloji bir tür nostalji ve modernite
pratiği olarak yeniden üretiliyor. Burada tüm dünyadaki ağa bağlanan,
televizyonlardan ücret karşılığı cümle âleme takdim edilen şey, “İngiltere”nin
ta kendisidir.
Arsenal,
maçı kazandıktan sonra statta “Emirates Kupası”nı kutlamak amacıyla Clash
isimli punk grubunun 1979 tarihli marşı “London Calling”i [Londra Arıyor]
çaldı. Bu çok önemli İngiliz kupası, dünyadaki en eski futbol müsabakası ve
bugünlerde bir havayolu şirketinin adıyla anılıyor.
Premier
League’in en önemli unsuru ise yıldız futbolcuları tüm dünyaya seyrettirmesi.
Ligde oynayan İngiliz futbolcularsa azınlıkta. Lig, dünyanın en fazla seyircisi
olan ligi olarak değerlendiriliyor. Arsenal’in stadına ismini veren, maçları
izleyenlere Abu Dabi’nin aşırı zengin, neoliberal turbo kapitalizminin göz
alıcı ışıklarını anımsatan Emirates Stadı’nın açılışını kraliyet ailesinin
sağcı üyelerinden Prens Phillip gerçekleştirmişti.
Futbolu
kontrol eden FIFA isimli kurumun baş hırsızlarından olan Sepp Blatter, bir
seferinde İngiltere Kraliçesi’nin futbol konusunda eski İtalya Başbakanı ve AC
Milan kulübünün sahibi, dolandırıcı Silvio Berlusconi’den daha fazla bilgiye
sahip olduğunu söylemişti.
Sonuçta
kulüpler bu türden berbat isimlerin malı, futbol sektörünü onlar yönetiyorlar.
Bu aşırı kapitalist hikâye herkesin bildiği bir şey, ama buna karşın oluşan
öfke genelde başka yerlere yöneltiliyor. Taraftarlar, kulüplerinin başına
zenginlerin gelmesini istiyor ve çoğunlukla bu zenginlerin nasıl zengin
oldukları meselesi karşısında gözlerini kör ediyorlar.
Mesele
elbette ki para.
Ayrıca
spor, siyasetten daha önemli ve büyük bir şey. İnsanlar, her fırsatta spor
sohbeti yapıyorlar ve en ufak ayrıntılarını bile konuşuyorlar. Genelde spor
özelde futbol, sıradan insanların tutkulu ve bilgili olma izni elde ettikleri
bir alan. Siyasetse seçkinlere has ve alabildiğine teknokratik. Kullandığı
dilse genelde anlaşılmaz. Bu gerçeklikte futbol çoğunlukla popülist.
Yabancılaşmaya
Meydan Okumak
Futbol
toplumsal bir oyun, bir takım oyunu. Dolayısıyla Fanon’un futbolu tedavi
amacıyla kullanması anlaşılır bir durum. “Hastalar”ın kendilerine saha
yapmaları, takım kurmaları, böylece her şeyin merkezine kendilerine almaları,
birer “rakip” bulup gelişme süreci içine girmeleri önemli. Fanon’a göre, tüm
bunlar sosyal terapinin birer parçası. Bu terapinin bir psikiyatri
hastanesindeki tüm kurumsal hiyerarşileri parçalayıp toplumsal ilişkileri
beslemesi ve kurumda mevcut olan yabancılaşmaya meydan okuması mümkün.
Sporun
zihnin faaliyet alanını genişlettiğini, insanîleştirme görevini ifa ettiğini
söylerken Fanon, esas olarak zihinsel ve psikolojik kurtuluş üzerinde duruyor.
Yani aslında Fanon’un derdi, aklı sömürgeciliğin ve savaşın oluşturduğu
sinirsel koşullardan kurtarmak.
Fanon,
sporla ilgili konuşurken biraz ne yapmaları gerektiğini söyleyen okul müdürüne
benziyor olabilir. Fakat gene de tüm dünya genelinde futbola, Avrupa liglerine
ve takımlara şirketlerin hâkim olduğu, her birinin birer marka olarak çokuluslu
sermayenin mülkü hâline geldiği koşullarda asıl mesele, Fanon’un önerdiği
modelin dünyanın güneyinde nasıl takip edileceği.
Fanon
verdiği cevapsa gayet açık ve net:
“Yoldaş,
Avrupa’da oyun nihayet bitmiştir.”
Buna
karşılık şunu önerir:
“Afrikalı siyasetçi,
profesyonel sporcular değil spor da yapan bilinçli bireyler yetiştirmekle
ilgilenmelidir.”
Oysa
bugün bu bakış açısını savunan bir Afrikalı siyasetçiyi bulmak mümkün değildir.
Siyaset kirlidir, kişisel çıkar için oynanan yoz bir oyuna dönüşmüştür.
Pragmatik Afrikalı siyasetçi, Fanon’un görüşlerini ve fikirlerini ütopik diye
bir kenara atmaktadır. Bu insanlar, toplumsal dönüşümle değil her hâlükârda
küresel sermayeye ait makinenin birer dişlisi olmakla ilgilenmektedirler.
Fanon’un
sporun nasıl olması gerektiği ile ilgili görüşü konusunda neler yapılabilir?
Fanon
spor, dekolonizasyon ve ulus konusunda farklı bir anlayış ve tahayyül sunar.
Peki
bugün farklı bir spor anlayışı tahayyül edebilir miyiz? Yarışmayı ille de
dışlamayan, yarışmayı farklı bir şekilde ele alan bu spor anlayışı,
alabildiğine antikapitalisttir, ticarileşme karşıtıdır ve burjuvaziye
düşmandır. Fanon’un üzerinde düşünmemizi istediği anlayış da tam olarak budur.
Nigel Gibson
11 Haziran 2017
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder