“Evinizi işinizi çalan patronlardır. Savaş ve açlıktan kaçarken botlarda yaşamlarını yitirenler değil!” [İtalya]
Ernst Bloch Söyleşisi
1967
Nefret,
her gün bizim doğrudan veya dolaylı olarak yüzleştiğimiz bir olgudur.
Kanaatimce kolektif nefret, politik düzlemde istismar ve maniple edilebilir.
Yaptığımız bu sohbette ben, bilhassa ırksal nefret ve sınıfsal nefret
meselelerini nasıl değerlendirdiğinizle ilgileniyorum. Motifler farklı. Fakat
üzerinde durulduğunda görülüyor ki ortaya hep aynı sonuç çıkıyor ve halklar yok
ediliyor.
İlk
planda nefret, hoş bir vasıf değil. İnsanı öfkelendirir ve kör eder. Doğru
olduğunda bile insanın simasını kötüye doğru değiştirir. Ama gene de sınıfsal
nefretle ırksal nefret arasında içerik ve muhatap noktasında net farklılıklar
olduğunu belirtmek gerek. Irksal nefret ve yabancı düşmanlığı gibi nefretin
bastırılmış biçimlerinde saldırganlık, aşırı ölçüde körüklenir ve insan, o
saldırganlığın temellerini bile sorgulamaz. Sınıfsal nefret ise ta Spartaküs
döneminden beri sömürü ve zulümden kaynak alır.
“Yahudilerdir
başımızdaki belâ” ve “yabancı işçilerdir başımızdaki belâ” türünden sözlerle
Marx’ın Kapital’de incelediği, insanların kapitalizme yönelik duydukları
gerçek düşmanlık arasında net bir ayrım yapmak lazım. On sekizinci yüzyılda,
Adam Smith’in döneminden, hatta onun öncesinden beri, yani on beşinci ve on
altıncı yüzyılda müteşebbisler kendilerini loncalardan kurtardılar, böylelikle
üretici güçler zincirlerini kırmış oldu. Fransız Devrimi, Aydınlanma ve
Ansiklopedistler bu döneme ait. Tüm bunlar, hatta özgürlük denilen kategorinin
kendisi bile, ekonomik sistemin prangalarından kurtulması sayesinde ortaya
çıkabildi. Bu anlamda Marksizm, 1800 yılına dek yaşanan kapitalist gelişimi
oldukça ilerici kabul eder (ki bu ilerleme, her daim muhafazakârların ve
gericilerin kafasını karıştırmış bir husustur). Ancak kapitalizm, çelişkiler
yurttaşların eski feodal yatağa yuvarlanmasına neden olacak ölçüde derinleşene
dek ilericiliğini muhafaza etti.
Ortaya
çıktığı noktada aşağıdakilerin nefreti, esasen yukarıdakilerden kaynaklanır. Bu
noktada nefret edilenler, önemli bir rol oynarlar zira nefret yüklü olanlar
bizatihi kendileridir: yukarıdakiler, küçük insandan, köylüden ve ezilenden
nefret ederler, bilhassa isyan ettiklerinde. Beyaz terör, kızıl terörü aşan
boyutlarda gerçekleşmese bile her daim ona denk düzeydedir. Buradaki aşırılık,
yoksul odun hırsızlarına darağaçlarında verilen orantısız cezayla
kıyaslanabilir ancak.
Irka
ve yabancılara dönük nefret, muhafazakârların körlüğünden, gerçeklere mantıklı
yaklaşmamasından kaynaklanır. Bu özellikleri yüzünden muhafazakâr,
yukarıdakilerin beslediği nefrete veya sağdan kaynaklanan nefrete alkış tutar
ve o nefrete ortak olur, sonuçta da nefret ettiği kişilere iftiralar atar ve
onun yolu büyük bir aptallıkla anti-komünizme çıkar. Çoğunlukla sağdan
kaynaklanan antisemitizm gibi bu anti-komünizm de “Rus”u, “Alman”ı, “Fransız”ı
ve “Yahudi”yi genelleştirir. Anti-komünizm de genelleme çabasının en kötü
biçimlerinden biridir ve her türden farklılığa karşı kördür. Genellemeci
yaklaşım, aptallığın hüküm sürdüğü yerde gelişip serpilir.
Fakat
bence asıl mesele, şu soruyu sormaktadır: somut devrimci durumlarda nefret, en
azından bir süre, izin verilebilecek bir araç mıdır? Yukarıdakilerden yetkiyi
aldığı noktada yozlaşan ve körlükle, saf hınçla suça bulaşan bu nefret gözden
kaybolur. Bu nefret öfkeye dönüştürülmelidir. Öfke, nefretten çok farklıdır.
İnsanların haklı nefretten değil de haklı öfkeden söz etmelerinin sebebi
buradadır. Öfke, kitlelerin Bastille’e hücum edip yıkmasına, Zwing-Uri
Kalesi’nin fethedilmesine ve William Tell’in Gessler’in şapkası önünde eğilmeyi
reddetmesine neden olan ana unsurdur. Öfke, insan haysiyetine, dik duruşumuza
yönelik saldırılara duyduğumuz kızgınlıktır. Nefretse soluktur, karamsardır,
korkaktır, insanın içini yiyen kurttur, üzerindeki gaz kimi zaman patlar. Öte
yandan öfke alenidir, soluk yüzü kıpkırmızı eder. Sefil küçük burjuva Nazi,
kendi nefreti dâhilinde gayet ihtiyatlı hareket eder ama öfke o ihtiyatı yele
savurur. Öfke asla fırsatçı değildir, birden kişinin çıkarları aleyhine
dönebilir. Bu sebeple öfke, yüce vasıflara meyillidir.
O
hâlde siz, sınıfsal nefreti nefret değil de daha çok öfke olarak
değerlendiriyorsunuz?
Her
devrimde öfke vardır. Öfkenin insanı her daim körleştirmesi gerekmez. O, aynı
zamanda aktif ve geçici bir olgudur. Buna karşılık nefretse çürümeye devam
eder. Öfke patlaması yaşandığında insan, hâlen daha düşünmek için vakit bulur.
Aksi takdirde kişi, çürütmeye meyilli nefret duygusuyla kirlenir. Nefret,
öfkedeki vuzuha, duruluğa dönüştürülmediği durumda yoz bir duygudur. Nefret,
her şeyi tüm yalınlığı ile gören gözleri kör eder, dolayısıyla kesinlikle sınıf
mücadelesine ait bir duygu değildir. O, doğru muhatabını asla bulamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder