Lenin’in
devrim sonrası şunu söylediği iddia edilir:
“Yoldaşlar, işimiz artık daha zor. Çünkü artık bütün alçaklar
safımıza doluşacak.”
Son
dönemde Lenin eleştirilerinin ve Ekim anmalarının, saflarda kalan son
alçakların dökülmesini sağlamak gibi hayırlı bir iş gördüğünü söylemek lazım.
Buna ek olarak, “Rojava Devrimi”nden dem vuranlara, “saflara dolan alçaklar”ı
sormak lazım.
Kürd’ün
varlık mücadelesi, bu alçaklığın zerre umurunda değil. Sınırsız-sınıfsız küçük
burjuva özne olarak, akademik salvolar peşindeler. Kimsenin başkasına yoldaş
olmasına asla tahammül edemiyorlar. Sadece kendilerinin görülmesini istiyorlar.
Acı, elem, zulüm, sömürü, basit birer akademik inceleme konusu, ticari mal...
Buradan teorik kılıf bulan söz konusu bencillik, kimi zaman Kadın, kimi zaman
LGBT, kimi zaman da Kürd boyasına daldırılıyor. O boya alçaklığı örtüyor.
* * *
Solun
son dönemde sosyal medyada öne çıkarttığı iki isim var: Nuriye Gülmen ve Fatih
Maçoğlu. Tüketimci sol, bu iki ismi o kadar yaldızladıktan sonra, en kısa
zamanda tüketti, buruşturup bir kenara attı. Biri “dayatmacılık”, diğeri
“bakkalcılık” üzerinden eleştirildi. İtibarsızlaştırma kampanyası, freni
boşalmış şekilde ilerliyor. Mevcut konumlar bu sayede meşruiyet kazanıyor.
Aynı
bencillik; anarşizmle, liberalizmle melezlenmiş bir tür hedonizm, sosyalist
harekete ayar vermekle meşgul bugünlerde. Devrim saflarına doluşan alçaklığı
buradan izlemek mümkün.
Çünkü
onlar, eski örgüt mensupları. Bireyliklerinin farkına geç de olsa varmışlar.
Eski örgütlerinden, sosyalizmden intikam alıyorlar. O nedenle HDP’ye
doluşuyorlar. Program, disiplin, devrimci hat, kitleye, halka karşı sorumluluk,
bağlılık, iman vs. cümlesi küfrün, saldırının konusu. Kadın bahane, Kürd
sığınak… Saldırıyorlar, saklanıyorlar. Bugün HDP içre tartışmanın düzlemi bu.
Bunlar,
“şu sosyalistleri pistten çekin, biz dans edeceğiz” diyorlar. Seçimlere
hazırlanıyorlar, ilişkilerin sorgulanmasını, kapalı kapılar ardında
konuşulanların tartışılmasını, hesap vermeyi istemiyorlar. Hesap vermeyen,
hesap da soramaz hâle geliyor. Siyaseti bireye; bireyi kim olduğuna
indirgiyorlar. Ne olduğunu unutturmak için çabalıyorlar. Kolektif mücadeleye ve
kişilerin ne olduğuna dair tartışmaya her daim küfrediyorlar.
Kürt
hareketine sırtını yaslayıp söz konusu itibarsızlaştırma kampanyasını her
kulvarda yürütenler, egemenlerle, devletle, AKP’yle veya rejimle kurulan gizli
ilişkiye göre hareket ediyorlar. Bu ilişkilerin faş olmasını doğal olarak
istemiyorlar. Kimi Avrupa’daki sarayların, kimi Ankara’nın sarayının eşiğine
yüz sürme derdinde. Onlara karşı duran kulübelerin kıyamına tabii ki küfretmek
zorundalar.
Misal
Engin Sustam: son bukşinci yönelim dâhilinde katıldığı, tahammül edebildiği
harekete sırtını yaslayıp HDP içi solculara “bürokrat, sömürgeci, mikro-faşist,
otoriter, milliyetçi, Kemalist vs.” diyor. Üstelik bunları HDP içindeki
sosyalistlere söylüyor! Esasen tüm eleştirilerini, bir yanıyla Kürt hareketiyle
dövüşmek, onu yola getirmek için dillendiriyor. Türk soluna salladığı
küfürleri, aslında Kürt hareketine savuruyor.
Engin
Sustam, “Stalinist veya maoist birinin bana akıl vermeye hakkı yok” gibi zırva,
küçük burjuva gevezelikleri, Sinan Çetin gevelemelerini teori sanıyor, çünkü
akademinin çanağının önüne bu yüzden verildiğini iyi biliyor, bu küfrü ve
gevezeliği akademisyenlik zannediyor.
“Akıl
vermeye hakkı yok” lafını HDP içindeki sosyalistlere ediyor. Her türlü
ideolojiden, sınırdan ve sınıftan azade bir varlık olarak, “Kürd” diye bir put
yapıyor ağzında çiğnediği helvadan, sonra da onu yemeyi cinsel bir eylem olarak
ifa ediyor. İtalya’daki gey partilerinde kucakta çektirdiği fotoğraflar
emrediyor Stalinistlere ve Maoistlere küfretmeyi!
O
partiler önemli, değerli ve politik olabilsinler diye, genel tarihsel ölçü,
eksen ve hat, mecburen değiştiriliyor. Bu tip zevat, sosyal medyalarından,
Avrupalı ağalarla beylerle, parlamento yanındaki lüks barlarda kurdukları lüks
sofraları paylaşıyorlar, matah bir şeymiş gibi. Kendilerini “çok önemli
kişiler”miş gibi satmaya çalışıyorlar. Mücadeleyi iğdiş ettikleri ölçüde değer
buluyorlar aslında. O yüzden “içimize yerleşmiş, milliyetçi, egemen, Kemalist
ve ortodoks solla hesaplaşmak gerek” diyorlar. “İç nedir, neresidir?” sorusu
anlamını yitiriyor böylelerinin karşısında. Biyopolitik belirlemeler, belirli
bir bencilliğin egemenlere söz vermişlik üzerinden icrasının ürünü. Sanki
“Kürd’e gidelim, sosyalistleri boşverelim, Kürd’le ilişki kuralım” diyormuş gibi
yapıyorlar, oysa Kürd görseler, onun acısını, derdini bilseler, kaçarlar
Avrupalara; dertleri, Kürd’ü bahane edip sosyalist harekete saldırmak,
rahatlamak, hafiflemek. Birilerinden ulufe ve cülus almak.
Bir
de utanmadan Steve Biko’dan söz ediyorlar. Batı’da ancak post-kolonyalizm
kürsülerinde ekmek bulabileceklerini bildiklerinden, bu tür isimlerle
ilgileniyorlar. Bunların Türkçeye çevirdikleri Steve Biko kitabındaki bazı
yazılar, nedense sansürleniyor. Üstelik akılları, fikirleri ellilerdeki bir
Fransız subayı ve bürokratı kadar olanlar, bugün Cezayir’den vs. bahsediyorlar.
Asla utanmıyorlar.
HDP
içindeki tartışma, bu tür ağızlarda sürüyor maalesef. Barzanici bir damar ile
batının ekmeğine kul olmuş, postmodern, liberal kesim, birlikte sosyalist
harekete ayar veriyor bugünlerde. Kulübelerin derdi, öfkesi onları da
korkutuyor. O yüzden daha düne kadar dağdaki insanlar hatrına şehirde
sevgilisinin elini tutup yürümeye utanan gençlere, cinsellik, zevk politikası,
cinsel kimlik öğretiyorlar.
Maçoğlu
ve Nuriye Gülmen birer bahane; esas dert, sosyalist hareketin liberal temrinler
önünde diz çökmesini sağlamak. Diri, direşken unsurlar varsa, devletin ve
sermayenin reorganizasyonuna, restorasyonuna kurban vermek. O sunaksa CHP
binasının eşiği… Onca eleştiri, döne dolaşa, oraya ram olmanın gerekçelerini
döşüyor. Yüksek siyasette süren pazarlıklar, tartışmalar, aşağıya yönelik
tasfiye hareketini tetikliyor. Efendiler, kendi önlerini temizliyorlar.
Eren Balkır
21
Kasım 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder