Asıl
mesele şu: İsrail’in ırk ayrımcısı olduğunu, bu açıdan Güney Afrika’ya
benzediğini ispatlamaya hiç hacet yok. Birleşmiş Milletler kapsamında yapılmış
olan anlaşmalara göre ırk ayrımcılığı genele teşmil edilmiş bir suçtur. Belirli
bir durumda şu veya bu ölçüt tatbik edilebilir veya edilmeyebilir, dolayısıyla
bir devlete “ırk ayrımcısı” dememiz için bizim onun gerekli koşulları yerine
getirip getirmediğine bakmamız, devlette ayrımcılığın kurumsallaşıp
kurumsallaşmadığını değerlendirmeye almamız gerekir. Irk ayrımcılığını suç
olarak tanımlayan BM anlaşmalarına göre[1] İsrail, kendisine “ırk ayrımcısı”
dememizi gerektiren koşulları karşılamaktadır.
Ayrı
yolların, evlerin vs. inşa edildiği işgal altındaki Batı Şeria’da Yahudilerle
Yahudi olmayanlar (yerli Filistinliler) arasında net olarak görülen ırksal
ayrışmanın ötesinde, esasen ırk ayrımcılığı, aldatıcı bir imaja sahip olan
İsrail’de hem capcanlı hem de köklü bir olgudur. Hatta İsrail’deki ırk
ayrımcılığı Güney Afrika’dakine kıyasla daha çetrefilli, daha gelişkindir. Onun
gelişmiş bir biçimidir.
Güney
Afrika’daki ırk ayrımcılığı, siyahlarla beyazlar arasında net bir ayrım koyan,
siyahlara hak vermeyen, ilkel, ufak, basit bir ırk ayrımcılığı biçimiydi.
İsrail’deki ise nispeten daha gizlidir ve “demokrasi” denilen o aldatıcı imajın
altında gizlenmektedir. İsrail vatandaşı Filistinliler (yani 1948’deki etnik
temizlik harekâtı esnasında hayatta kalmış olanlar) oy verme hakkına
sahiplerdir ki bu, Güney Afrika’ya kıyasla önemli bir farklılıktır. Fakat bu
insanlara diğer hayatî öneme sahip alanlarda hukuk önünde ayrımcılık
uygulanmaktadır. Bu ayrımcılık, sadece polisle değil hukukla da alakalıdır.
Buna ek olarak İsrail vatandaşı Filistinlilere verilen oy kullanma hakkı,
esasen ırk ayrımcılığını yücelten bir sistem dâhilinde geçerli ve tanımlıdır.
Ülkedeki ırkçı yasaların ortadan kaldırılmasını, eşitliğin tesis edilmesini ve
devleti tüm vatandaşlara ait olan, gerçek bir demokrasiye dönüştürmeyi vaat
eden herhangi bir partinin meclis seçimlerine girmesi bile imkânsızdır.
İsrail’deki
sistem, bir ırkın diğerine sürekli hükmetmesini mümkün kılan, yasalarla
temellendirilip kurumsallaştırılmış bir ırkçılık sistemidir. Onu ırk ayrımcısı
yapan da bu vasfıdır. ABD dışişleri bakanlığı kaynaklı sayısız insan hakları
raporunda bile İsrail’de “Yahudi olmayan azınlığa” yönelik uygulanan “kurumsal,
hukukî ve toplumsal ayrımcılık” eleştirilmiştir.[2]
Öte
yandan belirtmek gerekir ki Kanada gibi birçok başka Batı demokrasisinde de
ırkçılık vardır, fakat İsrail’in farkı, bu ülkede ırkçılığın kurumsal ve hukukî
bir zemininin bulunmasıdır. ABD, Jim Crow yasalarının hüküm sürdüğü Güney’de
ırk ayrımcısı bir düzene sahipti. Bu dönemde beyazlarla beyaz olmayanlar farklı
yasalara tabiydiler. Irkçılık başka formlarda hükmünü sürdürmesine karşın,
hukukî düzlemde bugün ABD’ye “ırk ayrımcısı” bir ülke denemez.
Örneğin
bu noktada Kanada’nın ve ABD’nin kendi yerli halklarına nasıl muamele ettiğine,
topraklarında ilk bulunan uluslara nasıl davrandığına bakabiliriz. Tarihsel
süreçte iki ülke de ırkçılığı kurumsallaştırmış, söz konusu halkların kendi
kaderlerini tayin hakkı inkâr edilmiş, tazminat almalarına izin verilmemiştir.
İşte tüm bu olgulara İsrail’de tüm çıplaklığı ile tanık olunmaktadır.
Bir
anayasaya sahip olmayan İsrail’de anayasa maddesine denk yasalarla Yahudiler ve
Yahudi olmayanlar arasında net bir çizgi çekilmektedir. Yahudi vatandaşlarına
verilen haklar Yahudi olmayanlara verilmemektedir. İsrail’e gelen Yahudi
göçmenlere anında vatandaşlık verilmektedir. Buna karşılık 1948’de önce
Siyonist milislerin, ardından İsrail’in etnik temizlik amaçlı saldırılarına
maruz kalan Filistinli mültecilere Yahudi değiller diye, uluslararası hukuka
aykırı bir tutum dâhilinde, evlerine dönüş hakkı verilmemektedir. Esasen
resmiyette “İsrailli” diye bir milliyet yoktur, “Yahudi” diye bir milliyet
vardır. Dolayısıyla İsrail, Filistinlilere vatandaşlık vermemektedir çünkü
İsrail’de yüksek mahkemeyi de içeren tüm müesses nizam, İsrail vatandaşlığı
diye bir şeyi tanımamaktadır. İsrail’de tanık olduğumuz, işte bu türden bir ırk
ayrımcılığıdır.[3]
Diğer
önemli bir husus da toprağın neredeyse tamamının devlet üzerinden Yahudi
olmayanlara haram edilmesidir. Chris McGreal’in Guardian’da çıkan
yazısında da dediği gibi, “İsrail’de başa geçen hükümetler, Araplardan tek
kuruş tazminat ödemeden müsadere ettikleri arazilerin yüzde 93’ünü devlet,
Yahudi Ulusal Fonu ve İsrail Arazileri Kurumu üzerinden Yahudilerin mülkiyetine
geçirmişlerdir. Sömürgecilik döneminde, ardından ırk ayrımcılığı döneminde
Güney Afrika’da beyazlara tahsis edilen arazinin oranı ise yüzde 87’dir.”[4]
Görüldüğü üzere durum Güney Afrika’dan daha kötüdür. Arazilerin yüzde 93’ü
İsrail devletine bağlı Yahudi vatandaşlarının ve dünya genelinde yaşayan
Yahudilerin hizmetine sunulmuştur. Bu ırk ayrımcılığı değil de nedir?
İsrail’in
uyguladığı işgal, yerleşim ve mültecilerin geri dönüş hakkını inkâr siyasetinin
Güney Afrika’daki uygulamalardan daha kötü olduğunu birçok analizci dile
getirmektedir. Doğrudur, Güney Afrika İsrail gibi yerli halkı ülkesinden söküp
atmak için etnik temizlik uygulamamış, bu insanları toplumsal mühendislik
üzerinden işleyen bir tür ırk ayrımcılığı siyaseti ile başka yerlere
aktarmıştır. Güney Afrika’da uygulanan asıl plan, siyahların ülkeden kovulması
üzerine kurulu değildi. İsrail ise ta kurulduğu günden beri mümkün olduğunca
daha fazla sayıda Filistinliden kurtulmak için uğraşıyor, onların topraklarını
ellerinden alıyor, üstelik bunları yaparken nasıl oluyorsa dünyanın gazabını
üzerine zerre çekmiyor. Ayrıca belirtmek gerek: Güney Afrika’daki ırk ayrımcısı
devletin ordusu bantustanları F-16’larla hiç bombalamadı, İsrail’in Ortaçağ’a
has kuşatma pratiğini hiç uygulamadı, büyük katliamlara imza atmadı, Güney
Afrika İsrail’in ulaştığı şiddet düzeyine hiç ulaşamadı. Tabii ki Sharpeville’i
unutmamak gerek, tabii ki Soweto gibi yerlerde katliamlar yaşandı fakat tüm
bunlar, İsrail’in Filistinlilere yaptıkları karşısında sönük kalır. Bu, Desmond
Tutu’nun, ANC (Afrika Ulusal Kongresi) lideri ve bakan Ronnie Kasrils ve başka
Güney Afrikalı liderlerin tasdik ettiği, dile getirdiği bir gerçekliktir.
Ömer Barguti
[Kaynak:
BDS: The Global Struggle for Palestinian Rights, Haymarket Books, 2011,
s. 167-170.]
Dipnotlar:
[1] Irk ayrımcılığının uluslararası planda kabul gören tanımı için Uluslararası
Irk Ayrımcılığı Suçlarının Önlenmesi ve Cezalandırılması Anlaşması’na
bakılabilir: Treaties. Bu konuda 2002 tarihli Roma
Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü’nde de bir tanıma yer verilmektedir: Treaties.
[2]
ABD Dışişleri Bakanlığı, Demokrasi, İnsan Hakları ve Emek Bürosu, “2009 Tarihli
İnsan Hakları Raporu: İsrail ve İşgal Altındaki Topraklar”, 11 Mart 2010. State.
[3]
İsrail’deki işgal, yerleşimci siyaset ve ırk ayrımcılığı üzerine kurulu rejim
konusunda daha fazla bilgi almak için bkz.: “United against Apartheid,
Colonialism and Occupation: Dignity and Justice for the Palestinian People,”
Ekim 2008, Durban Gözden Geçirme Konferansı için Sivil Toplum Konum Belgesi,
Cenevre, 20-24 Nisan 2009. BDS.
[4]
Chris McGreal, “Worlds Apart,” Guardian, 6 Şubat 2006.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder