Romanya tarihinde önemli kabul edilen bir yazar,
Bogdan Petriceicu Hasdeu. Aynı zamanda filolog olan Hasdeu, dönemin Liberal
Parti taraftarı. Aşağıdaki değerlendirmesi Yahudilerle ilgili:
“Yahudiler,
tefeci ve esnaflardan oluşan ayrı bir milletmiş gibi dolaşıyorlar ortalıkta.
Çalışmıyorlar, hiçbir şey üretmiyorlar ama nasılsa büyük servet kazanıyorlar.
Yahudiler, bir ülkeye sızdıktan kısa bir süre sonra para kazanma veya esnaflık
gibi meslekler büyüme gösteriyor. Kısa zamanda Yahudiler, büyük bir servet biriktirmeyi
biliyorlar. Pazarı kontrol edip diğer insanların itibarlarını ayaklar altına
alarak iyice palazlanıyorlar.”
İkinci Dünya Savaşı öncesi Romanya’da bu türden
antisemitist bildiriler dağıtılıyor. Siyonist hareket, Avrupa’daki Yahudilerin
Filistin’e göç etmeyi istemelerini sağlamak adına, perde gerisinden çalışmalar
yürütüyor. Romanya’dan Filistin’e yüz bin kadar insan göç ediyor ve bu göçte
Siyonistlerin egemenlerle kurduğu ilişkiler, büyük bir rol oynuyor.
Romanya tarihinde, başka yerlerde de görülen bir
gelişme var: Kral, ortalığı toparlasınlar diye faşist Lejyonerler Hareketi’ni
devreye sokuyor. Liderleri idam edilmesine karşın hareket, devletin hizmetine
büyük bir şevkle koşuyor. Devletin yürürlüğe soktuğu Rumenleştirme yasaları
sayesinde Yahudilerin malları Rumenlere dağıtılıyor.
Şalom gazetesi yazarı Karel Valansi ise Türkiye’nin kuruluşunda dedesinin oynadığı rolle övünüyor.[1] Dedesi, efendiler adına, “yüz seneyi on seneye sığdırıyor.” Bu noktada o dedeler, Rumların ve Ermenilerin mallarının Türkleştirilmesinde önemli roller oynuyorlar. Valansi, “memleketi biz kurduk, dedem kurdu” diyor. Doğru söylüyor.
Rumların ve Ermenilerin mallarının transfer edildiği
süreçte Türklere ittifak önerisi sunan kimi Yahudiler, bir yandan da, sonrasında o başa bela olmasın diye Türklüğü
tanımlıyorlar. Genel mânâda Kuvvayı Milliye direniş hücreleri, Hristiyan
dünyaya “vatanı satma riski bulunan kesimler”in yaşadığı yerlerde teşkil
ediliyorlar. Antep’te Ermeni mallarına çöreklenenler yönetiyor oradaki kültürü,
siyaseti ve ekonomiyi.
Bu ülke ki yıllar önce çok seyredilen bir şarkı yarışmasının
çekimleri Yahudi bayramına denk geldi diye program yayınının ertelendiği bir
yer. Aynı durumun İslamî gerekçeler üzerinden yaşanması hâlinde yaygarayı
kopartacak olanlar, bu gelişmeye nedense hiç ses etmiyorlar. Din düşmanı
olanların ağzından Yahudiliğe dair tek bir eleştiri çıkmıyor.
Ama nedense bugünlerde “antisemitizm” yaftası, sola da
yapıştırılıyor. Şalom yazarı Meriç Aytekin[2], özünde solun, Mahir Çayan’ın,
Marksizmin, Ulrike Meinhof’un “antisemitist” olduğunu yazıyor. Tezini de
bunların “para eşittir Yahudi” önermesine iman ettikleri iddiası üzerine
kuruyor. Buradan da antisemitizmin İsrail karşıtlığına zemin teşkil ettiğini
söylüyor.
Meriç Aytekin, esasen yazısını, soldaki İsrail
karşıtlığını kırmak için kaleme alıyor. “Zulüm görmüş Yahudi” anlatısının ardına sakladığı şey, İsrail
zulmü, gasp, hırsızlık, zorbalık, hukuk bilmezlik, uşaklık ve emperyalizm
bekçiliği. Marx’taki bilimselliği tırnak içine alması ise onun Marx’a ve
sosyalist harekete düşmanlığından kaynaklanıyor.
Meriç, bu yazıyı İsrail’in o faşist ve ırkçı ulus-devlet
kanununu yürürlüğe soktuğu dönemde yazıyor. Solun kendi devletine değil de
Filistin’e destek olmasına içerliyor, kızıyor. Öfkesini bu türden yazılarla
dışa vuruyor.
“Para eşittir Yahudi” meselesi, hem Yahudi kutsal
metinlerinin bir talebinden hem de Hristiyanların toprak işlerini ve toprak
sahibi olmayı Yahudilere yasaklamasından kaynaklanıyor. Marx’ın gençlik
yıllarında kaleme aldığı felsefi-politik metinden antisemitizm çıkartmak için
bayağı bir düşman olmak gerekiyor. Sonuçta Marx, analojik düzlemde, Avrupa’daki
Yahudi meselesinin arka planını sorguluyor. Şalom’un zannettiğinin
aksine, orada geçen “Yahudi” kelimesi, kendisini ifade etmiyor.
Ayrıca, şu ayrımı yapmak lazım: Şalom ve
şürekâsı Yahudi değil, Siyonist. O, Yahudi cemaatinin değil, İsrail devletinin
bir yayın organı. Dahası, bir din devletinin kendisini ulus-din-sınıf temelinde
inşa etmesine yönelik itirazları savuşturma yöntemlerini solun kabul etmesini
kimse bekleyemez. Özünde Şalom ve yazarlarını yandaki tweet’teki
düşmanlıkla, “terörist”i yanlış yerde aramasıyla birlikte anlamak gerekiyor.
Öte yandan, Meriç Aytekin’in aktardığı Ulrike
alıntısında eksik bırakılmış parçalar mevcut.
RAF’ın kurucularından Horst Mahler, Ekim 1970’te tutuklanıyor. Kendisinden beş ay önce tutuklanmış olan Ulrike Meinhof, Mahler’in 1972 Haziran’ındaki mahkemesine tanık olarak çağrılıyor. Meinhof, mahkeme salonunda tanıkların oturduğu camla kaplı bölmeye oturmak istemiyor. Holokost sürecini yönetmiş Nazi subayı Eichmann’a atfen, bölmeyi “Eichmann kutusu” olarak nitelendiriyor. Kavga çıkartıyor. Mahkeme başkanının “Mesleğin ne?” sorusuna, “Faşizmle mücadele” cevabını veriyor. Arada belirtmiş olalım: Meriç Aytekin, işte tam da bu meslekten nefret ediyor. Devletinin faşist olduğunu o da çok iyi biliyor.
Duruşmada Münih Olimpiyatları’nda Filistinli
devrimcilerin saldırısı da gündeme geliyor. Mahler, bu saldırının “antifaşist”
olduğunu söylüyor: “İsrail, timsah gözyaşları döküyor. Kendi sporcularını tıpkı
Nazilerin Yahudileri yaktığı gibi yakmıştır” diyor.
Söze Ulrike giriyor. Tüm Alman halkının faşizmle
suçlanamayacağını söylüyor. Hatta ondaki “antisemitizmin özünde antikapitalist
olduğunu” iddia ediyor. Devamında da “Auschwitz, altı milyon Yahudi’nin para
Yahudisi olma iddiası ile öldürülmesi ve Avrupa’nın çöplüğüne fırlatılıp atılmasıdır”
diyor. Ardından da şu tespiti yapıyor:
“Esasta
yaşanan şudur: emperyalist ve kapitalist sistemin ana çekirdeğini oluşturan
finans kapital ve bankalar, insanların paraya ve sömürüye yönelik nefretlerini
kendi üzerlerine çekmemek ve kendilerinden uzaklaştırmak için o nefretin
Yahudilere yönelmesini sağlamışlardır.”[3]
İşte Şalom yazarı, antisemitizmi bu cümlelerde
buluyor. Ulrike’nin antisemitizmde antikapitalizm bulmasıysa, onun insanların,
bilhassa Alman halkının paraya ve sömürüye karşı nefretini örgütlemek
istemesiyle ilgili. Şalom yazarlarının asıl korktuğu da o nefretin
örgütlenmesi.
Neticede “Yahudi eşittir para” denkleminde bu tür
sağcıların korumak istediği, Yahudi değil, para. Bugün Ortadoğu’daki kana, onun
arkasındaki sermaye akışına ve pazar arayışlarına tek laf etmeyenler,
halklardaki nefretin ve öfkenin örgütlenmesinden korkuyorlar, bu sebeple, her
yerde Siyon Pirleri Protokolleri arayıp buluyorlar. Zulüm görmüş Yahudi söylemi ardında o pazarları ve para akışını korumaya çalışıyorlar. Kendilerini oralarla tanımlıyorlar. O pazarları ve parayı koruma altına almak için onları kutsal bir haleyle kuşatmak için uğraşıyorlar.
Antisemitizmi Sami ırkına karşı olmak olarak
anlıyorsak, o vakit yeryüzünde İsrail devleti kadar antisemitist bir yapı
yoktur. Dolayısıyla Şalom gazetesi, antisemitizmi başka yerlerde değil,
propaganda aracı ve ideolojik aygıt olarak hizmet verdiği, uşaklık ettiği kendi devletinde
aramalıdır.
Ortadoğu’da sosyalizm mücadelesi, bir gasp ve zulüm
devleti olarak İsrail devletinin yıkılması hedefini doğası gereği içerir. Meriç
Aytekin, “İsrail Devleti'ni tamamen yok etme isteğinin de katıksız bir
antisemitizm”[4] olduğunu ileri sürmeye mecburdur, çünkü o, sosyalizm ve ezilen
halkların düşmanı, İsrail devletinin dostudur.
Meriç Aytekin, egemenlerin bir sopa niyetine
salladıkları antisemitizmi istediği şekilde tanımlayabilir, Ortadoğu, o
sopaları kırmaya yazgılı çocukları doğuracak bir rahimdir.
Eren Balkır
16 Kasım 2018
Dipnotlar:
[1] Bkz. Eren Balkır, “Siyah-Beyaz”, 31 Ekim 2017, İştirakî.
[2] Meriç Aytekin, “Sol Antisemitizmi Ne Zaman
Konuşacağız?”, 31 Ekim 2018, Şalom.
[3] Aktaran: Jillian Becker, “The Red Army Faction:
Another Final Battle On the Stage of History”, Libertarian.
[4] Meriç Aytekin, “Sol, Antisemitizm ile Neden Yüzleşemez”, 26 Kasım 2018, Şalom.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder