Burjuvazinin
biyopolitikası düzleminde küçük burjuvazi, cumhuriyeti kendi bedeni olarak
anlıyor, algılıyor. Onun dışını zehirli ve tehlikeli kabul ediyor. Tam da bu
sebeple o, “Mustafa Kemal’in radikalizmi, pozitivizmi olmasaydı, saltanat/hilafet/diyanet
alışkanlığı da, ezberi de belki aşılamayacaktı” diyor.[1] O radikalizmi
“devrimcilik”, o pozitivizmi “Marksizm” sanıyor. Egemenlerin biyopolitikasına,
jeopolitikasına ve ekonomi politikasına kul edilmiş bir solculuğa örgütleniyor.
Küçük
burjuvazi, her daim, teoriyi, ideolojiyi ve politikayı burjuvazi ölçüsüne çekme
işlevini yerine getiriyor. Devletin ölçeği ve burjuvazinin ölçüsü dışına taşan
her türden teoriye, ideolojiye ve politikaya düşmanlık besliyor. O, kendi
kümesinde horoz olmak istiyor.
Acilci
burjuva devrimciliği, özellikle küçük burjuvaziye bir biçimde yediriliyor. Bu
sınıf, burjuva devriminin sonuçlarını bir an önce yaşamak istiyor.
Proletaryanın uzun soluklu devrimci mücadelesi, bu acilcilik temelinde
küçümseniyor, aşağılanıyor. Sonuçta küçük burjuvazi, egemenlerin kuruculuğuna,
kurduğuna, kurullarına kul olmaya mecbur.
Bir
gelenek, bu kanaldan işliyor. Menderes’le, Bayar’la “muhalif” dergi
çıkartanlar, sonrasında Türkiye İşçi Partisi’ni kuruyorlar. Öncesinde
“Avrupa’ya has işçi partisi kurulsun” diyen düzen, ABD menşeli gangster
sendikalizmini de işin içine katarak, bir partinin fitilini ateşliyor. İşçiler,
öncesinde başlarına bir aydının, bir üniversite hocasının geçmesini
istemiyorlar ama nasıl oluyorsa, altmış darbesi sonrası, yukarıdan gelen
talimat gereği, başa bir aydın geçiyor. Perde gerisinde bir anlaşmanın yapıldığına
inanmak gerekiyor.
Küçük
burjuva, kendi gibi gördüğü, kendisinin zannettiği kurgunun uzanımı olan
yapılara yöneliyor. Bu açıdan, Mahirlerin, Denizlerin ve İbrahimlerin öne
çıkışı, altmış darbesinin izini taşıyan sol kurguya yönelik bir itiraz ve
başkayı arayış olarak görülmeli. Demek ki o radikalizme ve pozitivizme bugünden
övgüler düzenlerin geçmişte Kızıl Ordu Fraksiyonu kurma girişimlerine pek
aldanılmamalı.
Yeni
TİP’e de aldanılmamalı. Arkasında “Çulhaoğlu menşevizmi” var. O, eski TİP’in
yayın organının yönetmeni. Siyaseti de teorisi de orada çakılı. Çulhaoğlu’nun o
kazığın sökülmesine, o eşiğin aşılmasına izin vermesi mümkün değil. Siyaset ve
teori, onun için, o dönemde bitmiştir. Dolayısıyla, her parti girişimine alerji
geliştirir, daha baştan aşmaya çalışır. Yazısına bakıldığında[2], gene yeni
girişimi fikirle aşma gayreti içerisindedir, bu parti de kendisinde kaşıntıya
sebep olmuştur. Bu aşma gayreti dâhilinde o, bir yanılsamayı beslemeye
mecburdur. Bu yanılsamayı da gençlere seslenerek pekiştirmektedir. Geçmişte
“sosyalizm mücadelesi bir bayrak yarışıdır, benim bayrağı teslim etmeye niyetim
yok” diyor, gençlik aşısı yemişçesine, yazılar yazıp pozlar veriyordu. Şimdi de
değişen bir şey yoktur. Yazıda belirttiği, “parti tipi örgütlenmeye pek sıcak
bakmayan” gençlere seslenmek adına, yeni partiye mesafe alıyor. Çünkü Çulhaoğlu,
Yeni TİP'in bir parti olmasını, sahibi olduğu "parti"yi gölgelemesini
istemiyor.
O,
tam da bu noktada menşevizmi güncelleme ihtiyacı duyuyor. Partiyi değil, özel
kendilikleri, kitleleri etkileyen, kendine çeken, harekete geçirebilen özel
bireyleri merkeze alıyor. Saydığı isimleri, bu tür bireyler bile yetiştirememiş
bir kişi olarak, kendisini öne atmak, önemsetmek için anıyor.
Özünde
Yeni TİP, çok önemli kişiler toplamından, Kıvılcımlı’nın tabiriyle, “meclis
bülbüllüğü” ile “sözde işçi örgütleri”ne dair yaygaradan ibarettir.[3] O, HDP
ölçüsünde şekillenen liberal küçük burjuva alanında yer tutma derdindedir. Tek
işlevi budur. İnanmadığı sözler söylemeye mecburdur. Dün Kürd’e uzatılan tasfiyeci
liberal küçük burjuva kol, bugün “proleter” olana, devrimci davaya
uzatılmıştır. Kalanlar da tasfiye edilecektir.
Yetmişlerin
sonunda ikinci TİP’te aktif olarak çalışan bir işçi, parti bünyesinde kurulan
bir tiyatro topluluğuna giriyor. Parti üyesi olan bir tiyatrocunun yönettiği
oyunun provaları esnasında bu işçi, bir sahnede kendisini işten atmış patronla
tartışıyor. Bu tartışmada işçinin kestiği rolü, oyununu beğenmeyen, onun bu
sahnede fazla utangaç ve yumuşak kaldığını söyleyen yönetmen, kendisini
uyarıyor. Bu uyarı üzerine işçi, özüne dönüyor, gerçeğine bakıyor ve yakasına
yapıştığı, “patron”u oynayan arkadaşına ana avrat küfrediyor. Bu şiddet sonrası
işçi, tiyatro topluluğundan atılıyor!
Sendika
için kıvama getirilmiş işçi, ülke kurgusu için kıvama getirilmiş sendika, genel
siyaset için kıvama getirilmiş bir parti… Solun arayışları bu bağlamda
gerçekleşiyor. Arayışlar, TİP’le değil, VİP’le sonuçlanıyor. Bu VİP’in
kitleleri etkilemesi, ondaki öfkeyi örgütlemesi mümkün görünmüyor. O, sadece
burjuva sahneye hoş bir dekor olarak yerleştiriliyor. Burjuvaziyi ve devletini
ölçü alan siyasi özneler, işçiye ancak teslim olmayı öğretebiliyorlar.
Eren Balkır
11
Ekim 2018
Dipnotlar:
[1] İsmail Güney Yılmaz, “Sosyolojiyle Savaş”, 6 Ağustos 2018, Sendika.
[2]
Metin Çulhaoğlu, “Yeniden TİP ve Genel Bir Sorun”, 9 Ekim 2018, İleri.
[3]
Hikmet Kıvılcımlı, “TİP”, 11 Ekim 2018, İştirakî.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder