TV dizileri, bir yanıyla arınma aracı olarak
izleniyorlar. Günahlar ve suçlar, orada temize çekiliyor. Bir dizide “çirkin
delikanlı”nın “güzel kız”a aşkı anlatılıyor, bunun için sosyal medyada
destekleyici hashtag’ler açılıyor. Oralara söz konusu ilişkiyi gündelik hayatta
eleştirecek, ona karşı çıkacak insanlar mesajlar yazıyorlar. Ertesi günkü
günahlarla ve suçlarla yüklü âleme bu yerli-yabancı diziler içinden geçip
dalıyorlar.
Solun da hashtag’lerle ilişkisi bu düzeyde. “Emekçi
halk”, “kriz”, “halkımız”, “işçi sınıfı” diyen her örgütün açtığı hashtag’den
uzak durmak gerekiyor. Çünkü sanal âlemde vitrine başka bir imaj
yerleştiriliyor, gerçekteyse ilişkiler başka bir kanaldan akıyor. Her bir suça
ve günaha başka kılıflar bulunuyor.
Çünkü bir açıdan sol, Allah’ı güç, Peygamber’i
çıkar olan bir dünyaya örgütleniyor, dolayısıyla oradan gelenleri
örgütleyebiliyor. Güç ve çıkar dünyası, ezilen, yoksul kitlelere asla temas
etmiyor, aksine bunu zul ve utanç vesilesi sayıyor. Bugün Yüksel
Direnişçileri’nin başına gelenlerin özeti budur.
Bu imajlar, güç ve çıkar dünyasında Yüksel
Direnişçileri’nin kitle örgütlerindeki reformizme ve teslimiyete yönelik olarak
gerçekleştirdikleri saldırının bile yağı çıkartılıyor ve o yağ derhal ekmeğe
sürülüyor. Geçmişte “kadındır” demeden, şubelerden getirdikleri elemanlarını
DİSK önünde eylem yapan kadının üzerine salmışlardı, gene aynı şeyi yapıyorlar.
Kimse utanmıyor!..
Saldırının yağı şu şekilde çıkartılıyor: “Bakın
görüyor musunuz, ismi lazım değil, bu sol örgüt, bizim sendikadaki konumumuzu
kıskanıyor, bizim yerimizde olmak için çabalıyor, o yüzden yerimizin kıymetini
iyi bilin” deniliyor. Yani eleştiri, öznelleştiriliyor, münferitleştiriliyor,
bu şekilde savuşturuluyor, buradan da mevcut güç ve çıkar dünyası koruma altına
alınıyor. Bu açıdan o sol örgütün, sendikaların en geri mevkiine örgütlenmiş
örgütlere yönelik eleştirisi, o mevkilerdeki örgütlerce kendi konumlarını
meşrulaştırmak için istismar ediliyor. Güç ve çıkar, devrimi de sosyalizmi de
bunlar uğruna verilen mücadeleyi de tanımıyor, tasfiye ediyor. Garipler
yakacaksa bu dünyayı, ya gariplerin elindeki ateş alınmalı ya da onları garip
olmadıklarına ikna edip oyalamalı. Demek ki sendika dünyası alazlanacaksa, başka
bir yol izlenmeli. Oranın yüksek siyasetiyle öznel bir didişme içine girmenin
bir anlamı bulunmuyor. Hakiki söz ve eylem, yalanın duvarına çarpıp dağılıyor.
Sorun bu…
* * *
Dolayısıyla böylesi bir gerçeklikte, mücadelenin
mızraklarını sivriltip bu güç ve çıkar dünyasına yöneltmeyen herkes yalan
söylüyor aslında. İçte işlemeyen bir devrim, dışta karşılık bulmuyor. Bu
anlamda Foti Benlisoy[1] ve VU Arslan[2] gibi Troçkist arkadaşlar –kusura
bakmasınlar ama- yalan söylüyorlar.
Foti, iğneyi batırıyor ve “Gezi’nin radikal
potansiyellerini, o büyük kabarıştan birkaç ay geçmeden parlamenter seçeneklere
işaret ederek törpüleyen, hareketi bir ‘hükümet karşıtı’ protestoya indirgeyip
onu sistem içi aktörlerin kollarına bırakan, onu şu bizdeki ‘mahalle
siyasetinin’ sınırları içine tıkan ‘bizim’ solun önemli bir bölümü değil
midir?” diyor.
Yalan söylüyor, çünkü “parlamenter seçeneklere
işaret edip törpüleyen”, “hareketi hükümet karşıtı protesto”ya indirgeyen, onu
“sistem içi aktörlerin kollarına bırakan”, “sınırlar içine tıkan” da kendisi. O
yaptı tüm bunları. Şimdi de hiç hesap soran olmadığı için, büyük bir
aymazlıkla, tekrar ortaya çıkıp “şunları bunları yapalım” diyerek Troçkist
önderlik pozları kesiyor. Çeşitli güç ve çıkar ilişkileri üzerinden bu
yaptıklarını gizlemek adına, bu sefer de eleştiriyi de ipotek altına almaya
çalışıyor. Yani hem o dediklerini kendisi yapıyor hem de o yapılanların
eleştirisini “herkesten önce” ve “gür biçimde” dillendirmek suretiyle, kendi
hanesine yazıyor.
Aynı tespitler, “kimlik merkezli solculuğun büyük
bir tuzak olduğu anlaşılmalıdır” diyen VU Arslan ve örgütü için de geçerli. Bu
örgütlerin yıllardır yürüttükleri siyaset, kimlik merkezli. Hiçbir kimlikten
bahsetmeseler bile, tek yaptıkları “solculuk” denilen kendinden menkul bir kimliğin
promosyonunu yapmak veya onu korumak. Doksanlarda “Kürdlerle iş olmaz, CHP’ye
oy verilmeli” diyenlerin geleneğinden gelen bu hareket, bir ara HDP’li oluyor,
o olmanın ekmeğini yiyor, sonra da CHP ve Adalet Yürüyüşü’ne yanaşıyor, HDP’yi
eleştiriyor. Bu entrizmle bulanmış zihin, ancak bu tür adımlar atabiliyor.
Bir ek daha yapmak lazım:
Misal Fatih Yaşlı[3] da aynı yalana ortak: O, “[…] ‘İşçiler zaten AKP’ye oy
veriyor’ cümlesinde somutlaşan, krizle birlikte artan işçi eylemlerine dudak
büken, dahası henüz kendisinin de işçi olduğunun bilincine varamamış ‘orta
sınıf apolitizmi’ne karşı bir şeyler söyleme mecburiyetinde hissettiğini”
söylüyor. Ama şunu söylemiyor: yıllardır köşesinde bizatihi o apolitizme su
taşıdı, onu besledi, onun ekmeğini yedi, birkaç tweet destekçisi alacağım diye
genel havaya uygun laflar etti, CHP tabanından bir iki kişi yakalarım diye
onların küfürlerine ortak oldu, Kemalizmi sosyalizmmiş gibi yutturacak
analizlere girişti vs. Ama şimdi bunun “apolitizm” olduğunu söylüyor. Nasıl olsa
hesap soran yok, nasıl olsa bu sanal âlemde önemli olan imaj ve onun ardındaki
güç-çıkar ilişkileri. Fatih Yaşlı, kervanını yürütmeyi iyi biliyor. Bu güç ve
çıkar dünyasında onun gibilerin sesi çok çıkıyor. Onların başını çektiği
örgütler, zulmün ve sömürünün çilesi karşında bir tür arınma aracı işlevi
görebiliyorlar. Bunlar, Ekim tahayyülünü ve tasavvurunu yok etmeye
yazgılıdırlar. Çünkü gerçekle kurulan ilişkinin dolayımı, devrim, sosyalizm ve
mücadele değil, kişisel-öznel güç ve çıkardır.
Eren Balkır
6 Kasım 2018
Dipnotlar
[1] Foti Benlisoy, “Sol ve Bir Siyasal Sığınak
Olarak Faşizm”, 3 Kasım 2018, Başlangıç.
[2] V. U. Arslan, “Sosyalist Cenahta İlk Elde
Yapılması Gerekenler”, 4 Kasım 2018, Sosyalist Gündem.
[3] Fatih Yaşlı, “İşçiler AKP’ye Oy Veriyor”, 7
Ekim 2018, Denizli.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder