Pages

12 Ekim 2018

VİP

Burjuvazinin biyopolitikası düzleminde küçük burjuvazi, cumhuriyeti kendi bedeni olarak anlıyor, algılıyor. Onun dışını zehirli ve tehlikeli kabul ediyor. Tam da bu sebeple o, “Mustafa Kemal’in radikalizmi, pozitivizmi olmasaydı, saltanat/hilafet/diyanet alışkanlığı da, ezberi de belki aşılamayacaktı” diyor.[1] O radikalizmi “devrimcilik”, o pozitivizmi “Marksizm” sanıyor. Egemenlerin biyopolitikasına, jeopolitikasına ve ekonomi politikasına kul edilmiş bir solculuğa örgütleniyor.

Küçük burjuvazi, her daim, teoriyi, ideolojiyi ve politikayı burjuvazi ölçüsüne çekme işlevini yerine getiriyor. Devletin ölçeği ve burjuvazinin ölçüsü dışına taşan her türden teoriye, ideolojiye ve politikaya düşmanlık besliyor. O, kendi kümesinde horoz olmak istiyor.

Acilci burjuva devrimciliği, özellikle küçük burjuvaziye bir biçimde yediriliyor. Bu sınıf, burjuva devriminin sonuçlarını bir an önce yaşamak istiyor. Proletaryanın uzun soluklu devrimci mücadelesi, bu acilcilik temelinde küçümseniyor, aşağılanıyor. Sonuçta küçük burjuvazi, egemenlerin kuruculuğuna, kurduğuna, kurullarına kul olmaya mecbur.

Bir gelenek, bu kanaldan işliyor. Menderes’le, Bayar’la “muhalif” dergi çıkartanlar, sonrasında Türkiye İşçi Partisi’ni kuruyorlar. Öncesinde “Avrupa’ya has işçi partisi kurulsun” diyen düzen, ABD menşeli gangster sendikalizmini de işin içine katarak, bir partinin fitilini ateşliyor. İşçiler, öncesinde başlarına bir aydının, bir üniversite hocasının geçmesini istemiyorlar ama nasıl oluyorsa, altmış darbesi sonrası, yukarıdan gelen talimat gereği, başa bir aydın geçiyor. Perde gerisinde bir anlaşmanın yapıldığına inanmak gerekiyor.

Küçük burjuva, kendi gibi gördüğü, kendisinin zannettiği kurgunun uzanımı olan yapılara yöneliyor. Bu açıdan, Mahirlerin, Denizlerin ve İbrahimlerin öne çıkışı, altmış darbesinin izini taşıyan sol kurguya yönelik bir itiraz ve başkayı arayış olarak görülmeli. Demek ki o radikalizme ve pozitivizme bugünden övgüler düzenlerin geçmişte Kızıl Ordu Fraksiyonu kurma girişimlerine pek aldanılmamalı.

Yeni TİP’e de aldanılmamalı. Arkasında “Çulhaoğlu menşevizmi” var. O, eski TİP’in yayın organının yönetmeni. Siyaseti de teorisi de orada çakılı. Çulhaoğlu’nun o kazığın sökülmesine, o eşiğin aşılmasına izin vermesi mümkün değil. Siyaset ve teori, onun için, o dönemde bitmiştir. Dolayısıyla, her parti girişimine alerji geliştirir, daha baştan aşmaya çalışır. Yazısına bakıldığında[2], gene yeni girişimi fikirle aşma gayreti içerisindedir, bu parti de kendisinde kaşıntıya sebep olmuştur. Bu aşma gayreti dâhilinde o, bir yanılsamayı beslemeye mecburdur. Bu yanılsamayı da gençlere seslenerek pekiştirmektedir. Geçmişte “sosyalizm mücadelesi bir bayrak yarışıdır, benim bayrağı teslim etmeye niyetim yok” diyor, gençlik aşısı yemişçesine, yazılar yazıp pozlar veriyordu. Şimdi de değişen bir şey yoktur. Yazıda belirttiği, “parti tipi örgütlenmeye pek sıcak bakmayan” gençlere seslenmek adına, yeni partiye mesafe alıyor. Çünkü Çulhaoğlu, Yeni TİP'in bir parti olmasını, sahibi olduğu "parti"yi gölgelemesini istemiyor.

O, tam da bu noktada menşevizmi güncelleme ihtiyacı duyuyor. Partiyi değil, özel kendilikleri, kitleleri etkileyen, kendine çeken, harekete geçirebilen özel bireyleri merkeze alıyor. Saydığı isimleri, bu tür bireyler bile yetiştirememiş bir kişi olarak, kendisini öne atmak, önemsetmek için anıyor.

Özünde Yeni TİP, çok önemli kişiler toplamından, Kıvılcımlı’nın tabiriyle, “meclis bülbüllüğü” ile “sözde işçi örgütleri”ne dair yaygaradan ibarettir.[3] O, HDP ölçüsünde şekillenen liberal küçük burjuva alanında yer tutma derdindedir. Tek işlevi budur. İnanmadığı sözler söylemeye mecburdur. Dün Kürd’e uzatılan tasfiyeci liberal küçük burjuva kol, bugün “proleter” olana, devrimci davaya uzatılmıştır. Kalanlar da tasfiye edilecektir.

Yetmişlerin sonunda ikinci TİP’te aktif olarak çalışan bir işçi, parti bünyesinde kurulan bir tiyatro topluluğuna giriyor. Parti üyesi olan bir tiyatrocunun yönettiği oyunun provaları esnasında bu işçi, bir sahnede kendisini işten atmış patronla tartışıyor. Bu tartışmada işçinin kestiği rolü, oyununu beğenmeyen, onun bu sahnede fazla utangaç ve yumuşak kaldığını söyleyen yönetmen, kendisini uyarıyor. Bu uyarı üzerine işçi, özüne dönüyor, gerçeğine bakıyor ve yakasına yapıştığı, “patron”u oynayan arkadaşına ana avrat küfrediyor. Bu şiddet sonrası işçi, tiyatro topluluğundan atılıyor!

Sendika için kıvama getirilmiş işçi, ülke kurgusu için kıvama getirilmiş sendika, genel siyaset için kıvama getirilmiş bir parti… Solun arayışları bu bağlamda gerçekleşiyor. Arayışlar, TİP’le değil, VİP’le sonuçlanıyor. Bu VİP’in kitleleri etkilemesi, ondaki öfkeyi örgütlemesi mümkün görünmüyor. O, sadece burjuva sahneye hoş bir dekor olarak yerleştiriliyor. Burjuvaziyi ve devletini ölçü alan siyasi özneler, işçiye ancak teslim olmayı öğretebiliyorlar.

Eren Balkır
11 Ekim 2018

Dipnotlar:
[1] İsmail Güney Yılmaz, “Sosyolojiyle Savaş”, 6 Ağustos 2018, Sendika.

[2] Metin Çulhaoğlu, “Yeniden TİP ve Genel Bir Sorun”, 9 Ekim 2018, İleri.

[3] Hikmet Kıvılcımlı, “TİP”, 11 Ekim 2018, İştirakî.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder