İran,
Rusya’yı yönetenleri yüzlerce yıl cezbetmiş bir yerdi. Çar’a bağlı idareciler
ve devlet adamları, İran’la hep coğrafî ve siyasî gerekçelere bağlı olarak
ilgilendiler. Sonrasında ticaret ve nihayetinde petrol denilen ekonomik
faktörler öne çıkıp ciddi bir nüfuza sahip oldular. Dünya siyasetini
dönüştürmüş olan Ekim Devrimi ise Rusların İran’a yönelik ilgisine iki yeni
boyut ekledi. Devrim, İran’la dünya devrimi çağrısı ve sınırın her iki
tarafında bulunan Müslüman halkların ve Panislamcıların ilk elden
dillendirdikleri istekleri temelinde ilgilendi. Her iki unsur da esasen az çok
aynı dönemde bir güç olarak ortaya çıkmıştı ve aralarındaki ilişkinin pürüzsüz
olduğu söylenemezdi. Belli bir yere kadar bir tarafın istekleri diğer tarafın
isteklerini tamamlıyor gibiydi ama bu isteklerin dayandıkları ana mantık özünde
uyuşmuyor ve ciddi bir biçimde çelişiyordu. 1919-1921 arası dönemde İran
devrimi ve Rusya’da hüküm süren iç savaş esnasında Sovyetler’in hâlen daha
örtük bir şekilde süren müdahalesi, milliyetçi, devrimci, ekonomik ve
jeopolitik bir dizi kanaatin dillendirilmesini mümkün kılan bir zemini teşkil
etti. Bu makalenin amacı da farklı Sovyet güçlerinin müdahalelerindeki niteliği
ve bu müdahalelerin Sovyet siyaseti ile ilgili olarak yol açtığı sonuçları
açıklığa kavuşturmak.
Bu
dönemde Sovyetler’in İran’a yönelik müdahalesi, hem söz konusu güçler
arasındaki çatışmanın çözüme kavuşturulmamış olan diyalektiği üzerinden açığa
çıktı hem de o diyalektiğin bir sonucuydu. Bahsi geçen güçler, Sovyetler’in
milliyet politikalarında görülen, aynı şekilde çözüme kavuşturulmamış olan
çelişkilerin damgasını taşıyorlardı. Bu müdahalenin sonucunda Sovyetler’in
nihai hedeflerinin güvence altına alınamaması, birçok önemli alanda
uygulanmakta olan Sovyet politikalarının yeniden, kapsamlı bir şekilde
değerlendirmeye tabi tutulması ihtiyacını doğurdu ve bu çaba, içe ve dışa dönük
politikalar nezdinde önemli sonuçların ortaya çıkmasını sağladı. Sonuçta rejim,
1921 sonrasında milliyetle alakalı politikalarını gözden geçirip değiştirdi.
Liderler, politik hedef olarak, Batı’da yaşanması öngörülen devrimci
kalkışmadan ziyade, Doğu’daki ayaklanma ihtimaline bakmaya başladılar. Ama bu
yeni değerlendirme, Sovyetler’in ülke dışında uygulanmakta olan taktikler ve
dışarıya yönelik belirlenen hedefler noktasında önemli bir değişimi
tetiklemedi. İç siyaset ve dış siyaset arasındaki bağlantının nasıl
şekillendiği bugün bile hâlâ muamma. Bizim, ülke dışındaki başarısızlıkların
içeriye yönelik politik hesapları nasıl etkilediği meselesini gözden
kaçırmamızın sebebi burada. Bugün görüldüğü biçimiyle, gerekli basirete sahip
unsurların bürokratik manevra ve konsolidasyon üzerine kurulu siyasetin ülke
içerisinde ve dışında sosyalizme giden yol olduğunu idrak etmelerini sağlayan,
İran’da elde edilen kısmi başarının ta kendisi.
Sovyetler,
İran’la bir dizi sebep üzerinden ilgilendi. Eskiden beri hükmünü sürdürmekte
olan güvenlik endişelerine Britanya ve emperyalizm karşıtı duygular ve
Marksizmi bir şekilde Doğu’ya zerk etme arzusu da eklendi. Marksizmle ilgili
arzuyu dillendirenler arasında Stalin’i ve Müslüman Bolşeviklerin liderleri
Mirsaid Sultan Galiyev’i, S. M. Efendiyev’i ve Neriman Nerimanov’u saymak
mümkün. Bu isimler, sosyalizmin yüzünü Doğu’ya çevirmek için uğraştılar ama
onları harekete geçiren dürtü ve tercih ettikleri taktikler hepten farklıydı.
Gelgelelim 1918-1919 arası dönemde söz konusu farklılıklar hasıraltı edildi.
1918’de Stalin, amacı Rusya’daki en ileri kesim olan Tatar Müslümanlarını
sosyalist yapmak amacıyla, büyük bir kısmı Tatarlardan oluşan Müslüman Milliyetler
Komiserliği’ni kurma fikrine destek verdi. Bu bakanlığın başındaki isim olan
Sultan Galiyev ise yeniden diriliş yaşayan İslam konusunda Tatarların hegemonya
tesis etmesini isteyen, devrimci bir Panislamcıydı.[1] Stalin’in ve Sultan
Galiyev’in belirlediği hedefler o dönem örtüşmekteydi. Stalin, Doğu’ya vurgu
yapan tek kişiydi ve ilgili dönemde Sultan Galiyev’in ülke içinde ve dışında
Sovyet yanlısı Müslüman faaliyetlerinin artması için gerekli bir ağın
örgütlenmesine dönük çabalarını destekliyordu.[2]
Kasım
1918’de Birinci Müslüman Komünistler Konferansı, (bundan sonra Müsbüro veya
DHKT olarak anılacak olan) Doğu Halkları Komünist Teşkilâtları için bir merkez
büro oluşturdu. İlk başta bu büronun başında Stalin vardı ama sonrasında
liderlik Sultan Galiyev’e geçti.[3] Müsbüro, bir bütün olarak parti inşası ile
ilgili önemli meselelerin hükümete tevdi edilmesinden ve ajitasyon
faaliyetinden sorumluydu.[4] Delegeler, ülke dışında yapılacak devrimlere
rehberlik etme yönündeki arzularını şu türden güçlü ifadelerle dile
getirmekteydiler:
“Esas kitlesi Müslüman olan doğu halklarının dilini en iyi bilen ve o halklara mensup olan biz komünist Müslümanlar, kendimizi bu eylem dâhilinde faal bir bileşen olarak rol oynama noktasında yükümlü hissediyoruz. RKP(B) Merkezî Müslüman Bürosu, bu nedenle bir enternasyonal tertip etti ve bir propaganda departmanı kurdu, Doğu halklarının kendi dillerinde broşürler yayımladı, kadrolar, propagandacılar ve ajitatörler hazırladı, bu alanlardaki çalışmalar için tüm Müslüman komünistleri davet etti. Büronun umudu, bir aile olan dünya işçileri ile tüm mazlum halkları birleştirmektir.”[5]
Bu
ifadeler, Stalin’in daha öncesinde kaleme aldığı makaledeki ifadelere vurgu
bakımından epey benzemektedir. Müsbüro liderleri, sonrasında tüm Asya’yı
kucaklayan 12 seksiyon örgütlediler.[6]
Bu
seksiyonlar, anti-emperyalist hedeflerden hiç bahsetmeksizin, bölgedeki seçkin
isimlere karşı halkı örgütleyecek kadrolara eğitimler verdiler.[7] Şubat
1919’da Müsbüro, İran seksiyonu için kapsamlı bir planı yürürlüğe soktu.
İran’da devrimci ajitasyon faaliyeti yürütmenin gerekli olduğuna dair ilk somut
ifadelerde karmaşık bir yapının tesis edilmesine dönük öngörülerde
bulunulmaktaydı. Kültür ve eğitim alanını yürüten departmanın ayrışması
gerekiyordu. Plana göre, eğitim seksiyonu, kamusal eğitim kurumları kuracak,
tiyatro seksiyonu, yerel dilde eğlence amaçlı gösteriler tertipleyecekti. Aynı
şekilde ajitasyon ve örgütlenme departmanı da ayrışacaktı. Ajitasyon departmanı
parti bildirilerini dağıtacak, kitlelere sosyalist fikirleri aşılayacak, onları
örgütleyip büyüttüğü hücreler eliyle eğitecekti. Örgütlenme seksiyonu ise
gizliden İran’a sokulacak olan Türkçe ve Azerîce kaleme alınmış parti bildiri
ve broşürlerini tercüme edecek ve orada devrim için gerekli zemini
hazırlayacaktı.[8] Buna ek olarak planı kaleme alan yazarlar, kadroların yüzde
onunun eğitim için Moskova’ya, diğer kısmının ise ajitasyon faaliyeti için
Kafkasya Cephesi’ne gönderilmesine, ayrıca İran’da dağıtılmış olan “burjuva”
teşkilâtlarında artakalan insanların toplanmasına karar verdi.[9]
Mart
ayında sözcülerin bildirdikleri biçimiyle, Müsbüro’ya bağlı teşkilâtlarda
toplam 30 milyon insan, on bin örgütlü işçi-köylü ve elli bin asker vardı.[10]
İran konusunda Müsbüro, Rusya’da yüz binlerce İranlı göçmene ulaşıp onların
yüzünü sosyalizme çevirecek, büyük adımlar atmayı bildi.[11] 1918’de ilk adım
olarak üst sınıfa mensup unsurlar ihraç edildi ve Moskova İran Yardım Birliği
gibi önemli kurumlar ele geçirildi. Bu açıdan Müslüman Bolşevikler, ayrı bir
kol olarak örgütlenmeye başladılar ve yerelliklerde İran Komünist Partisi’nin
kurulacağı zemin ayrıca birer ajitasyon merkezi hâlini alacak olan hücreler ve
teşkilâtlar kurdular.[12] Örneğin Müsbüro içerisinde, özellikle Odessa’da
örgütlenmiş İranlılar, Sovyet Rusya nezdinde Doğu’nun önemini vurgulamaya
çalıştılar, Kızıl Ordu’ya katkı sundular ve İranlıların alt bir birim olarak
örgütlendikleri Astrahan’da İranlı komünistler için bir merkez
oluşturdular.[13]
Örgütlenmeye
başladığı noktada Müslüman komünistler, İran ile ilgili taktikleri ve amaçları
tartışmaya açtılar, kendi görüşlerini dile getirmekle yetinmediler, ayrıca
belirli kişilerin konuşma imkânı bulacakları hizipler meydana getirdiler.
İran’la ilgili olanlar, Britanya emperyalizmine o en zayıf olduğu yerde darbe
indirmenin faydası üzerinde durdular ama daha fazla ileri gidilmemesini
söylediler. Bazı isimlerse, İran’ın kopartılıp alınmasını savundular.[14]
1918’de İrandust isimli bir Sovyet yorumcusu, yereldeki Rus askerlerinin
yaptığı hamleler konusunda yazdığı yazıda, Reşt ve Enzeli’de sovyetlerin
kurulduğundan bahsediyordu. Yazarın iddiasına göre, bu sovyetler, devrimci Rus
askerlerden, Türkistanlı ve Kafkasyalı komünistlerden ve süreç içerisinde Bolşevikleşip
ileride kurulacak olan İran KP’sinin çekirdeğini teşkil edecek, Bakû’de
kurulmuş olan devrimci Adalet Partisi mensuplarından meydana geliyordu.[15]
Azerbaycan, Türkistan ve Dağıstan’da İranlı işçilerden oluşan silâhlı birlikler
oluşturuldu.[16] Sonrasında Adalet Partisi, ileride Gilan (Geylan)
Cumhuriyeti’ni kuracak olan “Müslüman Kızıl Ordusu” bünyesinde bir araya
getirilecek devrimci Müslümanları örgütlemeye başladı.[17]
İran,
ihtilafların ve çatışmaların lime lime ettiği bir yerdi. Sovyetler’in Çar’ın
İran üzerindeki hak iddialarını redde tabi tutması ve Britanya’nın emperyalist
kurgularına saldırması, ülke genelinde kapsamlı bir huzursuzluğu tetikledi.
Sovyet sınırındaki Gilan bölgesinde Küçük Han’ın öncülüğünde yürütülen gerilla
hareketinin ve ayaklanma sürecinin yoğunluğu daha da arttı. Küçük Han, Müslüman
ama kesinlikle Marksist olmayan, halkçı-milliyetçi, Batı karşıtı bir isimdi.
Onun isyan sürecini başlatma noktasında rol oynayan asıl motivasyon kaynağı,
toplumsal şikâyetler değil, Batı karşıtlığı idi.
1919
yazının ortalarında politik ve askerî kurumlar belirli bir şekil almaya
başladılar, İran giderek istikrarsızlaştı, böylece Britanya’ya ağır bir darbe
indirebilmek için gerekli olan ideolojik ve politik koşullar oluştu. Artık
vakit, taktik ve stratejiyi belirleme vaktiydi. İsmi bilinmeyen bir yorumcunun
27 Nisan’da dile getirdiği biçimiyle, Anadolu’da Türk Bolşevik ordusu eliyle
Odessa alındıktan sonra Türkiye kurtarılacaktı.[18] Orta Asya’daki
Ruslaştırılmış Bolşevikler, bu stratejiye karşı geldiler ve Orta Asya’nın ana
üs olduğunu, buradan devrimin İran’a ihraç edilmesi gerektiğini, bu noktada
Sovyet Müslümanlarından oluşan askerî birliklerin ve bir propaganda aygıtının
kullanılmasının şart olduğunu, ayrıca tüm Doğu ülkeleriyle temsilci ve ajan
değiş tokuşu yapılması gerektiğini dile getirdiler.[19]
Derginin
aynı sayısında Küçük Han’ın başında bulunduğu Cengeli hareketine dair bir dizi
makaleye de yer verilmekteydi. Yazar, hareketin “halkçı-milliyetçi” programını
desteklemekteydi. Bu yazılara bakılacak olursa, devlet hem Küçük Han’a hem de
onun komünizm ve sufi psikolojisiyle yoğrulmuş fikirlerine arka çıkıyordu.[20]
Bir sonraki sayıda yazar, genel sosyalist propaganda anlayışını
netleştirmekteydi. Buna göre, eski nesil ve yeni devrimciler öne geçmelilerdi.
Bu kesimlerin oluşturacakları hücreler, Bakû ve (Kirov ile Orconikidze’nin
karargâh olarak kullandıkları) Astrahan’daki askerî-devrimci komitelerle iyice
büyümüştü ve artık teşkilât yapısını iyice genişletip İran içerisinde sınıf
bilinci seviyesini yükseltme yükümlülüğüyle karşı karşıya kalmıştı.[21] Yazarın
tespitiyle,
“En genel mânâda İran’da
devrimci faaliyet, bugün hazırlık aşamasının gereklerini yerine getirmek, yani
İran’daki hayatı ve İranlıların psikolojisini tayin eden milli koşullarla sıkı
bir bağ kurmak suretiyle yürütülmelidir. Dolayısıyla İran’da yürütülecek
ajitasyon çalışması, sonuçta İngiltere’ye yönelik nefreti körüklemeli, bunun
üzerinden yürütülecek propaganda faaliyetinde hâlihazırda devrimcileşmiş olan
unsurlardan istifade edilmelidir.”[22]
İran
geri kalmış bir ülke olduğundan, ancak bu türden bir taktik, başarılı
olabilirdi. Bu nedenle yazara göre, Küçük Han’ın iktidara taşınması noktasında
gerekli politik güç olarak Kızıl Ordu değil, Sovyet Müslümanları
kullanılmalıydı, zira doğru taktik buydu.[23] Peki ama bu tür bir görevi hangi
Müslümanlar üstlenecekti? Ortada bu göreve gönüllü talip olan isimler olduğu
açıktı. Mayıs ve Haziran ayları içerisinde Türkistan’ı merkeze koyan unsurlar,
Orta Asya’nın ana rol oynayacak üs olduğu iddialarını dillendirmeye devam
ettiler. Ama Temmuz ayında önemli bir isim olan Azerbaycanlı Bolşevik S. M.
Efendiyev, tartışmaya dâhil oldu ve tartışmanın muhtevasını daha da
derinleştirdi. Efendiyev’in fikirleri bir miktar Lenin’in, sonrasında Sultan
Galiyev’in ülke dışında gerçekleştirilecek Müslüman devrimleriyle ilgili
fikirlerini anıştırıyordu.
Efendiyev’in
önerisi, mazlum sömürgelerin ve Avrupalı işçileri bir araya getiren bir
Enternasyonal kurulması yönündeydi. Tespitine göre, sömürgelerin ulusal
kurtuluşla ilgili arzuları Avrupalı işçilerin sosyalizm arzusu ile
örtüşmekteydi.[24] Ayrıca Doğu’daki hareketlerin başında Rusya’ya sempatiyle
yaklaşan ama kendi ülkesi dâhilinde anti-komünist olan burjuva tüccar
milliyetçiler bulunmaktaydı. Bu kesimler, aynı zamanda Panislamcı bir görüşe
sahiptiler. Dolayısıyla Doğu ve Batı devrimlerinin kesişeceği noktaya dek ayrı
yürünebilir ama aynı zamanda gerekli darbe onlarla birlikte
indirilebilirdi.[25] Bu açıdan örgütlü faaliyetin yürütülebilmesi için asıl
gerekli olan, ulusüstü bir Müslüman partisinin kurulmasıydı. Sonrasında
Efendiyev, doğal olarak, Azerbaycan’daki Marksist Himmet Partisi’nin Sovyetler
öncülüğünde yeniden diriltilip bir araç olarak devreye sokulmasını talep
etti.[26] Ama bu tür öneriler, birçok Bolşevik’in öfkelenmesine sebep oldu.
Örneğin Mikoyan, böylesi görüşleri Bolşeviklerin aşırı toprak merkezli düşünüp
hareket etme fikrini dışlayan yaklaşımına dayanarak eleştirmekteydi.[27]
Efendiyev,
yazısının devamında, Küçük Han’ın ardındaki kitle desteğinden övgüyle söz
etmekte ve hareketin giderek büyüyeceği öngörüsünde bulunmaktaydı.[28] Lâkin
sonrasında, kendisine yönelik saldırılara bağlı olarak, tartışmalara mahal
veren fikirlerinden belli ölçüde uzaklaştı. Türkistan merkezli düşünenler,
Türkistan’ın Orta Asya’da bulunan bir sovyet cumhuriyeti olarak, ülke dışında
her türden devrim fırsatına zemin hazırladığı iddiasındaydılar.[29] Efendiyev,
Türkiye ile ilgili bir makalesinde, Türklerde ve İranlılarda arazi kirası ile
ilgili koşulların benzer olduğundan söz ediyor, buna bağlı olarak işçi-köylü
birliğinin bu koşullar üzerinden kurulması gerektiğini söylüyordu. Doğu’nun
ajandasında hem milli hem de sınıfî (yani feodalizm ve burjuvazi karşıtı)
devrimler yazılıydı.[30] Ardından Efendiyev, Panislamcılık ile ilgili yazılar
yazmaya başladı.
Milli
burjuvaziye karşı sınıf savaşı ile ilgili görüşlerini sınıflararası işbirliği
ile ilgili görüşleriyle harmanlayan Efendiyev, ideolojik açıdan Sultan
Galiyev’le bağlantılı bir isimdi. 1920’de Lenin ve destekçileri, milli
burjuvaziyle birlikte düşmana vurma ama onlardan ayrı yürüme görüşündeydiler.
Panislamizme olumlu yaklaşan bir yorumunda Efendiyev, Sultan Galiyev’in
fikirlerini ne ölçüde kabullendiğini de ortaya koymaktaydı. Ona göre
Panislamizm, Müslümanlar arasında varolan müşterek kültürel ve dinî bağlar
üzerine kuruluydu. Bu hareketin itici gücü ise Batı emperyalizmine karşı
birleşik direniş fikriydi. Bu nedenle hareket, Sovyetler’in desteğine mazhar
olmalıydı. Diğer yandan Efendiyev, “hareketin gerici yönleri” olduğunu da kabul
ediyor, onun kapitalist yağmaya karşı hayatı ve geçmişten kalan üretim
biçimlerini koruma arzusunda olduğunu söylüyordu. Böyle olsa bile Arabistan ve
Afrika da dâhil, Türkiye, İran ve Rusya’daki Müslümanların birleşmesi yeni Doğu
Enternasyonali’nin kapısını açacak anahtarı temin edecekti.[31] Hatta
Efendiyev, daha da ileri giderek, bu halkların birliğinde rol oynayacak
çimentonun, Jön-Türklerin kanaati uyarınca, Türk dili ve müşterek
Türk-Tatarlarda görülen birlik bilinci olduğunu iddia etti.[32]
Artık
Doğu’da hedeflerle ve taktiklerle ilgili mesele, birbirinden ayrı şuraları
içeren yönetim kademelerinde de ele alınmaya başlanmıştı. Herkesin kanaatince
devrim ve Britanya’nın bölgeden kovulması istense de bu iki isteğin pratikte
veya söylem dışında gerekli politik adımların nasıl atılacağı noktasında uyumlu
olup olmadığı henüz belli değildi. Örneğin süvari birlikleri eksikliği yüzünden
Batı devriminden ümidini kesmiş olan Trotsky, devrimi dışarıdan zorlamak için
Hindistan’a otuz-kırk bin atlı gönderilmesini önerdi.[33]
Halkın
Milliyetler Komiserliği tarafından çıkartılan Zhizn natsional'nostei [“Milletlerin
Hayatı”] gazetesinde yer verilen yazıların içeriğini asıl tayin eden, büyük
sevinç, kötümserlik, hayalperestlik, hayal kırıklığının sonucu olan
sabırsızlıktan oluşan bir tür karışımdı.
“Artık yerin dibini
boylamış olan Çarlık, zenginlerin semirmesi adına, belli ölçüde gerçekliğe de
dayanarak, Hindistan’a saldırıp bir dizi hasım ülke üzerinden burayı fethetmeyi
planlayabiliyordu. […] Doğu halklarında umutların uyanmasına sebep olan, işçi-köylü
iktidarının tesis edildiği Rusya, neden bu yönde bir adım atamıyor?”[34]
Çiçerin
ve Dışişleri Bakanlığı [Narkomindel] de bu tartışmada kendilerinden
beklenen rolü oynadı. 1919 ortalarında bakanlık, Türklere ve İranlılara yönelik
olarak yürekleri alevlendirecek bir dizi çağrı yaptı. Bu açıklamalarda, ancak
işçilerin ve köylülerin birliğiyle temin edilebilecek olan, İngiltere’den
kurtulma vaadine vurgu yapılmakta, içerideki sınıf mücadelesi idealine şeklen
de olsa yer verilmekteydi. Çiçerin’in 1919’da Tüm Rusya Merkezî Yürütme
Komitesi’ne [VTsIK] sunduğu yıllık raporda benzer bir dile
başvurulmakta, “ilerici toplumsal kesimler”le hatta mümkünse, hükümetlerle
birlikte çalışma tercihi üzerinde durulmaktaydı. İtilaf Devletleri’ne rağmen
Sovyet Rusya kimseyle anlaşmayacaktı.[35] Bu dönem boyunca Stalin, Türkistan’ın
varolduğu iddia edilen potansiyelinin fazla abartılmaması gerektiğine dair bir
ikazda bulunmak dışında, genelde sessizliğini korudu.[36]
Sonbahar
ayları boyunca tartışma iyice kızıştı. Sultan Galiyev, hükümetin
somutlaştırdığı yaklaşımından ayrı duran bir politik hat belirlediğini ortaya
koydu. Efendiyev’in ardından Sultan Galiyev de her türden barış içerisinde bir
arada yaşama girişiminin sömürgeler aleyhine işleyeceğini ve somut hiçbir şey
üretmeyeceğini söyledi. Rejimi Avrupamerkezcilikle, Doğu’dan korkmakla ve Doğu
konusunda cahil olmakla eleştirdi ve bu yönelimlerin Doğu’nun devrim sürecine
iştiraki fikrini “lekelediğini” söyledi. Ona göre, hem Doğu’da hem de Batı’da
devrimler bu tavır yüzünden başarısız olmuşlardı.[37] Anlaşılan Sultan Galiyev,
siyasetin müzakere edildiği yerlerde kendi grubunun yeterli bir ağırlığa sahip
olmadığını düşünmekteydi.
Onun
tartışmaya dâhil olmasının sebebi, rejimin saldırıları karşısında Tatarların
konumunun giderek zayıflamasıydı. Dış politika, Moskova’nın o zahmetli
merkezîleştirme girişiminden kaçışın bir aracı olabilirdi.[38] Müsbüro’nun ve
Tatar destekçilerin konumunu güçlendirmek adına, elindeki güçleri Kasım-Aralık
1919’da Doğu Halkları Komünist Teşkilâtları İkinci Kongresi’nde nihai bir zafer
elde etmek için seferber etti. İlk başta tüm cesaretiyle Doğu’da elde edilecek
zaferin dünya genelinde kazanılacak zaferin önkoşulu olduğunu, böylelikle
başaşağı duran öğretinin doğrultacağını söyledi.[39] Ona göre, Doğu Halkları
Komünist Teşkilâtları İkinci Kongresi “Sovyet Rusya’da rüşeym hâlinde bulunan
komünist devrimci enerjiyi Doğu’ya taşıyacaktı.”[40] Galiyev’in tespitleri bu
türden önermeleri içermekteydi.[41] Esasında pratikte Kurultay’da hariciye
konusunda tek bir ses çıkmıştı ve genel mânâda oraya hâkim olan hissiyat,
Panislamist bir hissiyattı. Ancak içişleri noktasında kurultay, Tatarların
isteklerini redde tabi tuttu ve Müslüman milletler arasında mevcut olan,
giderek kökleşmiş ayrılıkları ortaya çıkarttı. Sultan Galiyev, yöneltilen
eleştiri ve saldırılara, Müsbüro’nun dış siyasette sahip olduğu önceliğe daha
fazla vurgu yaparak cevap verdi. Kurultay, devletin Doğu devriminin yeni
mevziler elde edip ilerleme kaydetmesi için gerekli, somut taktikler
geliştirmesini sağladı, ama aynı zamanda geçmişte bu türden taktiklerin
belirlenmesinde ihmalkârlık edildiğini ve hâlihazırda elde tek bir taktiğin
bile bulunmadığını ortaya koydu. Çalışmaları doğrultusunda kurultay, iki
boyutlu bir eylem süreci tarif etmekteydi.
Herhangi
bir dönemde asıl belirleyici unsur, partinin sınıf devrimciliğine dayalı
programı yani yereldeki partinin Komintern’e kabule hazır oluşuydu. Diğer
önemli unsur ise Bolşeviklerin milli anti-emperyalist hareketi ne kadar süre
korumaya kararlı olacağını tayin eden, ilgili ülkedeki sosyo-ekonomik ve
sosyo-politik koşulların dizilimiydi. Burada İran gibi yerlerdeki sınıf savaşı
görüşüne ya da içerinin dışarıyla işbirliğini esas alan görüşe meyil verilecek
veya mesele, somut ayrıntılar belirlenene dek ertelenecekti. Her hâlükârda
kongre, Müsbüro’nun örgütlenmeyle alakalı iddialarını benimsedi. Kararlarında
tüm talimatların ülkeyle ve örgütle alakalı ilkeler arasında ayrım yapacak
şekilde verilmesi gerektiği dile getirildi. Sonrasında ise partinin kadro ve
doğuyu bilen uzmanlar konusunda hazırlanması yönünde kararlar alındı, ayrıca
partinin sekizinci kongresinde alınan kendi kaderini tayin hakkı ile ilgili
kararın uygulanması kararlaştırıldı.[42] Lâkin Türk devrimcilerin önerisinde
dile getirildiği biçimiyle, belirli bir süre sadece anti-emperyalist hattın
takip edilmesi, ülke dışındaki hareketler için kâfiydi.[43] Öte yandan
Müsbüro’nun iddialarına muhalefet edenler de vardı. Devrimci Askerî Konsey’den
Azerbaycanlı Katenyan ve Lukaşov devrimin çıkarlarına uygun gördükleri bir adım
dâhilinde hükümetin Müslüman askerleri kullanma hakkını savundu.[44] Ama öte
yandan başka Müslümanlarsa Sultan Galiyev’in ve Lenin’in 1919-20 arası dönemde
dile getirdiği iddialara itiraz etti ve o fikirlere asla destek sunmadı.[45]
1920
yılı Azerbaycan ve Kafkasya’nın ele geçirilmesi için yürütülen hazırlıklarla ve
Orta Asya’daki mevcut gücün pekiştirilmesiyle geçti. Bu sebeple Bahar ayları
boyunca örgütlenme çalışmalarına ağırlık verildi. Fakat öte yandan tartışma da
devam etti. Efendiyev, bu ortamda yeni bir fikir ortaya attı ve Türk
mahkûmların devreye sokulmasını önerdi. Bu mahkûmlar, politik zeminde eğitime
tabi tutulup elenebilecek kıymetli er ve subaylardı. Onların Müslüman
topraklarında Türk muharebe gücü olarak hizmet etmeleri ve Türkçe ajit-prop
faaliyet yürütmeleri mümkündü. Ayrıca bu mahkûmlar, Türklerin elinde bulunan
önemli bölgelerde sivil-askerî valiler olarak çalışıp bir yandan da Müslüman
kadroları saflara kazanabilirlerdi.[46] Efendiyev, bu noktada aynı zamanda İran’da
silâhlı bir birimin teşkil edilmesini savundu, ona göre ileride İran’da Kızıl
Muhafızları olarak iş görecek olan bu çekirdek, yereldeki devrimcilerle
birleşebilirdi.[47]
Başında
Narkomindel’e [Halkın Dışişleri Komiserliği’ne] bağlı Ortadoğu Bürosu’nun
başkanı Neriman Nerimanov’un bulunduğu Azerbaycanlı komünistler de Sultan
Galiyev’in sömürgeler enternasyonali ve Müslüman Kızıl Ordusu önerisine karşı
çıktılar. Aslında Narkomindel, bu türden girişimleri kendi sorumluluk sahasının
ihlali olarak görüp içerlemekteydi. Azerbaycanlılar, kendi ülkelerinin Sultan
Galiyev’in fikirlerini test ettiği bir laboratuvar hâline gelmesini hiç
istemiyorlardı. Nerimanov’un Türkistan’la ilgili yazısında yavan bir dizi laf
sarfetmesinin sebebi, bu isteksizlikti.[48] Ona göre, Türkistan model hâline
gelebilirdi ama bugün ona has tavsiyeler dile getirmek gereksizdi. Öte yandan
Sultan Galiyev bir makalesinde, Sovyetler’in Azerbaycan’ı ele geçirmesinin
önemli bir karşıtlığa yol açtığını söylüyordu:
“Eğer Kızıl Türkistan
bugüne dek Çin, Türkistan, Afganistan, Hindistan, Buhara ve Hive için devrimci
bir deniz feneri olarak rol oynamışsa, o vakit Sovyet Azerbaycanı da o eski ve
tecrübeli devrimci proletaryası ve hâlihazırda sağlam bir zemin üzerine kurulmuş
olan, ‘Himmet’ isimli komünist partisi ile tüm İran, Arabistan ve Türkiye için
kızıl bir deniz feneri olarak bu bağlantı dâhilinde ortaya çıkabilir.”[49]
Azerbaycan’ın
28 Nisan’da ele geçirilmesi, İran’ı doğrudan Halk Komiserleri Konseyi’nin [Sovnarkom’un]
ajandasına dâhil etti. Polonya’nın gerçekleştirdiği saldırıyla başarıya
ulaşamadığı noktada, aynı yılın ortalarında devrimin hem Doğu’da hem de Batı’da
ulaşılabilir bir sonuç olduğu görüldü. Bu dönemde sovyet benzeri örgütlenmeler
İran’da görülmeye başlandı.[50] Küçük Han’a yönelik yardımlar konusunda
tartışmalar yürüten siyasetçiler, onun sicilini gayet iyi biliyorlardı.
Hazırlık sürecinin ilk adımlarından biri de Adalet Partisi’nden bir bölük
İranlı komünistin Müslüman Kızıl Ordusu’na dâhil edilmesi, bu bölüğün
sonrasında Küçük Han’ın başını çektiği ayrılıkçı harekete yardım etmek üzere
Gilan’a gönderilmesiydi.[51] Komünistler, İran halkı içerisinde, Kızıl Ordu
dâhilinde ve haricinde, örgütlenmeye ve hücreler kurmaya başladılar. Süreç
içerisinde komünistler, teşkilât yapılarını genişletmek adına İran içlerine
ajanlar gönderdiler.[52] 1920 yılı boyunca Adalet Partisi ve Komünist Partisi
birlikte daha fazla insan kazanmak için Orta Asya ve Kafkasya’da kapsamlı bir
örgütlenme faaliyeti içerisine girdi.[53]
Azerbaycan’ın
ele geçirilmesi, bu türden çabaların Kızıl Ordu’nun politik-askerî örgütlenme
pratiği üzerinden, doğrudan Bakû ve Moskova’ya bağlanmasını sağladı. İran’la
kurulan temaslar düzenli hâle getirilip geliştirildi. Öncesinde bu türden yeni
hareket ihtimallerinin öngörülmesi bile imkânsızdı. Tüm bu gelişmeler, Lenin’in
devrim için olmasa bile devrimci hareket için gerekli hazırlık aşamasını
güçlendirme yönünde adım atmasına yetti.[54] Esasında Müsbüro, Doğu’da
Sovyetler’in yürüttüğü iç ve dış siyasete yön verecek dışişleri bakanı olarak
Stalin’i aday göstermemiş olmasına karşın, böylesi bir işi ondan başkası da
koordine edemezdi.[55] Nerimanov ve Lukaşov, hâlen daha pratikte devrimin
gerçek bir karşılığı olduğundan emin değildi. Onlara göre, nesnel koşulların
varlığından söz edilemezdi, dolayısıyla bu ikili, hareketin aşama aşama
ilerlemesini öngören, ihtiyatlı ve aşamacı bir stratejiyi benimsedi.[56]
Nerimanov açısından İranlı sol komünistlerin sosyalist sloganlar atması,
tedbirsizlik ve sabırsızlıktan başka bir şey değildi ve birleşik
anti-emperyalist bloğu zayıflatmaktaydı.[57] Türkiye konusunda devrimden değil
dostça ilişkilerden yana saf tuttu ve bir kez daha Stalin’in ve Sultan
Galiyev’in politikalarına karşı Çiçerin’den yana oldu.[58]
Tüm
bu tartışmalara karşın Bolşevik liderler, Azerbaycan’ı büyük bir atiklikle ve
cesaretle ele geçirdiler. Cumhuriyet dairesinde gerçekleştirilen bir dizi
atama, ülkenin sınırlarını aşan bir öneme sahipti. Nerimanov, ülkedeki İranlı
radikallerle uzun zamandır bağı olan bir isimdi. Uzun süre İran’da kalmış olan
Gürcü, Budu Mdivani, Kafkas Bürosu’nun [Kavbiuro] denetleme kurulu üyesi
oldu [59] 1906-1911 arası dönemde Tebriz’de gerçekleşen isyanlara katılmış olan
Orjonikidze ise Azerbaycan hükümetinin içeride ve dışarıda yürüteceği tüm
politikalardan sorumlu kişiydi. Bu görevi komşu devletlerle ilişkilerde Dışişleri
Bakanlığı’nın talimatlarının ve emirlerinin uygulanıp uygulanmadığını
denetlemeyi içermekteydi.[60] Stalin’le arasındaki bağını bilmeyen yoktu.
Ermeni partisi gibi yereldeki partilerse o dönemde İran’ın sovyetleştirilmesine
dönük niyetlerini açıktan dile getirmekteydiler.[61]
3
Nisan günü Adalet Partisi kendi programını açıkladı. Raportörü Sultanzade’ye
göre partinin görevi, İranlı emekçilere kendilerini ancak birleşik işçi-köylü
iktidarının kurtarabileceğini izah etmekti. Konferans, toprak ağalarının ve din
adamlarının elindeki toprakların köylülerce el konulması önerisini onayladı.
Bu, esasen köylülerin desteğini kazanmaya dönük bir adımdı.[62] Küçük Han’ın
Reşt’te ve Enzeli’de bulunan kamplarında, liderliğini İhsanullah Han’ın
yaptığı, önemli bir güce sahip solcu bir örgüt gelişme imkânı buldu. 1919-1920
döneminde İhsanullah, Küçük Han’ı sola çekti. Tahran’la müzakere yürütme
eğiliminde olan Küçük Han, Tahran’a yürüyüşe geçme çağrısı yaptı. Muhtemelen
İhsanullah’ın Küçük Han’ın kararlarında belirleyici olmasındaki asıl amaç, onun
ülkenin komünistlerce işgal edilmesine onay vermesini sağlamaktı. Ama Küçük
Han, Rusya’daki iç savaşta Beyazların tasfiyesi için bir fırsat doğduğunu
düşünmekteydi ve aklının ucunda İran’a yönelik bir müdahale yoktu. İhsanullah
Han’ın istediği ise tamı tamına bir komünist devrimdi ki muhtemelen başına da
kendisi geçecekti.[63]
Ellerinde
ister bir davetiye olsun isterse olmasın, Bolşevikler Enzeli’ye geldiler:
“1920 Baharı’nın
başlarında Cengelîler, Kafkasya’daki bir Bolşevik komutandan Bolşeviklerin kısa
bir süre içerisinde Bakû’yü ele geçirecekleri konusunda bilgi veren bir mektup
aldılar. Anlaşıldığı kadarıyla Sovyet güçleri, bu süreçte İran’ın işgal edilmesini
uman İranlı isyancılarla irtibat imkânı arayışı içerisindeydiler. Söz konusu
mektubun ardından ülkeye özel bir görevli gönderildi. İhsanullah’ın yazdığına
göre, 17 Mayıs günü ‘bir Rus yoldaş ormana gelip birkaç gün içerisinde
Bolşeviklerin Enzeli’ye varacaklarını’ söyledi.”[64]
Sovyetler’e
has âdet üzere, düzenli Kızıl Ordu birliklerinden, Kronstadt bahriyelilerinden,
komünist Azerbaycanlı askerlerden ve Bakû’de silâhlandırılmış İranlı liman
işçilerinden oluşan bir Sovyet gücü teşkil edildi.[65] 24 Mayıs günü Küçük Han,
kendisini İran Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin başkanı ilân etti ve şu tür
maddeleri içeren bir programı ilân etti: İran cumhuriyetinin kurulması, tüm
insanların mallarının ve canlarının korunması, yabancı devletlerle imzalanmış
tüm anlaşmaların feshedilmesi, tüm milliyetlerin eşit olması ve İslam’ın
savunulması.[66] Haydar Han gibi İranlı komünistler ve Rus Bolşevikler, bu
hükümette görevler üstlendiler.[67] Karahan, Sovyet gemisinin komutanı
Raskolnikov’a gönderdiği, Bolşeviklerin umutlarını ve taktiklerini ortaya koyan
telgrafında şunları yazmaktaydı:
“Küçük Han’ın İran’da
sovyet sisteminin kurulmasına yönelik tepkisini dikkatli bir biçimde anlamak
gerekmekte. […] Emekçilerin ve burjuva demokratların İran’ın hürriyeti namına
birleşmelerinin sağlanması ve Britanya’ya karşı ayaklanmaları için kışkırtılmaları,
böylelikle Britanya’nın ülkeden kovulması şart. […] Bu noktada Küçük Han
güçlerinin İranlı komünistlerle ve demokrat örgütlerle Britanya’ya karşı
birleşmeleri gerekiyor. Köylü sovyetlerinin kurulmasına karşı değilim ama
ilkelerin de değiştirilmesi gerektiğine inanıyorum çünkü korkarım, Sovyet
ilkelerini uygulayacağım diye acele edeceğiz, bu da sınıfsal bir çatışmaya
sebebiyet verecek, böylesi bir çatışma da İran’daki mücadeleyi
zayıflatacak.”[68]
Birçok
önde gelen lider, İran’ın sovyetleştirilmesini çetin ve uzun zaman alacak bir
iş olarak görmekteydi. Bu sebeple hepsi de tercihlerini devrim potansiyelini
istendiği vakit, İngiltere’yle pazarlık yürütmek için gerekecek bir tür
kaldıraç olarak kullanmaktan yana kullandı. 4 Haziran’da Trotsky bu görüşü
benimsedi, 25 Haziran’da ise Çiçerin de Krasin’e çektiği telgrafta Londra’da
aynı çizgiyi takip edip Britanya’yı tavizlerde bulunmasını sağlamak adına
korkutmasını söyledi.[69]
Gelgelelim
görünüşte ılımlı olan bu siyaset tarzı, İranlı komünistlerin ve Sovyetler’deki
destekçilerinin gerçek ve kontrol dışı solculukları yüzünden sekteye
uğramaktaydı. Sovyet liderleri ise İran ve Britanya ile müzakereler yürütüp
aynı zamanda askerî faaliyetlerini yoğunlaştırma arzusundaydılar veya bu yönde
hareket etmeye mecburdular. Hepsi de önlerinde duran bu iki yolun birbiriyle
çeliştiğini gayet iyi biliyordu. İranlı güçler içerisinde hâkim olan solcu
akımlara destek verilmesi, bir yanıyla Sovyetler’deki belirli grupların gizli
desteğiyle alakalı bir meseleydi. Bu grupların birinin başında Sultan Galiyev,
diğerinin başında ise Stalin bulunuyordu. Stalin ile ilgili kanıtlara bakılacak
olursa, onun 1920-1921 döneminde “maceracı” bir eğilim içerisinde olduğunu
söylemek mümkün. Onun ne tür saiklerle, gerekçelerle hareket ettiğini
bilmiyoruz ama Çiçerin’in küçümseyici bir yaklaşımla, İranlı askerlerin esasen
Stalin’in Moskova’nın 200 kilometre güneyindeki Tula Valiliği’nden getirdiği
insanlar olduğunu söylemesi, bu “maceracılık” tespitini desteklemekte.[70]
1920’de başlayan olaylara dair yorumlarda bulunan, 1921 tarihli bir Amerikan
istihbarat raporunda, Stalin’in Doğu Sorunu konusunda yetkin bir isim
olduğundan, bu bölgede Çiçerin’den daha üstte bir konuma sahip bulunduğundan ve
operasyonların onun sorumluluğunda yürütüldüğünden söz edilmektedir.[71]
Dolayısıyla İranlı komünistlerin Stalin’in kendilerindeki radikalizme
hoşgörüyle yaklaşmasının epey hayrını gördüklerini söylemek yanlış olmaz.[72]
İçeride
ciddi bir kriz içerisinde olan İran’ın Sovyetler’in müdahalesinden epey
etkilendiğini görmemiz lazım. Müdahale bir yandan da krizi tetikledi, bu da
hükümetin yıkılmasına neden oldu. Büyük bir cesaretle ve ahenkle yürütülen
harekât, söz konusu aşamada başarılı oldu ama Moskova’nın hiç gündeminde
olmayan İngiltere’yle savaş, en azından bir tehdit olarak, varlığını
hissettirdi. Diğer yandan Londra ve Tahran’a karşı olan Küçük Han’a destek
vermekle ülkeye gelen tüm güçlere karşı İranlı komünistlere destek vermek veya
diğer güçlere karşı Tahran’a destek vermek arasında net bir ayrım yapmak da
mümkün değildi. Her bir yola destek verenler vardı, dolayısıyla Sovyetler’de
İran konusunda tarafları yaralayacak ciddi tartışmalar yaşandı. Tercihler
birbirine uymadığı gibi, kimse omuzlanacak yükleri, maliyetleri ve riskleri
tanımlama konusunda net bir isteğe de sahip değildi. Dolayısıyla 1920’nin
ortalarında bir dizi farklı çizgi hâkim olmak adına birbiriyle ciddi bir
rekabet içerisine girdi.[73]
Haziran-Temmuz
döneminde İranlı radikaller, Moskova’nın emirlerini kulak arkası edip kendi
yollarını çizdiler. Sadece Komintern Yürütme Kurulu’na sorumlu olduklarını
açıklayan bu isimler, Küçük Han istiyor diye Gilan Cumhuriyeti’ne koşulsuz
katılma fikrine itiraz ettiler.[74] Kırsal alanda sınıf terörü siyasetini
başlattılar, kamu hizmetlerine mani oldular, Müslümanlara ait kurumları taciz
ettiler, kadınların örtülerini çıkarttılar, köy sovyetlerini örgütleyecek bir
istihbarat örgütü [Çeka] meydana getirdiler, ayrıca Küçük Han ordularını
silâhlandırıp denetleyecek bir Kızıl Ordu kurdular. Neredeyse Küçük Han
sembolik başkan derekesine düşürülmüştü.[75] Bu terör döneminde toprak
ağalarının arazilerine de el konuldu.[76] Küçük Han ilkin buna karşı çıktı. 3 Haziran
günü Orjonikidze, Lenin’e şikâyetini şu şekilde iletmekteydi:
“İran’da sovyet
iktidarının teşkil edilmesi mümkün değil. Küçük Han, toprak meselesinin gündeme
getirilmesini bile kabul etmeyecektir. Onun ağzında tek bir slogan var:
‘Kahrolsun İngilizler ve onun önünde diz çöken Tahran hükümeti.’ […]”[77]
Kararlı
olan İranlılar, Haziran ayında kendi komünist partilerini kurdular. Sultanzade,
sınıfı ve milli mücadeleyi esas alan bir programı savunurken, Moskova ve Bakû
delegesi Naneyşvili, İran’ın geri kalmışlığına atıfta bulunarak, sınıfı esas
alan sloganların milli mücadele temelli sloganlara tabi kılınması gerektiğini
söylüyordu. Ama bu kavgayı sol taraf kazandı ve Kirov’da ifadesini bulan
hükümet çizgisine karşı kendi çizgisini dayattı. Söz konusu çizgiye göre
Cengelî Hareketi, komünizme karşıydı ama İran’ın nihayetinde sosyalist bir ülke
hâline geleceği sürecin ilk aşaması olarak görülmekteydi.[78] Oysa bu dogmatik
solculuk, Lenin’in Komintern’e kısa bir süre sonra dayatacağı, giderek
netleşmekte olan çizgiyle çatışmaktaydı, hatta bu solculuk, Orjonikidze’yi
paniğe sevk edip onun köylü ayaklanmalarını vakitsiz olarak nitelemesine neden
oldu. Ona göre bu ayaklanmalar, köylülerle duygudaşlık kurmuyor, karşıda duran
ve gayet güçlü olan düşmanı asla dikkate almıyordu.[79]
Bu
acelecilik sebebiyle Haziran-Temmuz döneminde dışişleri bakanlığı, bu solculara
Cengelîlerle işbirliğine gitmeyi tembih etti ve “mademki yegâne
anti-emperyalist güç sizsiniz, o vakit ülkede mevcut olan gerilimleri daha
fazla derinleştirmeyin” dedi. Zira Stalin ve Orjonikidze için değilse bile
dışişleri için Gilan hükümeti, tüm ilerici, İngiliz karşıtı unsurları geçici de
olsa etrafında toplamayı bilmiş bir birleşik cepheydi.[80] Ama solcular, ana
eğilime aykırı tavırlarında ısrar ettiler. Egemen ve nüfuzlu bir güç
olduklarını 27 Haziran günü yapılan İran Komünist Partisi Birinci Kongresi’nde
ortaya koydular. Kongrede herkes, mücadelede atılacak sloganların İngiltere
kadar şahın da ve benzeri güçlerin de düşman olduğuna dair ifadeleri içermesi
önerisini kabul etti. Sultanzade’ye devrimin anti-emperyalist milli kurtuluş
aşaması hızla sosyalist aşamaya evrilmekteydi.[81] Vakitsiz olma iddiası
üzerinden bu görüşe yönelik yapılan muhalefete rağmen Sultanzade’nin görüşü
kongre kararlarında karşılık buldu.[82]
İKP
üyeleri, Komintern’in o ünlü ikinci kongresinde Lenin’in İran’a yönelik
dillendirdiği görüşleriyle çelişme pahasına, bu hususlarda ısrar ettiler.
Sultanzade’nin iddiasına göre, geri kalmışlık, azgelişmişlik ve zayıf sınıf
ilişkilerine sahip olmak, köylülerin ve zanaatkârların mücadelelerine ket
vurmak şöyle dursun, bu mücadeleleri mümkün kılmaktaydı.[83] Bu noktada
Sultanzade, Lenin’in milli burjuvaziden ayrı yürüyüp onunla birlikte vurma
yönündeki çağrısını şu sözlerle eleştirmekteydi:
“Burjuva demokratların
desteklenmesine ilişkin tez, sadece hareketin emekleme aşamasında olduğu geri
kalmış ülkeler için doğrudur, oysa örneğin İran’da, böylesi bir taktiği
uygulamaya sokmak, kitleleri karşı-devrimin kucağına itmek demektir. İran
örneğinde artık mesele, saf bir komünist hareket oluşturmaktır.”[84]
Nerimanov
gibi radikal Müslümanlar, ayrıca İKP içerisindeki radikal Müslüman isimler bu
görüşe destek vermediler. Sovyet tarihçilerinin çıkarımına göre bu görüşün
sahipleri, ilerici ve gerici burjuvazi ayrımını yapamamakta, yanlış bir
yaklaşımla, proleter bilincin mevcudiyetine inanmakta, ayrıca Sovyet deneyimini
farklı bir ülkeye mekanik bir tarzda aktarmaktaydılar.[85] Dahası bu insanlar,
kendi ülkelerinin iç ve dış güçler tarafından sömürülüyor olması sebebiyle,
gelişmiş bir kapitalist ülke olduğunu düşünüyorlardı. Nerimanov dışında
Sovyetler’deki başka Müslüman radikaller de bu görüşteydiler ve onun İran’da ve
Türkiye’de benimsenmesi için büyük bir şevkle uğraşmaktaydılar.[86]
Bu
süreçte tüm yetkileri haiz, örgütlü bir propaganda mekanizmasını ellerinde
bulunduran söz konusu kesim, sınıf devriminin ülke dışında en temel mesele
olduğuna (ama geri kalmışlık sebebiyle kendi ülkelerinde henüz gerekli
olmadığına) inanıyordu. Dolayısıyla buradan, ülke dışındaki az gelişmiş sınıf
ilişkileri kanaati üzerinden, Müslüman Kızıl Ordusu’nun ülke dışında gerekli
olduğuna dair görüş geliştirildi.
Sultan
Galiyev, Efendiyev, Türkiye Komünist Partisi lideri Mustafa Suphi, Orta Asyalı
komünist Riskulov ve İran Komünist Partisi, hep birlikte, devrimi Doğu’ya
taşımak için bu türden bir askerî gücün oluşturulmasını talep etti.[87] Sultan
Galiyev, Doğu’nun “tepeden tırnağa” silâhlandırılmasını istediğinde hem diğer
milletlerin sözcülerinden hem de Büyük Rusya yanlılarından gelen ağır
saldırılara maruz kaldı.[88] Galiyev’in görüşleriyle İran’daki gerçeklik
uyuşmuyordu, zira İran’da askerler bulunmaktaydı ve çoğu da Büyük Rusya yanlısı
olup Stalin’in kontrolündeydi. Bu durum, radikal Müslümanların hem içeriye hem
de dışarıya yönelik arzu ve niyetleriyle çelişmekteydi.[89] Stalin ve hükümet,
hem İran’a veya İngiltere’ye yönelik korkulara sahipti hem de artık pek
güvenmedikleri Panislamcı baraj suyunun bendini yıkıp coğrafyaya akın
etmesinden çekiniyordu.[90] Ama gene de hâlâ bu hareketi ve yol açtığı
hissiyatı, gelecekte elde edilecek kazanımlar adına, bir süreliğine kullanmayı
umut ediyorlardı. Ama gelgelelim Müslümanlar açısından Rusya’nın Panislamcı
hareket üzerindeki hâkimiyetini hoşgörmek, asla mümkün değildi. Sultan Galiyev,
benimsediği anti-emperyalist vizyonu öyle takıntılı bir biçimde savunmaya
başladı ki bir süre sonra Buharin ve Stalin’in önceleri savunduğu, gerçek bir
kendi kaderini tayin hakkının gerçekte burjuvaziyi dışlayacağına, hakiki mânâda
kendi kaderini tayin edecek olanın proletarya olacağına dair görüşe bile destek
sundu. Burada amacı, Rusların kendisinin uğruna mücadele ettiği iç ve dış siyaset
hedefleri için harekete geçmelerini sağlamaktı.[91]
Bu
dönemde, 19 Temmuz günü Küçük Han, müttefiklerindeki radikalizm üzerinden
kurduğu ittifaktan ayrıldı ve ormana çekildi. Bu konudan habersiz olan Moskova,
Ekim ayında sona erecek bir dizi muharebenin ardından Reşt şehrini tekrar ele
geçirdi. Bu noktada Moskova, yeni İKP yönetimini belirledi ve partinin başına
Haydar Han’ı geçirdi.[92] Fakat Küçük’ün hamlesine dair haberlerin nihayet
Moskova’ya ulaşması, hükümetteki Stalin hariç birçok ismin İKP ile ilgili nihai
kararını etkiledi ve haberler kendilerine ulaştıktan epey sonra bu kararlar
uygulanabildi. O noktada herkes İKP’ye güvenini yitirdi ve olan biten konusunda
onu suçladı. 28 Temmuz günü, Komintern kongresi esnasında Orjonikidze, Lenin ve
Azerbaycan dış ilişkiler bakanı Guseinov, Sultanzade’yle bir araya geldi ve ona
köylü ayaklanmaları çağrısının vakitsiz ve sonuç alması mümkün olmayan bir
çağrı olduğunu söyleyip kendisini sert bir dille eleştirdi.[93] Kısa bir süre
sonra Komintern, Lenin’in sömürge meselesine dair tezlerini benimsedi ve
Sultanzade ile Sovyetler’deki müttefiklerinin savunduğu tezlere doğrudan karşı
çıktı. Lenin’in tezleri, kapsamlı bir düşünce sürecinin ve hükümet düzeyinde
süren yoğun tartışmaların bir ürünüydü. Kongreden önce Çiçerin, Lenin’e şunları
yazmaktaydı:
“Burjuvaziyle birleşme
politikası, ancak İran’da olduğu gibi, ezen milletin süngüleriyle
desteklenmekte olan feodalizmi yok etmenin gerekli olduğu ezilen milletlerde
uygun bir politikadır. Bugün İran’da yapılması gereken, emekçilerin
burjuvalarla birleşerek kendilerini İngiltere’ye satmış olan feodallerin
tahammül edilmesi imkânsız zulmünü ortadan kaldırmaktır. İran örneğinde
burjuvaziyle birleşmek, içteki sebeplerin dayattığı bir siyasettir, milli
kurtuluşun menfaatlerinin emrettiği bir siyaset değil. Fakat kurtuluş
sevdasıyla burjuvaziyle birleşmeyi öngören bu genel ilkenin de verili tarihsel
dönemde koşulsuz olarak redde tabi tutulması gerekmektedir.”[94]
Radikal
Müslümanlarla aynı çizgiye gelen Çiçerin, onların bu politikayı artık tek
gerçek seçenek hâline geldiğini düşünmelerine karşı çıkmaktaydı. Lenin ise
verdiği cevapta köylülükle ittifaka bel bağladığını, bu ittifakın birçok şeyi
düzeltecek bir işlev göreceğini ortaya koyuyor, ama aynı zamanda milli
burjuvaziyle taktiksel ittifaka dayalı programını da geliştiriyordu.[95] Gene
de belirmek gerekir ki onun geliştirdiği görüşler, dünya siyasetinde millet ve
sömürge meselelerinin konumunu Rusya merkezli idrak etmekteydiler. “Halklar
arası ilişkileri, tüm devletler sistemini tayin eden, başında Sovyet Rusya’nın
durduğu, Sovyet hareketi ile Sovyet devletleri ve küçük bir emperyalist
milletler grubu arasındaki mücadeledir. Eğer bu gerçeği gözden kaçırır isek millet
veya sömürge meselesini doğru konumlandıramayız.”[96]
Esasen
milli burjuvaziyle ittifak meselesine dair tüm fikriyatın temeli tuhaf biçimde
çıkarlardır ve ülkenin iyiliğidir ki bu yaklaşım bize Lenin’in darağacında
asılı olan adamın boğazındaki ipten aldığı desteğe dair tarifini
hatırlatmaktadır.
“Biz komünistler, sömürge
ülkelerde, ancak burjuva kurtuluş hareketlerinin temsilcileri köylüleri ve
geniş sömürülen kitleleri devrimci bir ruhla eğitim ve örgütlememize mani
olmadıkları durumda bu hareketlere destek vermeliyiz. Bu koşullar mevcut değilse,
o vakit bu ülkelerde komünistler reformist burjuvaziye karşı mücadele
ederler.”[97]
Lenin’in
belirlediği hedeflerde dert, hem devrimi yaymak hem onun güvenliğini sağlamak
hem de Doğu’daki sömürgeleri sınırları belirsiz bir birlik çatısı altında
birleştirmekti. Bu, İKP’nin dikbaşlılığına karşın (ki Küçük Han’ın yaptıklarını
Moskova henüz bilmiyordu), Polonya ve Doğu konusunda iyimser bir havanın hâkim
olduğu bir dönemdi. Gelgelelim bu görüş, Müslüman radikallerin Sovyetler’de ve
başka ülkelerde yürüttükleri çalışmaları tümüyle boşa düşürdü. Siyaset
değişikliğinin yol açtığı baskılarla birlikte İKP, Temmuz 1920’den başlayıp
1921’in ortalarına dek uzanan dönemde onca direnişe karşın sağa kaymaktan başka
bir yol bulamadı.
Ne
var ki bu karar, gene de Sovyet Rusya’nın İran siyasetinde mevcut olan
çelişkileri çözüme kavuşturmuş değildi. Doğu’da milli burjuvazinin mi yoksa
milli KP’nin mi destekleneceği, milli devrime mi yoksa sosyalist devrime mi
arka çıkılacağı sorusu, hâlen daha önemini korumaktaydı.[98] “Bahsi geçen
kongrede Lenin’in sergilediği tüm o maharete rağmen çelişki, somut bir çözüme
kavuşturulamadı (belki de zaten çözülmesi imkânsızdı). Dolayısıyla İran’a
yönelik siyaset tartışılmaya, paralel ya da alternatif yollardan biri olarak
gündemdeki yerini korumaya devam etti.”[99] Ama zaman geçtikçe ortaya çıkan
çelişkilerin sonuçlarını makul düzeye çekme işi daha da güçleşti. Örneğin
Preobrajensku gibi birçok parti üyesi şunları söylemekteydi:
“Londra ve Paris’te
proleter devrim zafere ulaştığı an, Doğu’daki milli-devrimci hareket
karşı-devrimci bir harekete dönüşecektir. Hâlihazırda Rusya Sovyet Federatif
Sosyalist Cumhuriyeti [RSFSC] topraklarının parçası olan Türkistan, Buhara ve
Kırgızya’daki (Kazakistan) milli hareketler karşı-devrimcidirler.”[100]
Lenin,
horgördüğü bu türden görüşleri elinin tersiyle iten bir isimdi ama gazete
sayfaları Doğu devriminin yoluna dair tartışmalarla ve süren polemiklerle
kaplıydı.
Örneğin
bir yazarın ısrarla dile getirdiği görüşüne göre, İran Komünist Partisi’nin
denediği yoldan yürümek suretiyle İran devrimi, işçileri kapitalist
sömürücülere karşı örgütleyemezdi, işçiler dinî ve milli zulme karşı
örgütlenmelilerdi.[101] Temmuz ve Ağustos ayları boyunca Kızıl Doğu [“Krasnyi
vostok”] isimli propaganda treni, Lenin’in ve Komintern’in kaleme aldığı
kararları temel alan Doğu devrimi tezlerini yayımladı.[102] Halktan ciddi bir
rağbet gören bu kararlar, Rusya ve Komintern üyesi partiler aracılığıyla
dağıtıldılar. Milliyetler Komiserliği’nin [Narkomnats] önde gelen
isimlerinden, komiserliğin sözcüsü, aynı zamanda Doğu uzmanı olan Pavloviç
Veltmann, Ağustos ayındaki iyimserliği kaleme aldığı resmi tamimde şu şekilde
ifade etmekteydi:
“İran’daki ekonomik
durumla ilgili yaptığımız analiz bizi şu sonuca götürdü: İran’da toplumsal
devrimin önkoşulları mevcuttur. […] Rusya ile birlikte bu bitmek tükenmek
bilmeyen devrimci enerji deposu, İran’daki devrimci sürecin hızlanması
noktasında öncü rolü oynamaktadır.”[103]
Tüm
iyimserliğine karşın bu iddia, taktiksel çizgiden yana belirli bir tercihte
bulunmaktan itinayla uzak duruyordu. Komintern kongresi, Doğu siyasetinin
fiiliyatta hangi taktik üzerinden işleyeceği meselesini çözüme kavuşturmadı,
dolayısıyla paralel siyasetler ve argümanlar varlıklarını muhafaza ettiler.
Bunun kısmî sebebi, yaşanan sürecin hükümeti belirli bir tercihte bulunmaya
zorlamıyor olmasıydı. Rejim, İngiltere ve İran’la anlaşma yapma yolunda uygun
adım ilerlediğinden, dokunulmazlık kazanmak adına, Kızıl Ordu kartını oynamayı
sürdürdü. Reşt’e vardığından beri Kızıl Ordu bulunduğu yeri korudu, hiç
kıpırdamadı ama düşmanlarına da ilerleyebileceği gerçeğini her daim hatırlattı.
Eylül
1920 tarihli Bakû Kurultayı’nı, o talihsiz teşebbüsü tam da bu siyaset
tartışmasının çözüme kavuşturulmadığı, paralel siyasî faaliyetlerin yürürlükte
olduğu koşulları dikkate alarak incelemek gerekiyor. 29 Temmuz’da Politbüro,
Orjonikidze ve Stasova’ya kurultayı söz konusu şehirde örgütleme görevi verdi.
Bu ikili, göstermelik de olsa Komintern’in başkanı olan, ayrıca kurultaya
başkanlık edecek Zinovyev ile koordineli çalışacaktı.[104] Bu esnada Lenin,
Orjonikidze’nin KP’nin ve Dışişleri’nin talimatlarının Kafkasötesi ve İran
genelinde uygulanıp uygulanmadığını denetleme görevini bir kez daha
onayladı.[105] Stalin’in vekili olarak Orjonikidze, siyaset konusunda
Zinovyev’den ayrıştığından, Lenin kendisine nihai yetki sahibi ve ihtilaflarda
arabulucu rolü bahşetti. Yukarıda alıntılanan, Harper’a ait koleksiyonda yer
alan bir istihbarat raporunun ortaya koyduğu biçimiyle, rejimin en yüksek
kademelerinde bir siyaset tartışması sürmekteydi. Harper’ın aktardığı
kadarıyla, Pavolivç Veltmann sonrasında Bakû’de de dile getireceği görüşleri
dâhilinde şunları söylemekteydi:
“Komünistler pratikte,
Doğu’daki ülkelerde komünist bir rejimin tesis edilebileceğine inanırlar.
Komünist Parti, Doğu ülkelerinin milli ekonomi üzerine kurulu bir kapitalizm
aşamasından geçmesi gerektiği kanaatinde değildir, hatta azgelişmiş ırkların
doğrudan Sovyet hükümet formuna ve gelişme aşamasına geçebileceğini söyler.
Komünistlerin kanaatine göre, Doğu’da sanayi proletaryasının bulunmamasındaki
eksikliği yarı feodal köylülük sınıfı gidermektedir. Lenin’in görüşüne göre,
köylülük adına yürütülecek propaganda ile Sovyet hükümeti muazzam bir başarı
elde edebilir.”[106]
Burada
Lenin’in görüşlerinin yankılandığına hiç şüphe yok. Bu cümleler, üst düzey
başka liderlerin de ağzından dökülebilirdi. Burada asıl mesele, Rusya merkezli
enternasyonalist sosyalizmle ona alabildiğine uzak olan anti-emperyalist
milliyetçi güçleri bir araya getirecek bir aracın bulunup bulunamayacağı idi.
Doğu’da devrimin eli kulağında olduğuna inananların Doğu stratejisinden yana
olan önemli Komintern liderleri içerisinde küçümsenmeyecek bir kütleyi
oluşturduğuna hiç şüphe yoktu.[107] Bu tarz bir görüşü benimsediğini açıktan
ilân eden, bir tek Stalin vardı o dönemde, dolayısıyla raporun ilgili kısmı da
onun düşünceleriyle uyumlu olarak biçimlenmişti. Çalışmanın devamında başka
karar alıcıların görüşlerine de yer verilmekteydi.
“Trotskiy, ancak Üçüncü
Enternasyonal’in Sovyet hükümetiyle birleşmesinin askerî siyasetin
yürütülmesini tek başına mümkün kılacağına, sadece bu siyasetin Bolşevizmi
yayabileceğine inanıyor. […] Bolşeviklerin Doğu siyaseti, ilerleyen süreçte
Kafkasya ve Türkistan’daki politik örgütlerin ve bu bölgelerdeki yüksek askerî
komutanların merkezin kararlarıyla çelişen kendi siyasetlerini yürüttükleri
gerçeğini de dikkate alıyor.”[108]
Başka
kaynaklardan bildiğimiz kadarıyla, Kafkasya’daki askerî ve politik komutanın
başında Stalin ve Orjonikidze bulunuyor. Özel bir Doğu siyasetini yürütmenin
yanında, tüm faaliyetleri dikkatle kontrol altında tutan da onlar. Diğer önemli
bir faktör de bahsi geçen siyasetçilerin sorumluluklarının İran’da yürütülmesi
gereken taktiklere dair görüşler konusunda da baskın olması.[109]
Dolayısıyla
Zinovyev ile bağlantılı siyasetin yürütülmesine dönük bir teşebbüs olarak bu,
gayet öğretici bir gelişme. Paralel işleyen siyaset çizgilerinden birini temsil
eden Zinovyev, kurultayın rejim için olabildiğince faydalı bir iş görmesini
istiyor. Fakat öte yandan Stalin, Azerbaycan üzerinden Doğu’ya doğru askerî
operasyon hazırlıkları içerisinde. Örneğin 30 Eylül günü Sovyetler ile
Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti arasında imzalanan anlaşma şu türden
bir maddeyi içeriyor:
“Hem Azerbaycan ordusu hem
de askerî-idarî kadro, RSFSC’nin askerî operasyonları esnasında Kafkas cephesi
Devrimci Askerî Konsey’e [Revvoensovet] tabidir, öte yandan Azerbaycan
Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ordusu, RSFSC ordusunun mevcut yapısına dâhil
olur. Kafkas cephesinin lağv edilmesi ardından RSFSC ile ASSC silâhlı
kuvvetleri arasında ileride kurulacak olan ilişkileri özel bir anlaşma tayin
edecektir.”[110]
Bu
süreçte ayrıca kapsamlı bir yol inşaatı ve takviye programı yürürlüğe
sokuldu.[111] Kasım’da bölgeyi gezen Stalin, esaslı bir ilerleme ve genişleme
siyasetini savunmaktaydı. 8 Kasım günü Lenin’e çektiği telgrafta Ermenistan’dan
bahsederken, o şunları söylemekteydi:
“Şu hususta hiçbir şüphem
yok. Askerî birlikleri Ermenistan sınırına hızla kaydırmamız gerek. Bizim o
askerlerle Erivan’a girmemiz şart. Orjonikidze, bu amaç doğrultusunda
(Moskova’dan operasyon için gereken onayı almadan da önce) ihtiyaç duyulan
hazırlık çalışmalarını yürütüyor.”[112]
Kısa
bir süre sonra Stalin, Ermenistan elçisi Legran ile görüşmelere başladı ve
perde gerisinde ülkeyi neredeyse Türkiye ile savaşın eşiğine sürükleyen
Ermenistan’ın fethedilmesi noktasında önemli bir rol oynadı.[113]
Bu
esnada Zinovyev, Bakû’de siyasetinin hiç idrak edilmediğini, boşa konuştuğunu
gördü.[114] Britanya’ya karşı yapılan cihad çağrısına tanıklık eden Bakû
Kurultayı, esasen Stasova gibi isimlerin başını çektiği, bir başka ajit-prop
örgütünden başka bir şey değildi ve örgüt temelde Komintern’le, Musbiuro ve
Stalin’in yeni yeni filizlenen politik-askerî aygıtıyla rekabet hâlindeydi.
Dahası kurultaya katılan delegelerin çoğu ticaret ve/veya dinle ilgili
gerekçeler üzerinden oradaydı. Riskulov ve Narbutabekov gibilerse Sovyetler’in
milliyet siyasetine açıktan saldırdılar. Zinovyev ve Radek, Lenin’in
kendilerine verdiği, milliyetçiliğin üzerine kızılboya çalma görevini üstlendi.
Zinovyev’in siyaseti, en çok İngiliz karşıtı söylemde kendisini dışa vuruyordu.
Oysa bu, gayet çılgınca ve tehlikeli bulunan bir siyasetti. Bakû’de kurulan
Propaganda Konseyi, Pavloviç Veltmann ve Sultanzade arasındaki farklılıklar
sebebiyle dağıldı. Teftiş için çıktığı gezide Stalin, kurultayın çizgisine onay
verdi ama 25 Aralık günü üçüncü taraflar üzerinden Moskova’daki hâkim tarza
doğru evriltti. Bu makalenin tespitiyle, Propaganda Konseyi’nin sicili de
üstlendiği işi yapacak maharet ve meziyette olmadığını ortaya koymaktaydı.[115]
Bakû
Kurultayı’nın yaşadığı hezimet, önemli bir dönüm noktasını teşkil etmekteydi.
Sadece Zinovyev’in siyaset çizgisi itibarsızlaşmakla kalmadı, ayrıca
Müslümanların çıkarlarının savunucusu ve destekçisi olma ihtimali de tehlikeye
girdi. Sovyet liderleri, Müslüman merkezciliğin veya milliyetçiliğin çıkarları
ile Sovyet devletinin çıkarlarının yakınlaşmasını mümkün kılacak bir zeminin
mevcut olmadığına dair bir bilinç hâliyle karşı karşıya geldiler. Bu noktada
esasen Sovyet liderleri, ya bahsi geçen güçleri ülke dışındaki güçleri
sosyalist oldukları için tersleme noktasında kullanmak ya da kontrollerinde
bulunmayan Müslüman güçler eliyle İngiltere ile istemeden de olsa savaşa
sürüklenmek gibi bir açmazla yüzleştiler. Ayrıca böylesi bir yola girmek,
Polonya ve İran ile yürütülen müzakerelerin sona ermesi demekti. Dahası yeni
bir savaş, ekonomik açıdan perişan olmuş bir Rusya’da Bolşevik karşıtı devrime
uzanan sürecin başlamasından başka bir anlama sahip değildi. Zinovyev’in
başarısızlığı, paralel siyasetlerin işlediği yolu hükümsüz kıldı ve milliyetçi
İran’la uzlaşmanın, İngiltere ve Avrupa’yla kurulacak ticarî bağların ve
ilişkilerin, Stalin’in askerî maceralarına kapı aralayan siyasetin, Asya ve
Avrupa’da sınırları belli olmayan konfederasyonlar kurulmasına ilişkin
programına son ermesini öngören yaklaşımın ağırlık kazandığı başka bir süreç
başladı. O günden sonra Sovyet siyaseti, devletler sisteminde başka devletlerle
rekabet eden bir devlet olarak varoldu. İçte ve dışta faal olan partiler, dış
siyasette belirli bir role sahip olan güçleriyle devletin kontrolüne girdiler,
böylelikle de bunlar, kendi hedefleri peşinde koşarken devletin güvenliğini
tehdit etmeyecek bir nitelik kazandılar.
Bu,
esasen ancak bugünden geriye dönüp baktığımızda görülebilecek bir gelişme. O
dönemde yavaş yavaş gelişen, alabildiğine ciddi bir politik mücadele sürüyordu
ve bu mücadele temelde Sovyetler’in hedefleri, Küçük Han ve İranlı
komünistlerin rolü ile ilgiliydi. Sonuçta Bakû Kurultayı’ndan kısa bir süre
sonra Sovyet Rusya, İran’la anlaşma imzalamak için müzakerelere başladı ve 7
Aralık’ta merkez komitenin yaptığı toplantıda belirlenen çerçeve dâhilinde,
anlaşma şartlarını onayladı.[116] Öte yandan Stalin’se bugünden bakıldığında
Ruslaştırmaymış gibi görünen, maceracı siyasetini sürece dayattı. Sovyet
devleti, Komintern üzerinden işleyen mekanizmalar sayesinde İran KP’sine baskı
uyguladı. Küçük Han’ın kopuşu sonrası bölünmüş olan partinin İhsanullah Han
liderliğinde hareket eden sol kanadı, anti-emperyalist mücadeleye iç mücadeleyi
dâhil eden, militan solcu savaş komünizmi yaklaşımını benimsedi. Bu konum,
sonrasında hiçbir neticeye ulaşmayacağını ispatladı.
“Sağlam ve kararlı bir
liderliğin bulunmayışı, yaşanan ekonomik yıkım ve cephedeki ağır yenilgiler
Devrimci Komite’yi [Revkom] çalışma yöntemlerini yeniden incelemeye
mecbur etti. Bu inceleme sonucu ‘Yeni Ekonomi Politikası’na geçildi. Politik
sahada bu geçişe bağlı olarak Küçük Han’la uzlaşma ve tüm devrimci güçleri
birleştirme siyaseti yürürlüğe girdi.”[117]
Bu
değişikliğe bağlı olarak 1920-1921 döneminde Sovyetler’de kimi gelişmeler
yaşandı. Ayrıca Sovyetler’in baskısıyla, Ekim 1920’de İKP liderleri de değişti.
Haydar Han’ın başına geçtiği parti, artık İran’ın önce milli devrim aşamasından
geçmesi gerektiği tezini savunuyor, sınıf savaşının geleceğe havale
edilmesinden söz ediyordu. Bu yeni siyaset uyarınca parti, köylülükte baskın
olan gelenekçilikle de uzlaşmalıydı.[118] Kendi çizgisinin kazandığı zaferi
alkışlarla karşılayan Çiçerin, konuyu bariz bir hoşnutlukla
yorumlamaktaydı.[119]
1920
yılının sonuna gelindiğinde bile ana eğilim, çözümleme ve netlik kazanma
yönünde değildi. Üstelik hâlâ rakip siyaset tercihleri hâkimiyet için
birbirleriyle yarışıyorlardı. Stalin’in Kasım’da hazırladığı raporlar uyarınca
Politbüro, ay sonunda bir yönerge kaleme aldı. Bu karar, esasen hükümetin karar
alma konusunda yaşadığı tereddütü ve İran ile ilgili rakip siyasetlerin
uzlaşması mümkün olmayan niteliğinin görülmediğini veya mevcut belirsizliğin
hüküm sürdüğünü ortaya koyuyordu. Tek görülen şey, İran’da İngiltere’nin
konumunu daraltabilecek bir anlaşmanın İran’la imzalanmanın eşiğine gelmiş
olması karşısında duyulan hoşnutluktu. Ama öte yandan Politbüro, meseleleri,
Sovyetler’in hedefinin İran ve başka yerler hususunda yayılmacı olduğunu iddia
edenlerin korkularını meşrulaştıracak bir biçimde çözüme kavuşturmaktaydı.
Örneğin:
“Politbüro, Azerbaycan’ı
savunmayı ve tüm Hazar Denizi’ne tek başına hâkim olmayı ana görev olarak
benimsiyordu. Bu amaç doğrultusunda Politbüro, yediden fazla tümenin
Azerbaycan’a nakledilip buranın bütünüyle güçlendirilmesi gerektiğini
düşünüyordu. RKP Örgütlenme Bürosu, bu noktada Stalin’i Azerbaycan’daki
çalışmalarda azami sayıda Müslüman Komünisti seferber etmekle
görevlendirdi.”[120]
Stalin’in
Kafkasötesi’ni ve Doğu’yu özgürleştirme konusunda duyduğu şahsi arzu göz önünde
bulundurulduğunda bu, gayet provokatif bir girişimdi. Zaten karar metninin
devamında da şu türden, kararın kendisiyle çelişen bir ricaya yer
verilmekteydi:
“Politbüro bir kez daha
Gürcüstan, Ermenistan, Türkiye ve İran ile ilişkili olarak azami ölçüde
uyumluluğu esas almanın, yani her şeyden önce savaştan kaçınmanın gerekli
olduğunu kabul etmiştir. Gürcüstan’a, Ermenistan’a ya da İran’a saldırmak gibi
bir görev belirlemiyoruz.”[121]
Yaklaşık
iki ay sonra, 22 Ocak 1921’de Karahan Sovyet askerlerinin İngiliz askerleri
çıkar çıkmaz İran’dan ayrılacağını söyledi. Kısa bir süre sonra Rıza Han’ın
iktidara gelişi, esasen İran’da tarafsız ve milliyetçi bir İran’ın ufukta
görüneceğinin delili gibiydi.[122] Şubat 1921’de İran’la yapılan anlaşma ise
Çiçerin’in İran siyasetinin zaferine dair bir nişaneydi. Ancak Stalin, 27 Kasım
tarihli kararı farklı şekilde yorumladı ve bu yorum, Türkiye ile savaşı
kışkırtmanın, Ermenistan’ı ve Gürcüstan’ı zorla işgal etmenin ve ilerleyen
yıllarda milletler arasında oluşacak nefretin tohumlarını ekmenin zeminini
teşkil etti. Anlaşmanın Gürcüstan’ın ele geçirilmesinden hemen sonra
imzalanması, tesadüfî değildi ve sanki yöntemlerinden ötürü Stalin’e çekilen
bir fırça gibiydi.
Anlaşmanın
imzalanmasıyla İran’daki Sovyet askerleri sıkıntı hâline geldi, zira anlaşmayı
İngiltere’yle imzalanan anlaşma takip etti. İran’la kurulacak ilişkilerin
sunacağı faydalar lehine, Sovyetler yereldeki kısıtlamaları ve faktörleri
yeterince değerlendirmeyen bir tür devrim ihracı teşebbüsünden vazgeçti.[123]
Sovyet askerlerinin varlıkları anlaşmayı ihlal ettiğinden ve Sovyetler’in
içinde bulunduğu koşullarda asla girmek istemeyeceği bir savaşa davetiye
çıkarttığından, bunların gitmesi gerekmekteydi.
Tabiatıyla
Çiçerin, esasen İngiltere’nin Sovyetler’i bir başka ülkedeki iç savaşı bahane
edip askerlerini orada tutmakla ve Küçük Han’a destek sunmakla suçlamasından
korkuyordu ki bu tür iddiaların öngörülemeyecek sonuçlarının olacağı, hoş
görülemeyecek ihtimallere kapı aralayacağı açıktı. Dolayısıyla Çiçerin,
Büyükelçi Rothstein gibi Lenin’i de Rıza Han’ı desteklemeye ikna etti.[124]
Küçük Han’la yeniden tesis edilen işbirliğine rağmen mevcut ittifak 1921
yılının ortalarında dağıldı. Ekim ayında, Bakû Kurultayı dönüşü, Küçük Han’ın
bilgisi dâhilinde olup olmadığı belli olmayan bir saldırı sonucu, bir grup
Cengelî savaşçısı tarafından öldürüldü. Ardından da Şah’ın askerleri Küçük
Han’ı öldürdüler. Bu olaylar İran’a müdahale siyasetinin sonunu getirdi ve Sovyet
askerleri ülkelerine döndüler.
Fakat
bu dönüş, Gürcüstan ve Azerbaycan teşkilâtlarının çıkış emirlerini altı-yedi ay
geç imzalaması sonucu, bir süre gecikti. Bu müdahale de Stalin’in kontrolünde
gerçekleşmekteydi. İlerleyen süreçte Çiçerin’in Louis Fischer’e anlattığı
kadarıyla, Şubat anlaşması sonrası Gürcü askerler akın ettiler ve Reşt’te bir
sovyet cumhuriyeti kurdular. İran, Büyükelçi Rothstein’e ihtarda bulundu, o da
Lenin’e gönderdiği telgrafta İran’ın devrime hazır olmadığını, İngiltere’nin
müdahale edebileceği ikazını iletti. Ardından Rothstein, muhtemelen Lenin’in
talimatıyla, Şah’tan Gilan cumhuriyetini yıkmasını istedi. Fischer’in aktardığı
kadarıyla:
“Hikâyeyi naklederken
Çiçerin, bana Şah Rıza’nın esir aldığı insanların içinde Tulalı Rus köylüleri
olduğunu söylemişti. Alaycı bir ifadeyle şunu aktarmıştı: ‘Stalin’in Gilan
Sovyet Cumhuriyeti askerleri, işte bunlardı!’ […]”[125]
Mart-Ekim
1921 arası dönemde Lenin ve Çiçerin, ardı ardına askerlerin İran’dan tahliyesi
emrini verdi ve o acı sona dek bu emirler, sürekli engellemeyle
karşılandılar.[126] Bu noktada asıl önemli olan husus, Stalin’in tarihten çevre
ülkelerde faal olan ve hırsına yenik düşen genel valilerin yol açabileceği
tehlikeleri ve merkezin kontrolünü bu tehlikelerden uzak tutmanın gerekliliğini
öğrenmişti.
İran
devrimi için çalışan partizanların umutları, esasen Sovyet zihniyetinin o sert
kayasına çarpıp suya batmıştı. Moskova’da, Zinovyev örneği üzerinden de
anlaşıldığı kadarıyla, Stalin’in, Sultan Galiyev’in veya İKP’nin siyaseti,
eldeki kontrolün önemli bir kısmını devletin belirlediği hedefler için teslim
etmek demekti. Stalin’in tercih ettiği yol, sınır hattındaki bölgelerde ciddi
güçlüklere yol açtı, hatta ülke, İran’la, Türkiye’yle veya İngiltere’yle
savaşın eşiğine geldi. Zinovyev de İngiltere konusunda benzer riskler alsa da
Stalin’in planlarında karşımıza çıktığı biçimiyle hiçbir zaman askerî güce
başvurmadı. Ayrıca onun çizgisi, Sovyetler’in elindeki egemenliğin belirli bir
bölümünü (Sovyetler açısından) güvenilmez bulunan Panislamist güçlere teslim
etmekteydi. Sultan Galiyev ve İKP’nin siyasetleri ise Müslüman radikallerin
Sovyetler’in iç ve dış siyaseti ile ilgili olarak belirli bir veto yetkisini
ele geçirme girişimi olarak görülebilirdi. Bu siyaset, aynı zamanda Leninist
teori ve milliyet siyasetinin özüne yönelik etnik ve ideolojik bir itiraz
olarak biçimleniyor, ilgili siyaset, Leninist teori ile milliyetçi siyaseti
parti ve proletarya adına hareket eden Müslüman milliyetlerle ikame ediyor,
beynelmilel devrimin merkezini doğuya kaydırıyordu.
Tüm
bunlar, Sovyet liderlerinin öngörülebilir maliyetlerin soyut kazanımları aştığı
bir teşebbüsün parçası olacakları süreci her yönden tehdit etti. Devletlerarası
ilişkiler ve bu çerçevede ilerleyen hareket büyük hedefler değilse de asgari
hedeflerin teminat altına alınabilmesi için gerekli olan uzak ara en güvenli
yoldu. Diğer tüm yollar, o günde belirsiz ve gayet uzakta olan yığınla faydayı
riske atmaktaydı. Polonya savaşı ve İran müdahalesi, sınırları belli olmayan
sosyalist devlet üzerine kurulu o eski enternasyonalist vizyonun üzerine mühür
vurdu, defteri kapattı. Bu iki gelişme, aynı zamanda Sovyetler’in içeride
yürüttüğü politikaları da önemli oranda etkiledi.
Panislamizmi
desteklemenin yol açacağı tehlike görülür görülmez hareket, tüm imkânlar
seferber edilerek, 1921 yılı içerisinde ezildi.[127] Sultan Galiyev ve
destekçileri iktidar aygıtından uzaklaştırıldılar. Sovyet diplomasisi üzerinde
veto yetkisine sahip olmak isteyen hiç kimse, hizip örgütleme imkânı bulamadı.
Muhtemelen bu deneyim, bir yandan da Müslüman bölgelerde devlet yönetimi,
toprak ve din ile ilgili meselelere dair 1920 tarihli siyasetin önünün
açılmasına katkı sundu, bu da Müslümanların enerjisinin daha kolay
yönetilebilir, ayrıksı yapılara kanalize edilmesini sağladı. Ayrıca söz konusu
deneyim, kısmî olarak, Onuncu Parti Kongresi’nde alınan milliyet politikasına
ve hizipçilik kararına da katkıda bulundu.
İran,
muhtemelen Polonya’da yaşanan deneyim, Stalin gibi siyaset için gerekli sezgiye
sahip kişileri, Sovyetler’in dışında yaşanacak devrimin Sovyet devletinin dış
siyaset mekanizmalarının kontrolünü ele geçirene dek gündemdışı olduğunu
anlamasını sağlamıştı. Ayrıca bu sayede hırslarına yenik düşmüş “genel
valiler”in kendi başlarına hareket etmelerinin yol açacağı tehlikeler de
görüldü. Tüm bu hususlar, otoritenin ve kontrolün merkezîleştirilmesinin,
konsolide edilmesinin, iyileştirilmesinin ve askerî amaçlar doğrultusunda
sanayi ile desteklenmesinin şart olduğu gerçeğine işaret ediyordu. 1927’de
Çin’in yaşadıkları, bu bakış açısını ayrıca dış ilişkiler konusunda
hizipçiliğin yol açabileceği tehlikeleri bir kez daha teyit etti.
1919-1921
arasında dönemde gerçekleştirilen müdahalenin yol açtığı maliyetler, kararlı
bir askerî harekât seçeneğini eledi, en azından gündemden düşmesini sağladı.
Gelgelelim milletlerarası durumun değiştiği koşullarda, “Sovyet devletinin
ulaştığı güç ve bulunduğu konum açısından Sovyetler’in doğrudan eyleminin sahip
olduğu potansiyel avantajlar, o maliyetleri aşıyor mu aşmıyor mu?” sorusu, hâlâ
cevabı verilememiş bir soru. İran’da ve Afganistan’da bu kaçınılmaz olarak
gündeme gelecek tercihe tanıklık etme fırsatına kısa bir süre sonra
kavuşacağız.
Stephen Blank
Riverside, Kaliforniya
Haziran 1979
Kaynak
Dipnotlar:
[1] A. Bennigsen, Ch. Lemercier-Quelquejay, Les mouvements nationaux chez
les Musulmans de Russie: le sultangalievisme au Tatarstan (Paris: Mouton,
i960); St. Blank, The unknown commissariat: the Soviet commissariat of
nationalities: Narkomnats, 1917-1924 (Yayınlanmamış doktora tezi, Şikago
Üniversitesi, 1979).
[2]
Zhizri natsional 'nostei, 3, 24. 11. 1978: 1 (bundan sonra Zhn).
[3]
Komintern i Vostok: bor'ba za leninskuiu strategiiu i taktiki v natsional'
noosvoboditel'nom dvizhenii (Moskova: Glavnaiared. vostochnoi literatury,
1969): s. 63-64.
[4]
В. G. Gafurov, Lenin i natsional' no-osvoboditel'noe dvizhenie v
stranakhvostoka (Moskova: Glavnaiared. vostochnoi literatury, 1970): s. 57.
[5]
Zhn, 5, 15.12.1918.
[6]
Zhn, 5(13), 16.2. 1919.
[7]
A.g.e.
[8]
A.g.e.
[9]
A.g.e.
[10]
Zhn, 8 (16), 9.3.1919.
[11]
R. G. Khairutdinov, «Iranskie internatsionalisty v sovetskoi Rossii.
1918-1920» Národy Azii i Afriki, 6 (1977): s. 13.
[12]
A.g.e.
[13]
A.g.e., s. 14-19.
[14]
G. Lenczowski, Russia and the West in Iran: 1918-1948 (Ithaca, N.Y.:
Cornell Univ. Press, 1949): s. 9-10; E. H. Carr, The Bolshevik revolution
1917-1923 (Harmondsworth, Middlesex: 1966), III: s. 236-239.
[15]
Trudy Instituta istorii partii pri TsK KP A zerbaidzhana (Bakü: 1967):
s. 56.
[16]
Lenin v bor'be za revoliutsionnyi Internatsional (Moskova: Nauka, 1970):
s. 572.
[17]
V. N. Plastun, “Iranskie trudiashchiesiia v grazhdanskoi voine v Rossii” Národy
Azii i Afriki, 2 (1972): s. 57-58.
[18]
Zhn, 15(23), 27.4.1919: 1.
[19]
Zhn, 18(26), 18.5. 1919; 19(27), 25.5. 1919: 1-2.
[20]
A.g.e., s. 2.
[21]
Zhn, 20(28), 1.6.1919: 1.
[22]
A.g.e.
[23]
A.g.e.
[24]
Zhn, 26(34), 6.7.1919.
[25]
Zhn, 27(35), 13.7.1919; 28(36), 20.7.1919.
[26]
Zhn, 29(37), 27.7.1919.
[27]
Bunun kökleri sert bir tartışmanın patlak verdiği partinin 1903 tarihli ikinci
kongresine dek uzanır.
[28]
Zhn, 30(38), 10.8.1919.
[29]
Zhn, 31(39). 17.8. 1919.
[30]
Zhn, 32(40), 24.8. 1919.
[31]
Zhn, 33(41), 31.8.1919; 34(42), 7.9.1919; 35(43), 14.9.1919.
[32]
Zhn, 34(42), 7.9.1919.
[33]
Vtoroi Kongress Kominterna (Moskova: izd. polit, literatury, 1972): s.
32-33.
[34]
A.g.e.; Zhn, 41(49), 26.10.1919.
[35]
Narodnyi komissariat po inostrannym delam: otchet sed’momu s’’ezdu sovetov,
noiabr’ 1918-dekabr’ 1919 (Moskova: Gosizdat, 1919): 26.
[36]
Zhn, 7(15), 2.3.1919: 1.
[37]
Zhn, 39(47). 12.10.1919.
[38]
St. Blank, a.g.e.; A. Bennigsen, Ch. Lemercier-Quelquejay, a.g.e.
[39]
Zhn, 45(53), 30.11. 1919.
[40]
Zhn, 46(54), 7.12. 1919.
[41]
A.g.e.
[42]
A.g.e.
[43]
Zhn, 47(55). 14-12.1919.
[44]
Komintern i Vostok, A.g.e., s. 94.
[45]
Kırım Tatarları’nın Sultan Galiyev’in düşlerine ilgi göstermemesi hususunda
bkz. Zhn, 49(57), 28.12.1919; 4(61), 1.2. 1920.
[46]
Zhn, 1(58), 4. 1. 1920,
[47]
Zhn, 4(61), 1. 2. 1920.
[48]
Zhn, 9(66), 21.3. 1920.
[49]
Zhn, 13(70), 29.4.1920.
[50]
Komintern i Vostok, a.g.e., s. 75.
[51]
V. N. Plastun, a.g.e., s. 57-58.
[52]
A.g.e., s. 58.
[53]
A.g.e., s. 62.
[54]
Komintern i Vostok, a.g.e., s. 92-93.
[55]
A.g.e. Bunun sebepleri her ne kadar belirtilmemişse de benim tahminime
göre o diğerlerinin politik bakış açısını paylaştığı veya onun etkisi altında
olduğu konusunda yanlış yönlendirilmişti.
[56]
A.g.e., s. 98.
[57]
Sh. A. Tagieva, "Nariman Narimanov i Vostok," Národy Azii i Afriki,
2 (1976): s. 83.
[58]
A.g.e.
[59]
H. Kapur, Soviet Russia and Asia. IQ17-IQ27 (Geneva: V. Chevalier,
1966): s. 166-167.
[60]
G. B. Garibdzhanian, V. I. Lenin i bol'sheviki Zakavkaz'ia (Moskova:
izd. polit, literatury, 1971).
[61]
S. Kh. Karapetian, Kommunisticheskaia partita v bor'be za pobedu
oktiabr'skoi revoliutsii v Arménii (Erevan: Aipetrat, 1959).
[62]
G. M. Gasanov, “Velikii oktiabr' i natsional'no-osvoboditel'noe dvizhenie v
Irane”, Trudy Instituta istorii partii TsK KP Azerbaidzhana (Baku: 1968)
29: s. 64-65.
[63]
S. Zabih, The Communist movement in Iran (Berkeley and Los Angeles:
Univ. of California Press, 1966): 20-21; R. Abikh, "Natsional'noe i
revoliutsionnoe dvizhenie v Persii," Novyi Vostok, 29 (1930): s.
102-104.
[64]
G. Lenczowski, a.g.e., s. 56.
[65]
A.g.e., s. 52-53.
[66]
A. N. Kheifets, Sovetskaia Rossiia i sopredel'nye strany Vostoka v gody
grazhdanskoi voiny. 1918-1920 (Moskova: Nauka, 1964): s. 241-242.
[67]
G. Lenczowski, a.g.e., s. 57-59.
[68]
S. Zabih, a.g.e., s. 18.
[69]
R. H. Ullman, The Anglo-Soviet Accord (Princeton: Princeton Univ. Press,
1972): s. 122, 163. Lâkin benim hissiyatıma göre o, Sovyetler’in hedeflerine
ilişkin ifadelerindeki dış görünüşe bakıyor ama derinine bakmıyor.
[70]
L. Fischer, The Soviets in world affairs: a history of relations between the
Soviet Union and the rest of the world. 1917-1920 (New York: Random House,
1951): s. XIII-XV.
[71]
S. N. Harper, Papers, Regenstein Library, Univ. of Chicago: box 55,
folder 11.
[72]
M. N. Roy, Memoirs (Bombay: Allied publishers private Ltd, 1964): s.
534; E. D. Stasova, Stranitsy zhizni i bor'by (Moskova, Gosizdat polit,
literatury, 1957): s. 109-110.
[73]
E. H. Carr, a.g.e., s. 245-246.
[74]
S. Zabih, a.g.e., s. 24-25.
[75]
N. S. Fatemi, Diplomatic history of Persia. 1917-1923 (New York: Russell
F. Moore Co Inc., 1952): s. 230-232.
[76]
A.g.e., G. Lenczowski.
[77]
A. N. Kheifets, a.g.e., s. 244.
[78]
S. L. Agaev, V. N. Plastun, “Razrabotka programmy i taktiki kompartii”, Národy
Azii i Afriki, 3 (1976): s. 32-33.
[79]
A.g.e., s. 36-37.
[80]
S. Zabih, a.g.e., s. 23-25.
[81]
A. N. Kheifets, a.g.e., s. 247.
[82]
A.g.e.
[83]
Vtoroi Kongress Kominterna, a.g.e., s. 172-173.
[84]
Lenin v bor'be..., a.g.e., s. 582.
[85]
V. N. Plastun, : s. 59.
[86]
M. A. Persits, “V. I. Lenin o levosektantskikh oshibkakh pervykh kommunistov
Vostoka. 1918-jul' 1920," Národy Azii i Afriki, 2 (1970): s. 57-58.
[87]
A.g.e.; M. A. Persits, "Ideinaia bor'ba po probleman sootnosheniia
kommunKiosmticihnetsekrongao," i osvoboditel'nogo dvizhenii na Vostoke v
period Il-go Kongressa Národy Azii i Afriki, 5 (1974): s. 45.
[88]
M. A. Persits, "V. I. Lenin...," a.g.e., s. 66.
[89]
M. A. Persits, "Ideinaia bor'ba...," a.g.e.
[90]
I. V. Stalin, Sochineniia (Moskova: 1946-1951) V, 1-2, ve 21 Şubat 1921
tarihli KP kararı.
[91]
M. A. Persits, "V. I. Lenin...," a.g.e., s. 68.
[92]
A. N. Kheifets, a.g.e., s .68.
[93]
M. A. Persits, "Ideinaia bor'ba...," a.g.e., 46; S. L. Agaev,
V. N. Plastun, a.g.e., s. 36.
[94]
Vtoroi Kongress Kominterna, a.g.e., s. 168-169.
[95]
A.g.e.
[96]
Vtoroi Kongress kommunisticheskogo Internatsionala. Stenograficheskii otchet
(Petrograd: izd. kommun. Internatsionala, 1921): s. 116.
[97]
A.g.e., s. 117-118.
[98]
A.g.e., s. 119, 598-599; V. I. Lenin, Polnoe sobranie sochinenii,
5. Baskı (Moskova: 1958-1965) XLI: s. 161-169; N. S. Fatemi, a.g.e.,
225; V. I. Lenin, i kommunisticheskii Internatsional (Moskova: izd,
polit, literatury, 1970): s. 199-204.
[99]
E. H. Carr, a.g.e., s. 255-260.
[100]
Torzhestvo leninskoi natsional'noi politiki (Cheboksary: 1972): s. 59.
[101]
Zhn, 18(75), 15.6. 1920.
[102]
Zhn, 24(81), 25.7.1920.
[103]
Zhn, 26(83), 10.8. 1920: 3.
[104]
B. G. Gafurov, a.g.e., s. 77.
[105]
A.g.e.
[106]
1.4.1922 tarihli rapor. S. N. Harper, a.g.e. içinde; Kutu 46, Dosya 2:
1. Internal Eldeki kanıtlar 1920 ortalarında yaşanan olaylar atıfta
bulunmaktadırlar. E. H. Carr, a.g.e., s. 264.
[107]
S. N. Harper, a.g.e., report of 1.4. 1922: 2.
[108]
A.g.e.
[109]
Bu dönemde varlığını koruyan, kurumsallaşmış hizipler veya lobilerden başka
kanıtlar gösterebiliriz.
[110]
Dokumenty vneshnei politiki SSSR (Moskova: Gospolitizdat, 1959) II: s.
223-224.
[111]
S. N. Harper, 1.4.1922 tarihli rapor, alıntı: s. 4-9.
[112]
A. Mnatsakanian, Poslantsy Sovetskoi Rossii v Arménii (Erevan: Aipetrat,
1959): s. 56-57.
[113]
A.g.e., s. 117-118.
[114]
E. H. Carr, a.g.e., 263-269; В. Lazitch, M. M. Drachkovitch, Lenin
and the Comintern, Cilt I (Stanford, Calif.: Hoover Institution Press,
Stanford Univ. Press, 1972): s. 398-406; St. White, “Communism and the East:
the Baku Congress 1920”, Slavic Review, 3, XXXIII (1974): s. 492-514.
[115]
E. D. Stasova, Vospominaniia (Moskova, 1969): s. 179-180; B. Lazitch, M.
M. Drachkovitch, a.g.e., s. 406-409; Zhn, 40(97), 15. 13. 1920:
s. 1.
[116]
A. N. Kheifets, Lenin, velikii drug narodov Vostoka (Moskova: izd.
Vostochnoi literatury, 1960): s. 132-133.
[117]
Irandust, “Voprosy Gilanskoi revoliutsii”, Istorik marksist, 5 (1927):
s. 33.
[118]
Zhn, 7 (105), 17.3.1921: 2; G. V. Chicherin, Statii i rechi po
voprosam mezhdunarodnoi politiki (Moskova: izd. sotsial'no-ekonom.
literatury, 1961): s. 98.
[119]
S. Zabih, a.g.e., s. 35-39.
[120]
V. I. Lenin, a.g.e., XLIII: 47; G. K. Zhvaniia, V. I. Lenin i
bol'sheviki Zakavkaz'ia (Tiflis: Meroni, 1969): s. 253.
[121]
A.g.e., V. I. Lenin, alıntı yapılan yerde.
[122]
H. Kapur, a.g.e., s. 250; E. H. Carr, a.g.e., s. 293; A. N.
Kheifets, Sovetskaia Rossiia i národy Vostoka. 1921-1927 (Moskova:
Glavnaia red. vostochnoi literatury, 1968): s. 58-59.
[123]
E. H. Carr, a.g.e., s. 294.
[124]
A. N. Kheifets, Sovetskaia Rossiia..., a.g.e., s. 222.
[125]
L. Fischer, a.g.e.
[126]
A.g.e., A. N. Kheifets, Lenin..., a.g.e., 64; Sovetskaia
Rossiia..., a.g.e., s. 225-226.
[127]
Örneğin Stalin’in 1921 başında panislamizme ve pantürkizme saldıran sözler sarf
ettiği, Müslüman komünistlere yönelik yaptığı konuşma. I. V. Stalin, Sochineniia,
a.g.e., V: 1-4.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder