Geçmişte bir sol örgütün kadın çalışmasına, daha
doğrusu, feminist yönelimine ait internet sitesinde söze şu yanlış tespitle
başlanıyordu:
“Dil ve düşünce aynıdır.”
Bu tespitin aktarılmasının amacı, küfür konusunda
belirli bir duyarlılık yaratmaktı, ama sırt, dilbilimsel ve felsefî açıdan
yanlış bir önermeye dayandırılıyordu. Dolayısıyla, gömleğin düğmeleri, daha
baştan, yanlış iliklenmekteydi.
Çünkü dil ve düşünce aynı değil, olamaz.
Burada önsel olarak belirli bir hiyerarşi kurulmakta,
birileri dil-düşünce bütünlüğü sağladığı için yukarıya, sağlayamayanlarsa
aşağıya yerleştirilmektedir. Bu, özü itibarıyla ırkçıdır. Buna göre, ne
dediğini bilen, düşündüğünü dile getirebilen, dilini düşünen özne yücedir, geri
kalansa köledir. Bu anlamıyla, Kadın ile alakalı olan, Batı kaynaklı her türden
kurgu ve tasarım, sömürgecilikle ve yayılmacılıkla maluldür. AKP, her şeyin
bahanesinden ibarettir.
Bu tür kurgu ve tasarımlar, küçük burjuvalar eliyle
pazarlanmakta, temelde dil-düşünce arasındaki örtüşmezliğe ve gerilimlere dair
bir örtü işlevi görmektedir. Düzen, kendisini birilerine öteki, ezilen rolü
bahşedip, onların üzerine birer örtü sermek suretiyle idame ettirmektedir.
* * *
İnsan, bir kısrak gibi tam vaktinde doğan bir canlı
olsaydı, sorun yoktu, ama aşağı yukarı 12 aya ihtiyaç duyan insan yavrusunun gelişimi
tamamlanmadan doğum gerçekleşmektedir, zira bu süre tamamlandığında, bebek
anneyi zehirleyip öldürmektedir. Dolayısıyla, kimi bilim insanları, dil ve
düşünce arasındaki ayrışma türünden örtüşmezlikleri bu kesikle, üç aylık
mesafeyle ilişkilendirmektedirler.
Aynı şekilde, Marx’ın “özle biçim aynı olsaydı, bilim
olmazdı” sözü de gelmelidir akla. Dili düşünceyle örtüştürenler, sözü; özü
biçimle aynı görenler, bilimi; teoriyle pratiği birleyenler, eylemi
sakatlamaktadırlar. Bunlara burjuva reformist siyasetiyle proleter devrimci
siyasetini bir tutanlar eklenmektedir.
Dolayısıyla politik mücadele, küçük burjuvaların hâkim
olduğu siyaset arenasında, ideal insan tiplerinin, üst-insan tasarımlarının,
kusursuz örtüşme hâllerinin peşinden koşmak olarak anlaşılmakta, kitlelerdeki
çarpıklık, yanlışlık, eksiklik, düşüklük, biçarelik, dilsizlik vs. geri ve
aşağılık kabul edilmektedir. Sonuçta sol, kendisini dağdaki çobana değil, Aysun
Kayacı’ya göre inşa etmektedir. Sol, solun şefleri, bu inşa pratiğinden gayet
memnundur.
Kusursuz, eksiksiz, tam örtüşme hâlleri, kahraman,
mitik insan tipleri üzerinden geçmişe de aksettirilir. Geçmişin kahramanları,
eksikleri ve yanlışları ile değil, tam ve doğru olmalarıyla değer bulur. Teorik
tartışma, her daim, bu kahramanların hangisinin tam ve doğru olduğu ile
ilgilidir. Oysa bu tartışmanın kitleler nezdinde bir karşılığı yoktur. Bu
sebeple, solun sorduğu şu soru, mantıken, daha baştan yanlıştır:
“İnsanlar nasıl bir araya gelip eyleme
geçiyorlar?”
Burada sorunun birimi, bireyler olmamalıdır. Tüm
çelişkileri, eksiklikleriyle sınıfsal kolektif dinamikler üzerinde durulmalıdır.
Bireylerin merkeze konulması, solu bir yere götürmez. Bireye kendini beğendirme
üzerine kurulu siyaset, kimlikçiliğe mahkûmdur.
Zihinde kurgulanan örtüşme hâlleri, pratikte bir
şal/örtü görevi görürler. Böylelikle politik mücadelenin istifade ve istismar
edeceği çatlaklar, çelişkiler ve ayrışmalar görülmez hâle gelirler. Her şeyi
kendisinde cem etmiş, birlemiş, bütünleştirmiş, daha doğrusu, bu algıyı satan
kişi, özne veya örgüt, bu çatlakları, çelişkileri ve ayrışmaları görmeyecek,
daha doğrusu görmek istemeyecektir. Zira bunlar, o ceme, bire ve bütüne halel
getirecek, tehditkâr unsurlardır. Sonuçta çatlakları, çelişkileri ve
ayrışmaları görmek, “nesnelcilik” olarak eleştiriye tabi tutulmaktadır.
Bireylere “işte bunlar sizin özne olmanızı istemiyorlar, buna engel oluyorlar”
deyip gaz vermek çıkışsızdır, çünkü ilgili yaklaşım, burjuva ideolojisinin
hâkimiyeti altındadır.
Bu anlamda, batılı liberal feministlerin Kadın kurgusu,
soyuttur. Gerçek kadınsa somuttur ve bir yığın çelişkiyle maluldür. Semra
Kuytul’a yönelik hakaretin sebebi de saf, bütünlüklü, çatlaksız, kusursuz bir
özne görmek istenmesidir. Böyle olduğunu varsayan özne, her şeyi düzlemeye
mecburdur. Dil, düşünce, öz, biçim, teori ve pratik, onda birlenmiştir. Bu
imkânsızlık, sözü ve eylemi de imkânsızlaştırır.
Oysa çelişkilere hareket alanı sağlanmalıdır.
Çelişkilerin hareketsiz kılınması, egemenlerin ekmeğine yağ sürer. Örneğin
Stalin, kendisi de çelişkili biridir ve çelişkilerle yalın ve duru bir ilişkiye
sahiptir, hatta bir değerlendirmede dile geldiği biçimiyle, o “çelişkileri
yönetmesini bilendir”.
Stalin eleştirileri, esasen çelişkilerle ilişkiyi
düzlemeye dönük dolayım olarak iş görmüştür. Yani kimileri, Stalin’i bahane
ederek, çelişkileri kendinde düzlemiş, her şeyi kendisine bağlama imkânı bulmuştur.
Stalin’e saldırı, bu anlamda, Sovyetler’in dünya bağlamında yarattığı çatlağın
üzerine örtü sermekle alakalıdır.
Zihinde düz çizgi çizince gerçeğin de buna gerekli
cevabı üreteceğini sanmak, büyük bir yanılgıdır. “Onca şey yapıyoruz, sınıf
dönüp bize niye bakmıyor?” diye düşünmek, politikanın bittiği noktadır.
Düşündükçe bitecektir.
* * *
Faşizm antipolitizm; liberalizm apolitizmdir.
Politikasız dünya faşizmde önsel; liberalizmde sonsaldır.
Faşizmden kaçıp liberallerin politika dışı kucağına
kaçmayı özgürlük bahanesiyle yüceltmemek gerekir. Politika, ayrışmalarla,
çelişkilerle, çatlaklarla ilgili bir meseledir. Bu açıdan, onu zorla düzlemeye
dönük bir çaba olarak faşizme karşı olmak, onu ikna yoluyla düzlemeye çabalayan
liberalizme karşı olmayı gerekli kılar.
Temelde sosyalist hareket, sırat köprüsünde yürümekte,
ne yaparsa yapsın, sağa devrilip faşizme; sola devrilip liberalizme/sosyal
demokrasiye düşmekten korkmaktadır. Oysa böylesi bir korkuya hacet yoktur:
Kitle dâhilinde iktidara karşı somut güç oluşturma gayreti içinde olunduğunda,
düşme korkusu da ortadan kalkacaktır. Dili, düşünceyi, teoriyi, pratiği, özü,
biçimi kendisinde bütünlemiş olanlar, aşağı indiklerinde, çelişkilerle birlikte
yol almayı da, mecburen, bileceklerdir.
Eren Balkır
25 Aralık 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder