Pages

25 Aralık 2018

Sırat Köprüsü

Geçmişte bir sol örgütün kadın çalışmasına, daha doğrusu, feminist yönelimine ait internet sitesinde söze şu yanlış tespitle başlanıyordu:

“Dil ve düşünce aynıdır.”

Bu tespitin aktarılmasının amacı, küfür konusunda belirli bir duyarlılık yaratmaktı, ama sırt, dilbilimsel ve felsefî açıdan yanlış bir önermeye dayandırılıyordu. Dolayısıyla, gömleğin düğmeleri, daha baştan, yanlış iliklenmekteydi.

Çünkü dil ve düşünce aynı değil, olamaz.

Burada önsel olarak belirli bir hiyerarşi kurulmakta, birileri dil-düşünce bütünlüğü sağladığı için yukarıya, sağlayamayanlarsa aşağıya yerleştirilmektedir. Bu, özü itibarıyla ırkçıdır. Buna göre, ne dediğini bilen, düşündüğünü dile getirebilen, dilini düşünen özne yücedir, geri kalansa köledir. Bu anlamıyla, Kadın ile alakalı olan, Batı kaynaklı her türden kurgu ve tasarım, sömürgecilikle ve yayılmacılıkla maluldür. AKP, her şeyin bahanesinden ibarettir.

Bu tür kurgu ve tasarımlar, küçük burjuvalar eliyle pazarlanmakta, temelde dil-düşünce arasındaki örtüşmezliğe ve gerilimlere dair bir örtü işlevi görmektedir. Düzen, kendisini birilerine öteki, ezilen rolü bahşedip, onların üzerine birer örtü sermek suretiyle idame ettirmektedir.

* * *

İnsan, bir kısrak gibi tam vaktinde doğan bir canlı olsaydı, sorun yoktu, ama aşağı yukarı 12 aya ihtiyaç duyan insan yavrusunun gelişimi tamamlanmadan doğum gerçekleşmektedir, zira bu süre tamamlandığında, bebek anneyi zehirleyip öldürmektedir. Dolayısıyla, kimi bilim insanları, dil ve düşünce arasındaki ayrışma türünden örtüşmezlikleri bu kesikle, üç aylık mesafeyle ilişkilendirmektedirler.

Aynı şekilde, Marx’ın “özle biçim aynı olsaydı, bilim olmazdı” sözü de gelmelidir akla. Dili düşünceyle örtüştürenler, sözü; özü biçimle aynı görenler, bilimi; teoriyle pratiği birleyenler, eylemi sakatlamaktadırlar. Bunlara burjuva reformist siyasetiyle proleter devrimci siyasetini bir tutanlar eklenmektedir.

Dolayısıyla politik mücadele, küçük burjuvaların hâkim olduğu siyaset arenasında, ideal insan tiplerinin, üst-insan tasarımlarının, kusursuz örtüşme hâllerinin peşinden koşmak olarak anlaşılmakta, kitlelerdeki çarpıklık, yanlışlık, eksiklik, düşüklük, biçarelik, dilsizlik vs. geri ve aşağılık kabul edilmektedir. Sonuçta sol, kendisini dağdaki çobana değil, Aysun Kayacı’ya göre inşa etmektedir. Sol, solun şefleri, bu inşa pratiğinden gayet memnundur.

Kusursuz, eksiksiz, tam örtüşme hâlleri, kahraman, mitik insan tipleri üzerinden geçmişe de aksettirilir. Geçmişin kahramanları, eksikleri ve yanlışları ile değil, tam ve doğru olmalarıyla değer bulur. Teorik tartışma, her daim, bu kahramanların hangisinin tam ve doğru olduğu ile ilgilidir. Oysa bu tartışmanın kitleler nezdinde bir karşılığı yoktur. Bu sebeple, solun sorduğu şu soru, mantıken, daha baştan yanlıştır:

“İnsanlar nasıl bir araya gelip eyleme geçiyorlar?”

Burada sorunun birimi, bireyler olmamalıdır. Tüm çelişkileri, eksiklikleriyle sınıfsal kolektif dinamikler üzerinde durulmalıdır. Bireylerin merkeze konulması, solu bir yere götürmez. Bireye kendini beğendirme üzerine kurulu siyaset, kimlikçiliğe mahkûmdur.

Zihinde kurgulanan örtüşme hâlleri, pratikte bir şal/örtü görevi görürler. Böylelikle politik mücadelenin istifade ve istismar edeceği çatlaklar, çelişkiler ve ayrışmalar görülmez hâle gelirler. Her şeyi kendisinde cem etmiş, birlemiş, bütünleştirmiş, daha doğrusu, bu algıyı satan kişi, özne veya örgüt, bu çatlakları, çelişkileri ve ayrışmaları görmeyecek, daha doğrusu görmek istemeyecektir. Zira bunlar, o ceme, bire ve bütüne halel getirecek, tehditkâr unsurlardır. Sonuçta çatlakları, çelişkileri ve ayrışmaları görmek, “nesnelcilik” olarak eleştiriye tabi tutulmaktadır. Bireylere “işte bunlar sizin özne olmanızı istemiyorlar, buna engel oluyorlar” deyip gaz vermek çıkışsızdır, çünkü ilgili yaklaşım, burjuva ideolojisinin hâkimiyeti altındadır.

Bu anlamda, batılı liberal feministlerin Kadın kurgusu, soyuttur. Gerçek kadınsa somuttur ve bir yığın çelişkiyle maluldür. Semra Kuytul’a yönelik hakaretin sebebi de saf, bütünlüklü, çatlaksız, kusursuz bir özne görmek istenmesidir. Böyle olduğunu varsayan özne, her şeyi düzlemeye mecburdur. Dil, düşünce, öz, biçim, teori ve pratik, onda birlenmiştir. Bu imkânsızlık, sözü ve eylemi de imkânsızlaştırır.

Oysa çelişkilere hareket alanı sağlanmalıdır. Çelişkilerin hareketsiz kılınması, egemenlerin ekmeğine yağ sürer. Örneğin Stalin, kendisi de çelişkili biridir ve çelişkilerle yalın ve duru bir ilişkiye sahiptir, hatta bir değerlendirmede dile geldiği biçimiyle, o “çelişkileri yönetmesini bilendir”.

Stalin eleştirileri, esasen çelişkilerle ilişkiyi düzlemeye dönük dolayım olarak iş görmüştür. Yani kimileri, Stalin’i bahane ederek, çelişkileri kendinde düzlemiş, her şeyi kendisine bağlama imkânı bulmuştur. Stalin’e saldırı, bu anlamda, Sovyetler’in dünya bağlamında yarattığı çatlağın üzerine örtü sermekle alakalıdır.

Zihinde düz çizgi çizince gerçeğin de buna gerekli cevabı üreteceğini sanmak, büyük bir yanılgıdır. “Onca şey yapıyoruz, sınıf dönüp bize niye bakmıyor?” diye düşünmek, politikanın bittiği noktadır. Düşündükçe bitecektir.

* * *

Faşizm antipolitizm; liberalizm apolitizmdir. Politikasız dünya faşizmde önsel; liberalizmde sonsaldır.

Faşizmden kaçıp liberallerin politika dışı kucağına kaçmayı özgürlük bahanesiyle yüceltmemek gerekir. Politika, ayrışmalarla, çelişkilerle, çatlaklarla ilgili bir meseledir. Bu açıdan, onu zorla düzlemeye dönük bir çaba olarak faşizme karşı olmak, onu ikna yoluyla düzlemeye çabalayan liberalizme karşı olmayı gerekli kılar.

Temelde sosyalist hareket, sırat köprüsünde yürümekte, ne yaparsa yapsın, sağa devrilip faşizme; sola devrilip liberalizme/sosyal demokrasiye düşmekten korkmaktadır. Oysa böylesi bir korkuya hacet yoktur: Kitle dâhilinde iktidara karşı somut güç oluşturma gayreti içinde olunduğunda, düşme korkusu da ortadan kalkacaktır. Dili, düşünceyi, teoriyi, pratiği, özü, biçimi kendisinde bütünlemiş olanlar, aşağı indiklerinde, çelişkilerle birlikte yol almayı da, mecburen, bileceklerdir.

Eren Balkır
25 Aralık 2018

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder