“Harekete kimse mani olamaz.”
[Âşık Veysel]
Bugün
solun, sosyalist hareketin şu Gagabulut denen gence neden sahip çıkmadığını,
onun için sosyal medyada ve sokakta neden eylem yapmadığını anlamak mümkün
değil. İzmir’in dağlarında çiçek açtıran, “laiklik kazanacak”, “burası İzmir”
diyen bu gence onca LGBT hakkından söz eden örgüt destek sunmuyor. Bu genç,
hetero genç erkekleri öpüştürüyor, birini diğerinin ayağını öptürüyor, diğerini
sokak ortasında soyuyor, eşcinselliği pratikte meşrulaştırıp yayıyor. Bu
“devrimci” dönüşüme örgütlenmiş olanlarsa susuyorlar.
Bu,
bir işlem galiba. Bir-iki sene önce bir eşcinsel gençle röportaj yapılıyor. Bu
genç, bir sosyalist örgüte üyeymiş. Oradan nedense ayrılmış, başka bir örgüte
gitmiş. Sonra, dediğine göre, “fazla erkek” görünmesine rağmen Maoist bir
örgüte girmiş, burada LGBT çalışmaları yapmış. Nasıl oluyorsa ve nedense o
Maoist örgüt, LGBT gibi başlıklarda siyaset yürütmek üzerinden bir gerilim
yaşayıp bölünmüş. Hatta bu gencin ilk ayrıldığı sosyalist örgüt, bu ayrışmaya
dair bir bildiri kalem almış ve taraflardan birini bir ağabey gibi ikaz etmiş.
Bu
söylenenler, sol-sosyalist hareketin genel seyri, nereye örgütlendiği,
muhtevası ve biçimi dert edinildiği için gündeme getiriliyor. Meram, örnekler
üzerinden aktarılıyor. Özünde ülkedeki siyasette yaşanan dönüşüm, sol-sosyalist
harekete de yansıyor.
Misal,
üçüncü TİP kuruluyor. Gerekçesini, adını, içeriğini, şeklini-şemalini kimse
tartışmıyor. Parti de bir tartışma üzerinden kurulmuyor. Oldubittiye
getiriliyor, “ben yaptım oldu” tavrıyla gündemleştiriliyor. Bir örgütün içte
yaşadığı sancının ceremesini emekçiler, solcular çekiyor.
Özünde
TİP, bir ana rahmi... Bugünkü tüm örgütler oradan çıktılar. Madde ve diyalektik
gereği, ayrışmalar, kavgalar, sıçramalar yaşandı. Kıvılcımlı’nın dediği gibi,
parlamentarizm ve sendikalizm çerçevesine sıkıştırılmaya çalışılan hareket, o
bentleri aştı ve hayatın, toplumun ara sokaklarına, kılcal damarlarına kadar
ilerledi. Galiba bugün tüpten çıkmış olan diş macununu geri tüpe sokmak
istiyorlar. Ortalıkta dolanan, farklı örgüt geleneklerinden gelen insanları bu
“parti”ye mecbur etmeye çalışıyorlar. Ama o parti, kurulduğu koşulların
sınırlarını hiç aşamıyor, dolayısıyla oraya, belli bir ayıklama işleminden
sonra, dolduruluyor insanlar.
O
tüpün sınırlarını parlamentarizm ve sendikalizm tayin ediyor. On yıl önce bir
EMEP yöneticisinin dediği gibi, bugün solun bir kesimi, “keşke hiç
uğraşmasaydık, TİP olsaydık” diyor. Bu, dedirtiliyor. “Zaten parlamentaristiz
ve sendikalistiz, ne gereği var başka heyecanlara, maceralara” deniliyor.
Dolayısıyla, Erkan Baş’ın “TİP Mahirlerin, Denizlerin yeşerdiği partidir”
demesinin bir anlamı bulunmuyor. Çünkü TİP, Mahirlerin, Denizlerin ayrıldığı,
kavga ettiği parti aynı zamanda. Bugün de TİP üzerinden, kimilerine boncuklar
dağıtılıyor, belirli boşluklar dolduruluyor, ihtimaller ortadan kaldırılıyor ve
geçmişte Kuğulu
Park’taki propaganda düzeyine çekiliyor herkes ve her şey. O
“yeni cumhuriyet”te Kürd’e de Müslüman’a da yer yok.
Deniz,
Mahir, İbrahim, dar anlamda gençlik kategorisine hapsediliyor ve “boylarından
büyük iş yapmış, yaramaz çocuklar” olarak takdim ediliyorlar. Olgun, kâmil,
yetişkin ve bilgili âlimler, partinin başına çörekleniyor ve dümeni her daim
sağa kırıyorlar. O cumhuriyette Deniz’e, Mahir’e, İbrahim’e de yer yok.
Seksen
öncesinde, seksende ve sonrasında devlete bağlı isimler, “sol örgütlerin
tabanının inançlı, tepesinin inançsız” olduğunu söylüyorlar. Kamayı buradan
sokuyorlar. Bu türden analizler yapanların bugün bu analizleri yapmadığını,
buna göre adımlar atmadığını kimse iddia edemez.
Dolayısıyla,
bir “içtima” emri duyuyorsak, huylanmak gerekiyor. Cümlemizi bir koğuşa
doldurmak istiyorlarsa, bir mıntıkaya gönderiyorlarsa, durup bir sorgulamak
şart. Bu yöndeki emirleri tartmak, tartışmak gerek.
Misal,
birileri çıkıp “ele silâh almayan adam değildir” diyorsa, durup bu sözün ardına
arkasına bakılmalı. Hele “CHP’yi ‘demokratik halk muhalefeti’nden sayan bir
anlayıştan düzen dışı muhalefet olmaz. Neredeyse cumhuriyetle yaşıt olmakla
övünen legal bir kuruluştan devrimcilik çıkmaz. Devrimci Yolculuk, devrimin
yolunu dün de göstermiyordu, bugün de gösteremez” (Teori ve Politika
dergisi) diyorsa, bu sorgulamayı daha derinden yürütmek gerek. Burada da sinsi
bir alan kavgası, geçmişin üzerini örtüp yeni pazarlar arama çabası var. “Devyol’a
vuralım, aklanalım, yükselelim” diye düşünüyorlar. Seksen öncesi ve sonrasında
da bunu söylediler.
Bu
cümleleri yazan kişinin son birkaç yılda attığı, dergisinde yer verdiği
tweet’lere baktığımızda, onun CHP muhalefetine “devrimci” dediğini, Adalet
Yürüyüşü’ne destek verdiğini, altmış darbesini onayladığını, kentli orta
sınıfın diline örgütlendiğini vs. görüyoruz. Üstelik “Devrimci Yolculuk
devrimin yolunu dün de göstermiyordu” diyen bu zat, yirmi beş sene önce “nasıl
bir yayın çıkartılmalı?” sorusunu soran yazısında, “Devyolculaşmalıyız, onun
boşluğuna oynamalıyız” diyordu.
Demek
ki Gagabulut ve bu son tweet konusunda da sol örgütlerde tutarlılık aramamak
gerekiyor. Ama o tutarlılığı halk da sınıf da aramıyor maalesef.
Halk
ve sınıf, kendi ikbaline, dünyalığına, nefsine, şahsına, mevkisine, kariyerine
örgütlenmiş olanları pek ciddiye almıyor.
Evet,
ortalıkta sayıca çok Ronin varmış gibi görünüyor, ama bunların hiçbir karşılığı
bulunmuyor. “Dalgaya benzer insan” anlamına gelen Ronin, Japonya’da efendisiz
kalmış samurayları ifade ediyor. Bu oradan oraya savrulan, yüzer-gezer
roninlerin aristokrat vasıfları, olduğu gibi korunuyor. İçlerinde işçileşene
rastlanmıyor. Bunlardan kurulacak bir ordunun kalk borusunu duymasına bile
imkân yok!
Eren Balkır
19 Ekim 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder