Pages

03 Mayıs 2018

Kırk Yılın Ardından Edward Said’in Şarkiyatçılık Eseri


Önce internetin o tavan arasında, dip köşe bir yerlere tıkıştırılmış bir videodan bahsetmeliyim. On beş yıl önce Columbia Üniversitesi’nde Said’in Şarkiyatçılık isimli eseriyle ilgili uluslararası konferansta konuşuyorum. O günlerde Said aramızdaydı. Bu videoda, o çığır açıcı şaheserine dair düşüncelerini paylaşmak üzere kürsüye gelmezden önce, onunla ilgili kısa bir takdim konuşması yapıyorum (ki aslında bizim kampüste onu takdim etmeye hiç gerek yoktu).

Bu da birkaç öncesine, Eylül 2017’ye ait başka bir video. Burada, Cenevre’deki bir meslektaşımla yaptığım mülâkatta, günümüzde Şarkiyatçılık eserinin sahip olduğu öneme dair görüşlerimi aktarıyorum. Bu iki etkinlik arası dönemde Şarkiyatçılık Sonrası: Terör Döneminde Bilgi ve İktidar (2009) isimli eserimi kaleme aldım.

Bu üç tarih, 2003, 2009 ve 2017, kendi kuşağıma mensup eleştirel düşünürlerin takip ettiği zamansal dizgenin özgün dönemeçleri esasında. Bu düşünürlerin Said’e ve eserine çok şey borçlu olduğunu söylemem lazım. Şarkiyatçılık yayımlandıktan sonra tüm akademiyi altüst etti. Eser, o güne dek dünya genelinde sömürgecilik sonrası düşünce âleminin hiçbir şekilde ulaşamayacağı bir derinliğe sahipti. Şarkiyatçılık’ta Said, dilinin dizginlerini kopartmış, eleştirel düşüncenin kılıcını kınından çıkartmış biri olarak çıkıyordu karşımıza.

Burada kayıt düşmem gereken başka bir önemli tarih daha var: Ekim-Kasım 2000’de Columbia Üniversitesi’nde İtalya İleri Düzey Çalışmalar Akademisi, madun çalışmaları okulunun önde gelen kurucu isimlerinden biri olan Hintli tarihçi Ranajit Guha’ya ev sahipliği yaptı. Guha o gün, sonrasında Dünya-Tarihinin Sınırında Tarih (Metis Yay., 2006) isimli çalışması dâhilinde yayınlanan ders notlarını aktarmıştı.

Bu çalışmanın sunduğu imkân dâhilinde ben ve Columbia Üniversitesi’nden meslektaşım Gayatri Spivak, Guha’nın dersleri üzerine iki günlük bir konferans tertip ettik ve bu konferansa “En Geniş Mânâda Madun Çalışmaları” adını verdik. Said o konferansa katıldı ve ilk genel oturumda açılış konuşmasını yaptı.

İmparatorluk Cevabını Veriyor

Said, Spivak ve Guha gibi önemli eleştirel düşünürlerce tarif edildiği biçimiyle, birbirleriyle ilişkili iki saha olarak, madun çalışmaları ile sömürgecilik sonrası çalışmaları, bilgi üretimi tarzlarının dönüştürülmesinde deprem etkisi yaratan ani patlamalara ait birer emare gibidir. Söz konusu üretim, tarihsel bir çerçeveye sahiptir ve etrafımızdaki dünyaya dair anlayışımızda mündemiç olan, bir biçimde edinilmiş bir olgu olarak Avrupamerkezciliği bölgeselleştirmiştir.

Bu önemli düşünürlerden önce sömürgelerde hüküm süren modernite, Avrupa’daki akademisyenlerin ürünlerini doğrudan edinmekle yetinmekteydi. Bu akademisyenlerin yazıları, Avrupamerkezci sosyal bilimler ve beşeri bilimlerin bilişsel düzeyde ön plana çıkartılan yaklaşımlar bağlamında tefekkür edilmesine neden oldu.

Sosyal bilimler ve beşeri bilimler alanında eleştirel çalışmaların tarihsel yönelimini tayin eden ana merkeze bir dizi önemli metni yerleştirmek mümkün. Bu metinler içerisinde en fazla öne çıkanı ise Spivak’ın yetkin çalışması, Madun Konuşabilir mi?’dir [Dipnot Yay.] Fakat anlamlı ve koşullara bağlı bir dizi sebepten ötürü bugüne dek hiçbir metin, Said’in Şarkiyatçılık isimli eserin sahip olduğu o muazzam öneme sahip olamadı.

Şarkiyatçılık, doğru bir yazar tarafından doğru bir zamanda kaleme alınmış doğru bir kitaptır. Kendi neslinin önde gelen edebiyat teorisyeni olarak Said, Şarkiyatçılık öncesinde ve sonrasında birçok kitap ve makale yazmıştır.

Fakat buna karşın Şarkiyatçılık, sömürgecilik sonrası dünyanın en fazla ihtiyaç duyduğu bir ânda en doğru notaya basmış, en doğru sesi vermiştir. Bu, sömürge olmanın, en geniş mânâda kapitalist modernitenin genel çerçevesinden teorik açıdan ve konu bağlamında ayrıştırılmasının gerekli olduğu bir dönemdir. Kapitalist modernitenin sömürgecilik sonrası döneme ait dalgalarınca biçimlenmiş kıyısında yaşayan insanlar olarak bize, süreci tanımlayan, put gibi yüzümüzü döneceğimiz bir kutup, dünyevi bir tanıklık, hepimizi bir araya getirecek bir şey lazımdı. Said, sanki o metni yazıp belirli bir yapıyı inşa etmek için doğmuş gibiydi.

Tüm çığır açıcı metinler gibi Şarkiyatçılık da birçok önemli ismi etkiledi. Bunlar arasında bilhassa iki isimden bahsetmem gerek: Eycaz Ahmad ve James Clifford. Bense, 2015’te kaleme aldığım İransevicilik: Küresel Sahnede İran Kültürü isimli çalışmamda bazı önemli noktalarda Said’in aldığı konumlardan uzaklaştığımı fark ettim.

Tüm diğer ufuk açıcı düşünceler gibi Şarkiyatçılık da Enver Abdulmalik, Talal Esad ve Bernard S. Cohen gibi isimlerin eserlerine örneklik teşkil etti. Fakat bu örneklik ve çalışmaya dair tüm o eleştiriler, pratikte sahneye birlikte çıktı ve Şarkiyatçılık’ı olduğundan farklı bir şey olarak takdim etti.

Kitabı kötü niyetle okuyup onu “Batı” karşıtı bir eleştiri olarak görenler bile disiplin dâhilinde kitabın sunduğu önemli katkıyı kabul etmek zorunda kaldılar. Bu kötü niyetli okumanın bir sebebi de Said’in Filistin davasını büyük bir cüretle ve öncü bir isme has yaklaşımla savunuyor olmasıydı. Şarkiyatçılık’ın kötü ve faydalı okumaları arasındaki sınır çizgisi silindikçe, metin kendi yanlış/yorumlarının önüne geçmeye çalışan bir klasik olarak zamanla sönükleşti.

Dünyayı Yeniden Yazmak

Tüm bu kakofoni karşısında Şarkiyatçılık, dün olduğu gibi bugün de sömürgeciliğin koşullandırdığı bilgi üretim tarzlarının ikna edici bir eleştirisidir. Eser, bilgi ile iktidar arasındaki ilişkiye dairdir ve bu hâliyle Michel Foucault, ondan da önce Friedrich Nietzsche’nin çalışmalarına dayanır, onlardan beslenir.

Marx ve Engels’in Alman İdeolojisi isimli çalışmasına dek uzanan, bilgi sosyolojisini ele alan uzun bir eleştiri geleneği söz konusudur. Bu gelenek, Max Scheler, Karl Mannheim ve George Herbert Mead gibi önemli sosyologları içermektedir. Said’in bu önemli sosyolojik dizgenin farkında olduğunu söylemek pek mümkün değildir, zira o, her şeyden önce bir edebiyat eleştirmenidir ve Şarkiyatçılık isimli çalışması, temelde simgesel, yönelimsel ve anlatısal temsilleri eleştirmektedir.

Kitaptan bugün de çıkartabileceğimiz ders ve öğreneceğimiz kalıcı gerçek esasen, onun bilgi ile bilginin hizmet ettiği iktidar arasındaki patolojik ilişkiyi teşhis noktasında gösterdiği hassasiyetle alakalıdır. Şarkiyatçılık Sonrası isimli kitabımda detaylı olarak aktardığım biçimiyle, bugün iktidar ve Arap-Müslüman dünya ya da genel mânâda dünya ile alakalı bilgi arasındaki ilişki, birbirini takip eden bir dizi aşamadan geçmiştir.

Avrupaî Şarkiyatçılığın klasik çağı, nihayetinde zamanla yozlaşıp Amerika’ya has alan çalışmalarına evrilmiş, süreç içerisinde Washington’da ve başka yerlerde, ekseriyeti Siyonist olan düşünce kuruluşları ön plana çıkmış, bunlar, İsrail’in çıkarlarını ABD’nin emperyalist çıkarlarına uygun birer olgu olarak takdim etmişlerdir. Bugün Arap ve İslam, artık bilgi ve anlama çabasının konusu değil, nefretin ve tiksinmenin nesnesidir.

Bugün Müslümanlardan ve dinlerinden nefret eden, İslamofobik yaklaşımlarıyla öne çıkan iki isim, ABD’de önemli mevkilerde bulunmaktadır. İlki Trump’ın dışişleri bakanı Mike Pompeo, diğeri de ulusal güvenlik danışmanı John Bolton’dır. Bugün bizim, Said’in idrak edip eleştirdiği bir şarkiyatçılık sahasında bulunduğumuzu söylemek artık pek mümkün değildir.

Bugün Avrupa’da Yahudiliğe ve Yahudilere yönelik nefret başarılı bir biçimde dönüştürülmüş, bu nefret, yerini İslam ve Müslümanlara yönelik nefrete bırakmıştır. Zirvede olduğu dönemde klasik Şarkiyatçılık Ignaz Goldziher türünden önemli bir akademisyeni üretmişti. Goldziher, ürettiği bilgileri kendi hesaplarına kullanmak isteyen Siyonistlerin kötücül güçlerinin artmasına ne pahasına olursa olsun karşı çıkmış bir isimdi. Bugünse Neokonların Müslümanlara yönelik nefretinin ve onların anavatanlarıyla alakalı emperyalist hesapların ana ideologu Bernard Lewis gibi Siyonist bir propagandisttir.

Bugün Said’in ufuk açısı eserinin doğru ve eleştirel bir okuması, Avrupa’da geliştirilmiş olan sömürgeci moderniteden ve tüm o ideolojik tuzaklarından köklü bir biçimde uzaklaşılmasına ihtiyaç duymaktadır. Said, bizim için yolu açmış, doğru yönü göstermiştir. Önümüzde uzanan bu tehlikeli yolda bizler, sadece Said’in eleştirel düşüncelerinin yaydığı ışığa değil, ayrıca ondaki cesaret denilen fazilete ve hayal gücüne muhtacız.

Hamid Dabaşi
3 Mayıs 2018
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder