İlkeler Bildirisi
MIR -1965
Giriş:
1965'te
yazılan bu belge, yeni kurulmuş olan MIR'in temel beyanıydı. MIR, Şili solunda
anahtar bir role sahip olan ve Allende iktidarının da soldaki temel gücü olan
bir örgüttü. Fakat daha da ilgi çekici olanı, MIR'in kökenleriydi; kurulduğu
ilk zamanlarda resmi komünist partinin muhaliflerini, sosyalist partiden
ayrılan bir grubu, anarşistleri ve troçkistleri içeriyordu.
MIR
nihayetinde yenilmiş olsa da, devrimci bir program etrafında başarılı bir sol
grup projesinin önemli ve güçlü bir örneğini sunuyor. İktidarı alamadı ya da
darbeyi durduramadı, ancak ulusal öneme sahip oldu ve Şili'de ortaya çıkan
devrimci sürecin merkezinde yer aldı.
● ● ●
MIR'in İlkeler Bildirisi
1-
MIR, kendisini, başta işçi
sınıfının ve Şili'nin diğer ezilen insanlarının ulusal ve toplumsal
kurtuluşları için Marksist-Leninist bir öncü olarak örgütler. MIR, kendisini
Şili'deki devrimci geleneğin gerçek varisi ve Şili proletaryasının lideri Luis
Emilio Recabarren'in [Şili sosyalist hareketinde ve Şili Komünist Partisi'nin
kuruluşunda tarihsel ve anahtar bir rolü sahip olan ve 1924’te ölen militan]
sosyalist yolunun devamcısı olarak görür. MIR'in nihai hedefi, kapitalist
düzenin alaşağı edilmesi ve yerine işçi ve köylü iktidarının konmasıdır. Bu
hükümet, proleter iktidar organları tarafından yönlendirilecek olup, hedefi de
sosyalizmin kurulması ve sınıfsız bir topluma kadar devletin aşama aşama
kaldırılmasıdır. Kapitalizmin yıkılması demek, birbirleriyle uzlaşmaz olan
sınıflar arasında devrimci bir saflaşma demektir.
2-
MIR, devrimci eyleminin
temeline sınıf mücadelesini koyar. Bir tarafta özel mülkiyetleriyle
sömürücüler; diğer tarafta ise burjuvaziye artı-değer yaratan emeklerinden
gayrı bir şeyi olmayan, toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan sömürülenler. MIR
için işçi sınıfı, köylüleri, aydınları, yoksullaştırılmış orta sınıfları
davasına kazanacak olan devrimci öncü bir sınıftır. MIR, sömürücülere karşı
savaşında tavizsizdir. Bizler, kendimizi sınıf mücadelesinin ilkeleriyle
yönlendiriyoruz ve bu mücadeleyi sekteye uğratacak her türlü yolu açık biçimde
reddediyoruz.
3-
Çağımız, kapitalizmin son
can çekişmelerinin çağıdır. Teknolojinin gelişmesi kapitalizmin krizlerini
önlemedi. Milyonlarca insanın işsizliğinin ve büyümekte olan yoksulluğun
sebebi, üretimin toplumsal, mülkiyetin ise bireysel olmasındandır. En yüksek
aşaması olan emperyalizmde kapitalizm, yapısından dolayı gelen sürekli
krizlerden kaçmak için, insanlığa diktatörlükten ve savaştan başka bir şey
sunmamaktadır. Bazı zamanlar da soyut olarak özgürlükten bahsederek, esasında
devletin burjuva dikta karakterini saklamak ister. Fakat, yapısından dolayı,
yolu kaçınılmaz bir şekilde faşizme çıkar.
4-
Bu yüzyılın ortaya koyduğu
en ayırt edici alamet, devrimci sürecin dünyayı kapsayan bir nitelik kazanmış
olmasıdır. Her kıta, tarih tarafından sarsıldı ve sınıflar arasındaki
ilişkiler, emperyalizmin aleyhine gelişti. İnsanlığın üçte biri -1 milyardan fazla-
kapitalizmin yörüngesinden çıkarak sosyalizmin inşasına girişti. “Olgun ve
olgunlaşmamış” proletarya yoktur; birçok geri kalmış ülkede devrimin zaferi
gösteriyor ki tüm ulusların sosyalist bir devrim gerçekleştirmek için yeterli
objektif şartları vardır. Ulusal kurtuluş ve toprak reformu mücadeleleri,
kesintisiz bir süreç içinde toplumsal devrimlere dönüştüler. Gördük ki, daha
sonra sosyalist görevlerle kaynaşacak olan demokratik görevlerden ulusal
kurtuluş ve toprak reformu, burjuvazi alaşağı edilmeden mümkün değildir.
Sömürge ve yarı-sömürge
ülkelerdeki devrim, hâlen daha sosyalizmin temel sorunlarını çözebilmiş
değildir. İleri derecede sanayileşmiş zafere ulaşmış bir sosyalizm yokken,
sınıfsız bir topluma geçişin ihtimali de yoktur ve bununla birlikte, nükleer
savaş tehlikesi de her zaman mevcut olacaktır. Emperyalizm, barış içinde bir
arada yaşayan karşıt toplumsal rejimlerin ekonomik rekabetiyle değil, kendi
kalbinde, emperyalizmin kalbinde bir sosyalist devrimle mağlup edilecektir.
5-
Kapitalist sistemi yıkmak
için objektif şartlar olgunlaşmıştır. Buna rağmen reformizm ve revizyonizm,
proletaryanın çıkarlarına ihanet etmeyi sürdürmektedir. Bu temelden bakarsak,
insanlığın içinde olduğu kriz, proletaryanın dünyadaki liderlik krizine dayanıyor.
Bununla birlikte, geçtiğimiz yıllardaki devrimci süreç, geleneksel sol
partilerde de bir kriz yarattı. Proletaryanın liderlik krizinin üstesinden
gelmek için tarihsel bir bakış açısı oluşturan yeni devrimci hareketler ortaya
çıktı.
6-
Şili, kapitalizmin eşitsiz
ve çarpık gelişimiyle yarı-sömürge bir ülke hâline geldi. Geriliğine rağmen
Şili, bir tarım ülkesi değil, görece sanayileşmiş bir maden ülkesidir. 150
yıldır süren kötü yönetim, hâkim sınıf, tarımı, madenciliği ve sanayiyi geri
bıraktı. Kaynaklarımızı emperyalistlere peşkeş çektiler, ulusal
bağımsızlığımızı uluslararası anlaşmalarla tehlikeye attılar; Şili'yi en düşük
yaşam beklentisine sahip olan ülkelerden birine, bebeklerde en yüksek ölüm
oranlarına sahip olan ülkelerden birine, yüksek oranda okuma-yazmanın olmadığı,
gıda ve hane konularında açıkları olan bir ülkeye çevirdiler. Bağımsızlıktan,
geçtiğimiz yüzyıldan bugüne kadar hâkim sınıfların, Şili burjuvazisinin ve onun
siyasi partilerinin, burjuva-demokratik görevleri bile yerine getiremeyeceğini
gördük. Bu görevler, ulusal kurtuluş, toprak reformu ve feodalizmin
kalıntılarının tasfiyesi için gereklidir. Bu nedenle, proletaryanın iktidara
gelmesinden önce, sanayi burjuvazisinin önderlik ettiği burjuva-demokratik bir
aşama için beklememiz gerektiğini savunan “aşamalar teorisini” reddediyoruz.
Bizler, “ilerici
burjuvazi” safsatalarına ve sınıf işbirliğine karşı savaşıyoruz. Altını çize
çize diyoruz ki, bu “demokratik” görevleri sosyalist olanlarla birleştirerek ve
köylülere ve yoksullaştırılmış orta sınıflara önderlik ederek, ancak ve ancak
proletarya gerçekleştirebilir.
7-
Şili solundaki geleneksel
partilerin bürokratik liderlikleri, işçilerin umutlarını aldattı; burjuvaziyi
devirmek için savaşmak yerine, kendilerini kapitalist sistem içinde reformlar
sunmakla ve sınıf işbirliğini teşvikle sınırladılar. Doğrudan eylemi ve Şili
proletaryasının devrimci geleneğini unutarak, işçileri seçim vaatleriyle
aldattılar. Hatta, sanki tarihte hâkim sınıfların daha önce barış içinde
iktidarı bırakmasının bir örneği varmış gibi, “barışçıl ve parlamenter yol” ile
sosyalizme varılabileceğini öne sundular.
Proletaryayı
silâhsızlandırdığı ve uygulanamayacağı için MIR, bu “barışçıl yol” teorisini
reddeder. Burjuvazi, elindeki tüm kozları, totaliter bir diktatörlüğü, iç
savaşı kullanmadan iktidarını bırakmayacaktır. Tekrar diyoruz, kapitalizmi
alaşağı edecek olan tek Marksist-Leninist ilke, silâhlı ayaklanmadır.
8-
Bu
gerçekliğe dayanarak, hiçbir sekterliğe kapılmadan, Şili sosyalist devrimine
hızlı ve ciddi bir şekilde hazırlanabilecek olan militan devrimci grupları MIR
olarak bir çatı altında buluşturma sorumluluğunu üstlendik. MIR, kendisini
demokratik merkeziyetçiliğin ilkelerine tâbi kılan Marksist-Leninist bir
örgüttür.
Eylül 1965, Şili
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder