Birinci Makale[1]
[Deutsche Brüsseler Zeitung, 79. sayı, 3 Ekim 1847]
Deutsche
Brüsseler Zeitung'un 26 Eylül tarihli nüshası, Heinzen tarafından
yazılmış bir makaleyi içeriyor.[2] Makalede Heinzen, kendisini editörlerin
ehemmiyetsiz suçlamalarına karşı savunma bahanesiyle, komünistlere karşı uzun
bir polemiğe girişiyor.
Editörler,
her iki tarafa da polemikten vazgeçilmesini tavsiye ediyorlar. Bu durumda
yapmaları gereken tek şey, Heinzen’in makalesindeki komünistlere ilk kendisinin
saldırdığı suçlamasına karşı, kendini gerçekten savunduğu bölümü yeniden
yayınlamak. “Heinzen’in emri altında herhangi bir gazete bulunmuyor” olabilir,
ancak bu, gazetenin editörlerinin de bizzat aptalca buldukları saldırıların
yayınlanması için gazeteyi onun emrine verme gerekçesi olamaz.
Belirtmek
gerek ki, komünistlere bu makalenin yayınlanmasından âlâ bir hizmet olmazdı.
Heinzen’in bu makalede komünistlere yönelttiğinden daha aptalca ve dar kafalı
eleştiriler başka hiçbir kesime yöneltilmemiştir. Makale, komünistlerin
haklılığının bugüne kadarki en göz kamaştırıcı doğrulanmasını teşkil ediyor ve
eğer komünistler Heinzen’e zaten saldırmamış olsalardı dahi onların bunu bir an
evvel yapmaya mecbur kalacaklarını kanıtlıyor.
En
başta Bay Heinzen, kendisini bütün komünist olmayan Alman radikallerinin
temsilcisi olarak sunuyor; niyeti, komünistlerle, bir parti diğeriyle tartışır
gibi, tartışmak. Büyük bir güvence vererek ilân ettiğine göre, o kendisinde
“komünistlerden ne beklenmesi, ne talep edilmesi gerektiği, gerçek bir
komünistin görevinin ne olduğu" sorularını sormaya hakkını buluyor.
Komünistlerle arasındaki farkları her bakımdan “Alman cumhuriyetçileri ve
demokratları”nın komünistlerle aralarındaki farklarla özdeş görüyor ve bu
cumhuriyetçilerden “biz” diye sözediyor.
Şu
hâlde Bay Heinzen kimdir ve neyi temsil etmektedir?
Bay
Heinzen, eski bir liberal, 1844'de hâlâ meşru yoldan ilerlemeye ve sefil Alman
anayasasına dönük hevesleri olan düşük rütbeli bir memur ve bir cumhuriyetin
-elbette çok uzak bir gelecekte- istenir ve mümkün bir şey olduğunu en fazla
gizli bir sohbette itiraf etmiş olabilecek biri idi. Ne var ki Bay Heinzen,
Prusya'da yasal direnişin imkânı konusunda yanılıyordu. Bürokrasiye dair
yazdığı kötü kitap[3] (Jacob Venedey bile yıllar önce Prusya'yla ilgili çok
daha iyi bir kitap yazmıştı[4]) onu ülkeden kaçmaya zorladı. Şimdiyse hakikat
kafasına dank etti. Yasal yollardan direnmenin imkânsızlığını ortaya koydu, bir
devrimci hâline geldi ve doğal olarak da demokrat oldu. İsviçre'de kendisine
vakıf olduğu felsefe kırıntısını belleten savant sérient (alaycı bir
ifadeyle: önemli bilim adamı –çn.) Rüge'yle tanıştı (bu felsefe, Foyerbahçı
bir ateizm ve hümanizm, Hegel’den birkaç anıştırma ve Stirner’den retorik
ifadelerin kafa karışıklığı mahsulü bir karışımından ibaretti). Bu şekilde
teçhizatlanmış olan Bay Heinzen, “artık oldum” dedi ve sağa doğru Rüge’ye ve
sola doğru Freiligrath’a yaslanarak, devrimci propagandasına resmen girişti.
Biz,
kesinlikle Bay Heinzen’in liberalizmden kana susamış radikalizme dönüşünü
eleştiri konusu ediyor değiliz. Ancak bu dönüşü yalnızca şahsî koşulların bir
sonucu olarak gerçekleştirdiğini savlıyoruz. Bay Heinzen, yasal direnişi
savunduğu müddet içinde bir devrimin gerekliliğini kabul etmiş olan herkese
saldırıyordu. Yasal direniş, ne zamanki onun için imkânsız hâle geldi, sürekli
olarak yüksek düzeyde yasal direniş sergilemekte olan Alman burjuvazisi için bu
türden bir direnişin hâlihazırda pekâlâ mümkün oluşunu hesaba katmadan, yasal
direnişin mutlak surette imkân dışı olduğunu ilân ediverdi. Acil bir devrimin
gerekli olduğunu söylediğinde, zaten artık kendisi için geri dönüş yolu
kesilmiş bulunuyordu. Almanya’daki koşulları etüt etmek, bu koşulları enine
boyuna değerlendirmek ve bu analizden ne tür bir ilerlemenin, ne tür bir
gelişmenin, hangi adımların mümkün ve gerekli olduğunu çıkarsamak yerine,
Almanya’daki her bir sınıfın birbirlerine ve hükümete göre haiz olduğu çetrefil
durumun berrak bir resmini edinmeye çalışmak ve bunlardan yola çıkarak nasıl
bir siyaset yürütülmesi gerektiğini belirlemek, en yalın ifadeyle, kendi
varlığını Almanya'nın gelişimine raptetmek yerine Bay Heinzen, Almanya’nın
gelişiminin kendisine tabi olmasını, pek laubali bir üslupla, talep ediyordu.
Bay
Heinzen, felsefe ilerici olduğu müddetçe, onun şiddetli bir karşıtı idi. Ne
zaman ki felsefe reaksiyonerleşti, ne zaman ki kararsızların, iradesizlerin,
ipi başkalarının elinde olan yazarların sığınağı hâline geldi, o zaman Bay
Heinzen felsefe alanına girmeye karar verdi. Daha da kötüsü, kadere bakın ki
Bay Rüge, hayatı boyunca sadece bir mürtet olarak yaşamış olan Bay Rüge, Bay
Heinzen’de yegâne müridini buldu. Bay Heinzen, böylece Her Rüge'nin dilsel
yapısına şu cihanda hiç değilse bir kişinin vakıf olabildiği avuntusunu ona
(Bay Rüge’ye) temin etmeye memur oldu.
Şu
hâlde Bay Heinzen hangi amaca hizmet etmektedir? Komünistlerden alınma birkaç
önlemle beraber, Amerikan ve 1793 geleneklerinin bir karışımını içerecek ve
ziyadesiyle siyah, kırmızı ve altın rengi[5] görünecek bir Alman cumhuriyetinin
kurulması amacına. Sanayisinin ataletinin bir sonucu olarak Almanya, Avrupa’da
öyle acınası bir konumdadır ki ne inisiyatifi ele alabilir, ne büyük bir
devrimin beşiği olabilir, ne de Fransa ve İngiltere olmadan kendi namına bir
cumhuriyet kurabilir. Medeni ülkelerdeki gelişmelerden bağımsız olarak ilân
edilecek olan bir Alman cumhuriyeti, kendi başına gerçekleştirilecek ve Bay
Heinzen’in durumunda olduğu gibi, Almanya’daki sınıfların gerçek gelişim
düzeylerini tamamen hesap dışı tutacak bir Alman devrimi, bu türden herhangi
bir cumhuriyet ya da devrim, siyah, kırmızı ve altın renklerinde hayal
görmekten başka bir şey ifade etmez. Bu şanlı Alman cumhuriyetini daha da şanlı
kılmak için Bay Heinzen, onu Rüge soslu Foyerbahçı bir hümanizmle süslüyor ve
onun ha bugün ha yarın kurulacak olan “insanlık” krallığı olduğunu ilân ediyor.
Bir de Almanlardan bu karman çorman hayalle bir yere varmaları mı bekleniyor?
Fakat
bu büyük “ajitatör”, propagandasını nasıl yürütüyor? Ona göre, bütün
sıkıntıların ve yoksullukların müsebbibi hükümdarlardı. Bu sav sadece gülünç
değil, aynı zamanda fazlasıyla da zararlıdır. Bay Heinzen, kıt akıllı ve
iktidarsız kukla Alman prenslerine onlara bu akıl almaz, olağanüstü ve şeytansı
kadiri mutlaklığı izafe etmekle yaptığından âlâ dalkavukluk edemezdi. Eğer Bay
Heinzen, prenslerin bu kadar çok kötülük yapabileceğini iddia ediyorsa,
dolayısıyla birçok iyi iş de yapabilme kudreti bahşediyor demektir onlara. Bunun
götüreceği sonuç, bir devrimin gerekliliği değil, erdemli bir hükümdara,
iyisinden bir İmparator Joseph’e duyulan dindar bir arzudur. Her durumda halk,
kendisini ezenin kim olduğunu çok daha iyi biliyor. Bay Heinzen, serfin feodal
efendisine ya da işçinin patronuna duyduğu nefreti hiçbir zaman prenslere
yöneltmeyecek. Ancak elbette Bay Heinzen, halkın iki sınıfça, toprak sahipleri
ve kapitalistler tarafından sömürülmesinin sorumluluğunu onlara değil de
prenslere yüklerken, toprak sahiplerinin ve kapitalistlerin hizmetinde
çalışıyor; toprak sahiplerinin ve kapitalistlerin uyguladığı sömürü, en
nihayetinde elbette 19. yüzyıl Almanya’sındaki tüm sefaletin nedenidir.
Bay
Heinzen, bir ayaklanma talep ediyor ve bunun hemen gerçekleşmesini istiyor. Bu
uğurda bastırdığı el ilânları[6] ve bunları Almanya’da dağıttırmaya dönük
girişimleri var. Biz de böyle anlamsız bir propagandayla saldırıya geçmenin
Alman demokrasisinin çıkarları bakımından tahripkâr olup olmadığını soruyoruz
şu hâlde. Bu hamlelerin ne kadar faydasız olduğunun tecrübeyle sabit olup olmadığını
sorguluyoruz. Çok daha büyük ölçekte kargaşanın hâkim olduğu bir zamanda,
otuzlarda, Almanya’da bu türden yüzbinlerce el ilânı, kitapçık vs. dağıtılmadı
mı? Bunlardan biri bile herhangi bir başarı elde edebildi mi? Aklı başında
herhangi bir kimse, bu gibi politik vaazlara, öğütlere kulak verir mi? Bay
Heinzen’in bu el ilânlarında vaaz ya da öğüt vermek dışında yaptığı bir şey var
mı? Bu şekilde ne sezgi ne idrak olmadan, bilgisizce ve koşulların
değerlendirilmesinden yoksun olarak devrim borusu çalmak, saçmalık değil mi?
Bir
parti yayınının görevi nedir? Evvela tartışmak, açıklamak, yorumlamak, partinin
taleplerini savunmak, karşıt partinin iddialarını reddetmek ve çürütmek.
Demokratik Alman basınının görevi nedir? Genel olarak soyluluğu temsil eden
mevcut hükümetin değersizliği, dümeni burjuvaziye veren anayasal sistemin
yetersizliği, halkın -politik iktidara sahip olmadığı müddetçe- kendi başının
çaresine bakmasının imkânsızlığı üzerinden, demokrasinin gerekliliğini
göstermektir. Görevi, proleterlerin, küçük köylülüğün ve şehir küçük
burjuvazisinin -bu sayılanlar Almanya'da “halk”ı teşkil eder- üzerindeki
-bürokrasi, soyluluk ve burjuvazi tarafından uygulanan- baskıyı sergilemektir.
Görevi sadece politik değil, toplumsal baskının da nasıl doğduğunu ve hangi
araçlarla yok edilebileceğini, iktidarın proleterler, küçük köylülük ve şehir
küçük burjuvazisi tarafından alınmasının bu araçların uygulanmasının ilk şartı
olduğunu ortaya koymaktır. Dahası, demokrasinin hızlı bir biçimde
gerçekleştirilmesinin ne oranda beklenebileceğini, partinin hangi kaynaklara
kumanda edebileceğini ve tek başına hareket edemeyecek kadar güçsüz olduğu
durumda, hangi partilerle ittifak edebileceğini incelemektir. Soralım; Bay
Heinzen, bu sayılanlardan tekini yaptı mı? Hayır. O kendini pek zora sokmadı.
Halka, başka bir deyişle proleterlere, küçük köylülüğe ve şehir küçük
burjuvazisine, hiçbir açıklamada bulunmadı. Sınıfların ve partilerin
konumlarını hiçbir biçimde incelemedi. Yaptığı, anca tek bir ezginin muhtelif
varyasyonlarını diline dolamak oldu: “Dövüşün! Dövüşün! Dövüşün!”
Peki
Bay Heinzen bu devrimci vaazları kime veriyor? En başta küçük köylülere,
günümüzün devrimci inisiyatifi ele geçirmeye en uzak sınıfına. 600 yıl boyunca
bütün ileri hareketler münhasıran şehirlerden çıkmışlardır, öyle ki kırsaldaki
bağımsız demokratik hareketler (Wat Tyler, Jack Cade, Jacquerie Ayaklanması,
Köylüler Savaşı[7]) birincisi, her zaman reaksiyoner mahiyette oldular ve
ikincisi, her zaman ezildiler. Şehirlerin sanayi proletaryası tüm çağdaş
demokrasinin öncüsü oldu; şehir küçük burjuvazisi ve ondan bir kat fazla olmak
üzere, köylüler, tamamen onun (proletaryanın) inisiyatifine tabi oldular. 1789
Fransız Devrimi ve İngiltere, Fransa ve Amerika'nın doğu eyaletlerinin yakın
tarihi bunu kanıtlar. Ya Bay Heinzen buna rağmen köylülerin şimdi, 19. yüzyılda,
dövüşeceklerini mi umuyor?
Ancak
Bay Heinzen, toplumsal reformlar vaat etmekten de geri durmuyor. Elbette halkın
onun çağrılarına olan kayıtsızlığı tedricen onu böyle davranmaya zorladı. Peki,
bunlar ne türden reformlar? Bizzat komünistlerin özel mülkiyetin kaldırılmasına
hazırlık mahiyetinde önerdiği türden. Bay Heinzen’in dikkate şayan yegâne fikri
komünistlerden alınma, şiddetle saldırdığı komünistlerden, elbette onun elinde
deli saçmasına ve ham hayale dönmüş hâlde. Rekabeti ve sermayenin özel ellerde
birikmesini sınırlamak için önlemler, miras kanununun ilgası ya da
sınırlanması, emeğin devlet eliyle örgütlenmesi vs. Bütün bu önlemler, devrimci
önlemler olarak yalnızca mümkün değil, aynı zamanda gerekli de. Mümkünler, zira
ayaklanmış tüm bir ihtilalci proletarya onların arkasında duruyor ve
devamlılıklarını silâhlarının zoruyla sağlıyor. İktisatçılarca iddia edilen
onca zorluğa ve dezavantaja rağmen mümkünler, zira bizzat bu zorluklar ve
dezavantajlar, proletaryayı elde ettiği şeyi tekrar yitirmemek için özel
mülkiyet ortadan kaldırılana kadar sürekli ilerlemeye mecbur bırakacaktır.
Başka bir anlamda değil ama, özel mülkiyetin lağvına giden yolda muvakkat geçiş
aşamaları olarak, hazırlık adımları olarak mümkünler.
Ne
var ki Bay Heinzen, bütün bu önlemlerin kalıcı, son önlemler olmasını, hiçbir
şeye hazırlık amacı taşımasınlar, nihai olsunlar istiyor. Onun için bu önlemler
araç değil, amaç. Devrimci bir durum için değil, barışçıl bir burjuva durum
için tasarlanmışlar. Ancak bu, onları hem imkânsız hem de reaksiyoner kılıyor.
Burjuvazinin iktisatçıları, bu önlemleri serbest rekabetle kıyaslayıp
reaksiyoner bulurlarken, Bay Heinzen’e nispetle oldukça haklılar. Serbest
rekabet, özel mülkiyet rejiminin nihai, en yüksek ve en gelişmiş biçimde
somutlanışıdır. Bu nedenle özel mülkiyetin temellerinden işe koyulan ve serbest
rekabete karşı çıkan tüm önlemler reaksiyonerdirler ve mülkiyetin gelişim
seyrindeki daha ilkel aşamaları yeniden canlandırmaya eğilimlidirler. Bu yüzden
yine rekabet tarafından nihayetinde yenilgiye uğratılmak ve mevcut durumun
restorasyonu ile sonuçlanmak durumundadırlar. Burjuvazinin yükselttiği ve
yukarıda zikredilen toplumsal reformlar, sırf halkın güvenliğine dönük geçici
devrimci önlemler sayıldığında bütün güçlerini yitiriveren bu itirazlar, Bay
Heinzen’in köylü sosyalisti siyah, kırmızı ve altın rengi cumhuriyeti
bakımından yıkıcıdırlar.
Bay
Heinzen, elbette mülkiyet ilişkilerinin, miras kanununun vs. istendiğinde
değiştirilebileceğini ve budanabileceğini tasavvur ediyor. Bay Heinzen -bu
yüzyılın en cahil adamlarından biri olarak- elbette herhangi bir çağdaki
mülkiyet ilişkilerinin o çağın üretim ve mübadele biçimlerinin zaruri sonucu
olduğunu bilmeyebilir. Bay Heinzen, büyük ölçekli toprak sahipliğinin bütün bir
zirai yapı değiştirilmeden küçük ölçekli hâle getirilemeyeceğini ve aksi
takdirde büyük ölçekli toprak sahipliğinin hızla tekrar ortaya çıkacağını
bilmeyebilir. Bay Heinzen, bugünün büyük ölçekli sanayisi, sermayenin
yoğunlaşması ve proletaryanın ortaya çıkışı arasındaki yakın ilişkiden bihaber
olabilir. Bay Heinzen, Almanya gibi sanayi bakımından bağımlı ve uşak konumunda
olan bir ülkenin kendi bünyesindeki mülkiyet ilişkilerini serbest rekabetin ve
burjuvazinin çıkarlarına hizmet etmedikçe kendi hesabına dönüştürmeye
yeltenemeyeceğini bilmeyebilir.
Kısacası
bu önlemler, ancak komünistlerin elinde bir anlam ifade ederler, zira bunlar,
keyfî önlemler olarak ele alınmazlar, zorunlu olarak ve kendiliklerinden
sanayinin, tarımın, ticaretin ve ulaşımın gelişiminden, bunlara bağlı olan
burjuvazi ve proletarya arasındaki sınıf mücadelesinin gelişiminden neşet
ettikleri kabul edilir. Yine bu önlemler nihai olarak ortaya konmazlar, ancak
geçicidirler, halkın güvenliği, selameti için uygulanırlar ve kaynaklarını
sınıflar arasındaki geçici mücadele döneminde bulurlar.
Bay
Heinzen’in elindeyse hiçbir zaman hiçbir şey ifade etmezler, çünkü keyfî bir
biçim alırlar, dünyayı yoluna koymak için düşünülmüş aptalca burjuva görüleri
olarak kalırlar. Çünkü bu önlemlerle tarihsel gelişim arasındaki rabıtadan
bahis yoktur. Çünkü Bay Heinzen, önerilerinin gerçekten uygulanabilir olup
olmadıklarıyla zerrece ilgili değildir. Çünkü sanayiye dair gereklilikler
formüle etmek onun hedefi değildir, onunki bu gereklilikleri fermanlarla
tersyüz etmektir.
Komünistlerin
taleplerini alıp onları tanınmayacak hâle getirerek birer hayale dönüştüren,
komünistleri “hayal peşinde koşmak”la, “ayaklarını gerçeğin (!) zeminine
basmamak”la ve “eğitimsiz kişilerin aklını karıştırmak”la suçlayan o aynı Bay
Heinzen’den sözediyoruz.
Burada
Bay Heinzen’i bir ajitatör olarak ele alıyoruz ve hiç çekinmeden belirtiyoruz
ki o, Alman radikallerine zarar ve itibar kaybından başka hiçbir şey
getirmiyor. Bir parti yazarının yüzyılımızın en cahil adamlarından biri olan
Bay Heinzen’inkilerden çok daha farklı özelliklere sahip olması gerekir. Bay
Heinzen, dünyanın en iyi niyetlere sahip insanı olabilir, inançları noktasında
Avrupa’daki en kararlı adam olabilir. Biz, hakikatte onun onurlu, cesur ve
dirençli bir kişi olduğunu da biliyoruz. Ama bütün bunlar onu bir parti yazarı
yapmıyor. Bunun için inanç, iyi niyet ve gür bir sesten fazlasına ihtiyaç var.
Bunun için gereken, biraz daha akıl, bir parça daha açıklık, daha iyi bir üslup
ve Bay Heinzen’in şu anda sahip olduğundan ve uzun tecrübelerden anlaşıldığı
kadarıyla edinmeye kadir olduğundan daha fazla bilgi.
Bay
Heinzen’in hicreti, hâl böyleyken, onu bir parti yazarı hâline gelme
gerekliliği ile yüz yüze getirdi. Radikaller arasında kendi partisini
oluşturmaya mecbur oldu. Böylece başarısız girişimleri neticesinde
gerekliliklerini karşılayamayarak kendini gülünçleştirdiği bir duruma düştü;
üstesinden gelmesi mümkün olmayan bir duruma. Eğer kendilerinin temsilcisi
rolünü ona verselerdi, Alman radikalleri de aynı oranda gülünç duruma düşmüş
olacaklardı.
Ne
var ki Bay Heinzen, Alman radikallerini temsil etmiyor. Onların Jacoby ve
başkaları gibi oldukça farklı temsilcileri var. Bay Heinzen, hiç kimseyi temsil
etmiyor ve kimse tarafından temsilci olarak tanınmıyor, belki ona ajitasyon
gayesi için para yollayan birkaç Alman burjuvası dışında. Yanlış! Almanya’da
onu temsilcisi kabul eden, onu delicesine seven, onun için tezahürat ederken
pavyonlardaki içki masalarının gürültüsünü bile bastıran (aynen Bay Heinzen’in
deyişiyle, komünistlerin çıkardıkları gürültüyle “bütün bir yazınsal muhalefeti
bastırdıkları” gibi) bir sınıf var. Bu sınıf, kalabalık, kültürlü, soylu
fikirlere sahip ve nüfuzlu commis-voyageurs (şehir şehir gezen
pazarlamacılar anlamında gezici satış temsilcisi –çn.) sınıfı.
Bu
Bay Heinzen, komünistlerin onu radikal burjuvazinin temsilcisi olarak tanıyıp
ondaki bu kapasiteyle bir de onunla tartışmalarını talep ediyor, öyle mi?
Şimdilik
komünistlerin Bay Heinzen’e karşı yürüttükleri polemiğin haklılığını gösteren
nedenler bunlar. Bir sonraki sayıda Bay Heinzen’in gazetenin 77. sayısında
komünistlere yönelttiği eleştirileri ele alacağız.
Eğer
Bay Heinzen’in bir parti yazarı olarak bütünüyle ehliyetsiz olduğuna tamamen
ikna olmamış olsaydık, ona Marx'ın Felsefenin Sefaleti isimli
çalışmasını iyice incelemesini salık verirdik. Ama şu durumda onun bize Fröbel’in
Neue Politik’iğini[8] okumamız yönünde verdiği tavsiyeye cevap olarak,
sadece ona sessiz kalmasını ve “kavga başlayana” kadar beklemesini öneriyoruz.
Biz, Bay Heinzen’in kötü bir parti yazarı olduğu kadar iyi bir tabur komutanı
olacağına kaniyiz.
Bay
Heinzen, kendisine yönelmiş anonim saldırılar hakkında şikâyetçi olamasın diye
bu makalenin altına imzamızı atıyoruz.
Friedrich Engels
3
Ekim 1847
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Engels tarafından Karl Heinzen’e karşı yazılmış iki makale, bu küçük
burjuva demokratın komünistlere ve bir toplumsal eğilim olarak komünizme
yönelik karalayıcı saldırılarını hedef alıyordu. Deutsche Brüsseler Zeitung’un
26 Eylül 1847 tarihli 77. Sayısının Polemik adlı köşesinde Heinzen’in
komünistleri Almanya’daki devrimci hareketi bölmenin yollarını aramakla
suçlayan ifadeleri yer alıyordu. Heinzen, Deutsche Brüsseler Zeitung’un
12 Eylül 1847 tarihli 73. sayısındaki editör notunu bahane etmişti. Bu notta
editörler, bir Alman gazetesinin Deutsche Brüsseler Zeitung’un 49.
sayısında (20 Haziran 1847) yayınlanmış olan “Der deutsche Hunger und die
deutschen Fürsten” isimli makalenin komünist karakterde olduğu yollu
iddiasını reddederken, makalenin yazarının Heinzen olduğunun altını çiziyorlar
ve Heinzen’in “bilindiği üzere […] defaaten komünizme saldırmış” olduğunu
hatırlatıyorlardı. Heinzen’in bu nota verdiği cevabı yayınlayan Adalbert
Bornstedt, gazetenin baş editörü, cevabın içerdiği imalı ifadeleri iade edeceği
yerde, yurtdışındaki her türden Alman devrimcisini sükûnete davet ediyordu. O
editörlerin tamamı adına şunları yazmıştı: "Her iki tarafa da başka bir
yerde bu polemik tekrar zuhur ederse bundan uzak durmalarını tavsiye etmeyi
görevimiz biliyoruz.”
Engels’in
30 Eylül 1847 tarihinde Marx’a yazdığı mektupta görüldüğü gibi, birinci cevabî
makale Deutsche Brüsseler Zeitung’a 27 Eylül’de gönderilmişti. Ancak
Bornstedt, Marx ve Engels’le gazeteye günlük katkı sunmaları konusunda anlaşmış
olduğu hâlde, bir sonraki sayıda (78. sayı) Engels’in makalesini yer yokluğu
gerekçesiyle yayınlamamıştı. 79. sayının (3 Ekim 1847) Polemik köşesinde
yayınlamaya mecbur kaldığında ise her iki tarafa yönelik karşılıklı suçlamaları
bırakmaları çağrısını tekrarlayan bir not iliştirmişti.
[2]
Gazetenin Polemik adlı köşesinde editörlerin “Bay Heinzen ve Komünistler”
başlıklı notu eşliğinde yayınlandı.
[3]
K. Heinzen, Die Preussische Bureaukratie. -Ed.
[4]
J. Venedey, Preussen und Preussenthum. -Ed.
[5]
Heinzen, Almanya'nın geleceğini, İsviçre Konfederasyonu’na benzer biçimde,
özerk bölgelerin bir federasyonu olarak düşünüyordu. Sembolü siyah, kırmızı ve
altın rengi bayrak olan “Alman birliği” sloganına birçok küçük burjuva
tarafından verilmiş olan anlam bu idi. Marx ve Engels, sloganın bu türden bir
yorumunu Orta Çağ’ın yalıtılmışlığı ve siyasî birlikten yoksunluğundan arta
kalanlara karşı verilen mücadele ile tutarlı bulmuyorlardı. Buna karşı ortaya
koydukları talep, tek, merkezî demokratik bir Almanya cumhuriyetiydi.
[6]
K. Heinzen, “Teutsche Revolution Gesammelte Flugschriften”. -Ed.
[7]
Engels, Orta Çağdaki bazı büyük köylü isyanlarını sıralıyor: İngiltere'deki Wat
Tyler (1381) ve Jack Cade (1450) isyanları, 1358'de Fransa'da gerçekleşen köylü
ayaklanması (Jacquerie) ve Almanya'daki köylü savaşı (1524-25). Daha sonraki
yıllarda feodalizme karşı köylü mücadelesini etüt etmesi ve 1848-49 devriminde
köylülüğün devrimci eylemlerinin deneyiminden yararlanması neticesinde Engels,
köylü hareketlerinin karakterine dair hükümlerini değiştirdi. Almanya'da
Köylü Savaşı’nda (1850) ve diğer çalışmalarında köylü ayaklanmalarının
devrimci kurtuluşçu karakterlerini ve feodalizmin köklerini sarsmaktaki
rollerini gösterdi.
[8]
J. Frobel, “System der socialen Politik”, zweite Auflage der Neuen Politik,
Th. I-II (Neue Politik başlıklı ilk baskı “Junius” mahlasıyla çıkmıştı).
-Ed.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder