Bugün tüm sol sosyalist hareket, ülkenin din sebebiyle
ilerlemediğine, en ufak sorunun bile dinden kaynaklandığına dair egemenlerin
ortalığa yaydığı yalana örgütlenmiş durumdadır. Buna göre, sömürü ve zulüm
kaynaklı her mesele, esasen dinle alakalıdır. Din eleştirisi, sömürü ve zulmün
perdesi hâline gelmiştir. “Her meselenin kaynağı dindir” iddiası,
sömürenlere-zulmedenlere aittir. Sol, bu yalana örgütlenmeye mecburdur.
Çünkü o, ilk varolduğu, ilk doğduğu günü borçlu
hissettiği güçlere diyet ödemektedir. Sol, kendisine yaşama imkânı verenlere
borçludur, o borcu ödemeye mecburdur. Egemenler, sola ancak dinle mücadeleleri
bağlamında yaşama şansı vermişlerdir ve sol örgütlerin şefleri, buna göre
istihdam edilmektedirler. Tepedeki kadrolar açısından solun devrim, sosyalizm
gibi bir ufku-menzili hiçbir zaman olmamıştır, olanlar öldürülmüştür. Varmış
gibi görünen örgütler, aldatmacadan, riyadan başka bir şey değildirler.
Yetmişlerin sonunda, onca güce rağmen ellerindeki
sendikaları ve komiteleri sınıf düşmanı olan CHP’ye bu nedenle teslim
etmişlerdir. Şaşılacak bir şey yoktur. Sadece CHP’nin dışına çıkması muhtemel
kitleler toparlanmış, çitlenmiştir. Bu, gayrinizami harbin bir gereğidir.
* * *
Türkiye, Kürd’ün, Müslüman’ın, sosyalistin kanı-teri
üzerine kuruludur. Türkiye’de devlet, bu üç unsurla yürütülen savaşın bir
ürünüdür. Bu savaşta devlet, bazen Kürd’ü Müslüman’a ve sosyaliste; bazen
Müslüman’ı Kürd’e ve sosyaliste; bazen de sosyalisti Müslüman’a ve Kürd’e karşı
kullanmıştır. Ortalıkta görülen isimler, bu savaşın neferleridir.
Dolayısıyla bugünlerde sosyal âlemde gezdirilen Banu Avar videosu yanlış anlaşılmaktadır.
2005’te Kırgızistan’daki Hemşinlilerle yaptığı röportajda Banu Avar,
anlaşılanın aksine, kendince Sovyetler’e sahip çıkmakta, Sovyet eleştirilerini
alaya almaktadır. Onun aklındaki Sovyetler ise kendi devletiyle rabıtalıdır.
Avar’ın sahip çıktığı Sovyetler’le bugün bazı sol
örgütlerin sahip çıktığı Sovyetler, özünde aynıdır. Burada Türkiye Cumhuriyeti
ile kurulan ilişkiler esastır. Devletle ve devlet üzerinden kurulmuş bir bağ
söz konusudur. Halkı ezileni hor gören, küçümseyen bir tür solculuk,
Sovyetler’le ve sosyalizmle ancak devlet dolayımıyla ilişki kurabilmektedir.
Yavan liberalizm eleştirisi, devlet savunusu ile birlikte yapılmaktadır.
Banu Avar kadar Sovyetler’e sahip çıkan sol örgütler,
ister istemez, Kürd’e ve Müslüman’a karşı yoğrulmuş olan mayalarından
kurtulamamaktadırlar. Gayrinizami harp kesintisizdir, süreklidir. Roller ve
modeller değişir, ama özünde devletin bekası esastır. Devlet yeri geldiğinde
sosyalist de olur, TKP kurar, başka sosyalist çizgilere çit çeker. Aslında Yozgat’taki
polisleri görüp “bu ülkeye İslamofobi şart” diyen solcu, devleti analiz etmeyi
istemez, istese kendisinin de devletin parçası olduğunu görecektir.
* * *
Bir genç, Fikret Başkaya’nın Paradigmanın İflası’nı
okuyor ve yazarın bazı yerlerde “İslamcılar gibi düşündüğünü” söylüyor. Oysa o
metin, biraz da solun İslamî itiraza ait argümanları onun elinden almak içindi.
Dönemine aitti. Aynı durum, Yalçın Küçük’ün sabetayist avcılığı üzerine kurulu
kitapları için de geçerli. Sol aydın, devletten izinsiz, devleti görmeyen
hiçbir şey üretemez.
Sol, nerede nasıl nefes alacağını iyi bilir. Bir başka
düzlemde “ah şu Rum, Ermeni, Yahudi sermayesi kalsaydı, ne çok özgür olurduk”
diyen yağmacı kesim de aynı yerde nefes alır. O da ağır bir din kütlesi tarif
eder ve ilerlemenin o sebeple mümkün olmadığını söyler. Bugün Sivas gibi
yerlere gittiğinizde, Ermeni altınları ile ilgili hikâyelere sıklıkla
rastlarsınız. Ermeni hakları peşinde koşan solcuların o altınların peşinde
koşan hazine avcılarından hiçbir farkı yoktur. Ermeni, maddi çıkarın önündeki
engellere dair bir mecazdan ibarettir.
* * *
Devlet, bir yandan bazı Alevi isimleri İran’a götürür.
İran’la kurulan ilişkilerde bu kişileri vitrine yerleştirir, ama aynı zamanda
bir yandan da bazı Alman Alevilerine “İran, Alevileri asimile ediyor” diye
kitap yazdırır. Devlet, bir yandan tarikatlara yol açar, bir yandan da bazı sol
örgütlerin ve gazetecilerin eline tarikatlarla mücadele bildirileri tutuşturur.
Gayrinizami harp kesintisiz sürer, sürmek zorundadır.
Neticede sol, devlet içinde, devletle ve devlete göre
nefes alıp verebileceğini bilir. Tarih ve toplum düzleminde başka bir arayış
içerisine giremez. Bulduğu kanalları illaki devlete bağlar, görevi budur. Sol,
ondaki burjuvaziyle ve devletle mücadele edilmesine asla izin vermez. Aslında
Avrupa ve ABD kapılarında örgütlenen devletle Yozgat’taki karakolda örgütlenen
devlet, aynı devlettir. Bugün Avrasyacıymış gibi yapan solcular ne kadar
Avrasyacı ne kadar Amerikancıdır, tartışmalıdır. Liberal-milliyetçi kavgası,
devlet içre bir tartışmadır, ezilenleri-işçileri kesen bir yanı yoktur.
* * *
Biri bir sabah kalkar, “sosyalistlerin HDP’de ne işi
var?” diye bir tartışma başlatır, ama sonra ekmeğini en fazla o HDP üzerinden
kazanır. Bu tartışma, bir bakıma bir pazarlık olarak iş görür, gerisin geri
eleştiri içerilir, çitlenir. Sonuçta sosyalistlerin HDP’deki varlığına dair
tartışma, basit bir internet gevezeliğiyle tüketilmiş olur, HDP de düzen de
derin bir nefes alır.
Sol örgütlerin devrimle ve sosyalizmle ilişkisini bu
küçük burjuva pazarlık tayin eder. Aynı pazarlık, Van depremi sonrası belediye
başkanına küfredip, bugün aynı belediyeye “stratejik danışmanlık” yapan solcuda
(Evren Barış Yavuz) da karşımıza çıkar.
Temsilî ve resmî bir ölçü olarak Altı Ok, ana ekseni
verir. Dine karşı mücadele dâhilinde açılan alanla Kürd’e karşı açılan alan
bazen kesişir. Özünde tüm teori ve pratik, Altı Ok denilen eksene göre
şekillenir. Halkçılık bahsinde biraz aşırıya gidilir, ama gerisin geri o halkçılığa
ricat edilir. Sırtlarında takılı kancalarla resmî ideolojiye kul olunur. Sanki
birileri, Halkçılık, Devrimcilik veya Milliyetçilik reklâmı yapmak, o okları
cilâlamak için solculuk oynamaktadır.
Çitleri aşacak, prangaları kıracak bir iradeye asla
izin verilmez. Bugün birçok solcu, din ve millet konusunda suya sabuna
dokunmayan, steril, havada asılı bir birey-özne üzerinden konuşmaktadır.
Ellerini, çizmelerini kirletmemek isteyen solcular, döne dolaşa
sömürenler-zalimler adına hareket ederler.
* * *
Hüseyin Mürüvvet, geçen yüzyılın başlarında Güney
Lübnan’da dünyaya geliyor. Küçük yaşta din âlimi olarak yetiştirilmek üzere
Necef’e gönderiliyor. Buradaki siyasi gelişmelerin etkisiyle Irak Komünist
Partisi ile tanışıyor. II. Dünya Savaşı sonrası yaşanan bir isyanda komünist
arkadaşları idam ediliyor ve Irak’taki tecrübeleri üzerinden 1951’de komünist
oluyor. Ülkesine gelip Lübnan Komünist Partisi saflarına katılıyor.
Kendisini ve kendi imajı üzerinden inşa ettiği
ülkesini Ortadoğu bağlamından çıkartmayı ilericilik, devrimcilik zannedenlerin
bu tür hikâyelerden bir sonuç çıkartması mümkün değil.
Aynı kişi, hem Kızılay’a gidip kirli iğnelerle
kendisinden kan alınmasına izin veremeyeceğini hem de Suriyelilerin ülkeyi
kirlettiğini söyleyebiliyor ve bu kişi, kendisini “sosyalist” olarak
tanımlıyor. Bu beden-ülke tasarımının devlet kaynaklı olduğunu görmek
gerekiyor.
İlgili tasarımın Hüseyin Mürüvvet gibi isimleri
örgütlemesi mümkün değil. Sol, bu isimleri, ancak sudan çıkmış balık olduğu
vakit kovasına atabiliyor. Bunun da sınıf mücadelesine bir hayrı olmuyor.
Eren Balkır
20 Eylül 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder