Pages

11 Nisan 2018

Asimilasyon ve Irkçılığın Liberal Yüzü

Irkçı söylemin iç içe geçen, birbirini besleyen, çelişkili iki yönü mevcuttur: dışlama ve asimilasyon. Avrupamerkezciliğin genel çerçevesi açısından Avrupalı olmayan halklar, aralarında tercihte bulunamayacakları iki seçenekle yüzleşirler. Onlar, Avrupa’nın yönelimlerini redde tabi tuttuklarında gayri medeni kabul edilecekler veya onca engele rağmen, Avrupa’nın tayin ettiği normlar uyarınca “uygarlığa” sahip oldukları noktada ise onların ancak dışarıdan bir itkiyle ilerleyebileceğine dair kanıtlar öne sürülecektir. Yüzeyden bakıldığında, ırkçılık karşıtlarındaki kafa karışıklığının ana kaynağı budur. Tabi ırkları aşağılık gören ve onların bu konumdan kurtulamayacağına inanan dışlayıcılık kulağa hoş gelmeyen bir ifadedir. Ama sonuçta bahsi geçen iki yön de esasen aynı madalyonun iki yüzü gibidir. Sadece dışlayıcılığa saldırdığınızda asimilasyonist ırkçılığı besler, böylelikle de ırkçılığı pekiştirmiş olursunuz. Bu durum, en çok on dokuzuncu yüzyılda kölelik karşıtlarının oluşturduğu yazında karşımıza çıkar. Bu bağlamda kaleme alınan eserler, ağırlıklı olarak “iyilik yapan” siyahların hayat hikâyeleri üzerine kuruludur. Irkçılar ise bu çalışmaları söz konusu insanların en iyi hâliyle, sadece beyazları taklit edebilecek kişiler olduklarını söyleyebilmek için kullanmışlardır. Tam da Curtin’in o mükemmel sözünde dile getirildiği gibi, “Siyah yanlısı grupta gördüğümüz kültürel şovenizm, geri dönüp ırkçılığın yardımına koşar.”[1] Bu sözü, solun bünyesinde tanış olduğumuz yığınla “ırkçılık karşıtı” güce tatbik etmek mümkündür. Bu kesimler, kendilerini Avrupamerkezci bakış açısından kurtaramamaktadırlar.

Başka halkların bağımsız sosyo-ekonomik hayatiyetini ortadan kaldırmak için ne vakit sömürgeci ekonomik zemine ihtiyaç duyulsa o halklar, ilerleme sürecinin dışına düşmeye mahkûm, geleceği olmayan, hükmünü yitirmiş halklar olarak resmedilirler. Amerika veya Avustralya’da yaşandığı üzere, ister bu halkların yerleşimci sömürgecilik için toprağı temizlemek adına fiziken imha edilmesi ister bu halkların ucuz emek kaynağı olarak elde tutulmaları gerektiğini ifade etsin, isterse bu halkların daha incelikli yollardan, örneğin sömürgecilerin “kaçakçılık ve ticaret yoluyla zenginleşmesi”[2] amacıyla (ki bu yaklaşım, İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni sömürgecilik rejiminde geliştirilmişti) kullanıldığı durumlara işaret etsin, söz konusu argüman temelde geçerliliğini korur. Fizikî imhayı dillendirenlerle bir halkın kimliğinin yok edilip onun köleleştirilmesini savunanlar arasında niteliksel bir ayrım yoktur. Mesele, hâlen daha bir soykırım meselesidir.

On dokuzuncu yüzyıl başlarında yürütülen tartışmalar, dünya halklarının tek bir soydan mı yoksa farklı soylardan mı türediği ile ilgili münazaralara tanıklık etmiştir. Tek soydan çıkışla alakalı argüman bilimsel açıdan doğrudur, zira insanlık Afrika’da bulunan tek bir kaynaktan çıkış almıştır ama aynı zamanda insanlık (insandan yana, kölelik karşıtı çevreler tarafından) Kitab-ı Mukaddes kaynaklı, yaratılışçı bir anlayış dâhilinde takdim edilmiştir. Süreç içerisinde Darwinizm, kutsal kitap kaynaklı argümanı yok etmiş ama sonuçta “ırkların” farklı yollardan evrimleştiğine dair sözde bilimsel bir önermenin dillendirilmesine yol açmak gibi bir yan etkiye sebep olmuştur. Bu muhakeme tarzını, fikirlerini Nazizmin sahiplendiği, önde gelen İngiliz ırkçı Robert Knox’un yazılarında bulmak mümkündür. Oysa Darwin, söz konusu çıkarımı reddetmiştir. İnsanın Türeyişi isimli çalışmasında Darwin şunu söylemektedir: “İnsanın tüm milletlerden ve ırklardan insanlara yönelik sevgi ve ilgisine mani olan bariyer, esasen sunidir.” Bu cümle, çoğunlukla ilerici bir görüş olarak takdim edilmiştir. Özünde Darwin, kendi teorisi üzerinden varılan ırkçı çıkarımları redde tabi tutmuştur.[3] Ne var ki sözün derinine indiğimizde, sömürgeler sahasında olan bitenleri ve yaşanan gerçekleri dikkate aldığımızda, Darwin gibi birlik yanlısı isimlerle Robert Knox gibi dışlayıcılar arasında niteliksel bir fark yoktur. Darwin’de karşımıza çıkan, insanlığın birliği anlayışı, esasen doğal seleksiyon dâhilinde bazı insanların başka insanları kaçınılmaz olarak yok etmesi gerektiği tespitinin soğukkanlı ve “bilimsel” bir yaklaşımla kabul edilmesini öngören anlayışla uyum içerisindedir. Darwin’in başka bir çalışmasında açık bir dille aktardığı biçimiyle, “uygar milletlerin barbarlarla temas kurduğu noktada açığa çıkan mücadele, kısa sürecek bir mücadeledir.”[4] Temelde Darwin’in ulaştığı bu sonucun yaslandığı veriler, soykırımlara dair gözlemlere aittir. O, yerli halkın çorak bir adaya sürgün edilmesinden sonra Tazmanya’ya gitmiştir. Yerli halkın başka bir adaya gönderilmesinin nedeni, “o halkın neslinin tükenmesini sağlamak”tır.[5] Tuttuğu günlüklerde şu türden sevinç dolu ifadelere rastlamak mümkündür: “Van Diemen’e ait ülke [Tazmanya] yerli halktan kurtulmuş olmak gibi büyük bir avantaja sahip. Bu acımasız adım kaçınılmaz olarak atılmış, zira siyahların gerçekleştirdikleri hırsızlıkların, kundaklama girişimlerinin ve cinayetlerin son bulması ancak bu şekilde mümkündü.”[6]

Bu cümlelerde sömürgeciliğin her daim kullandığı “kargaşa” denilen efsanenin yalın bir ifadesine rastlıyoruz. Ayrıca burada temelde doğayı yönetme konusunda uygun olmayan bir halktan o doğanın sömürgeci eliyle alındığından, onun mülk edinildiğinden bahsedilmektedir. Darwin, “bazı hemşerilerinin kötü amellerinden rahatsız olan ve onları eleştiren bir isimse de” onun muzafferin elindeki araçlar ne kadar kötü olursa olsun, zayıfın yok edilmesini iki toplumsal grup arasında yaşanan çatışmanın kaçınılmaz sonucu olarak değerlendirdiğini görmek gerekmektedir. Sömürgeciliğin yaptığı zulümler, berbat bir mantık üzerinden meşrulaştırılmaktadır: doğal seleksiyon kanunlarına göre, bazı halkların yok edilmiş olması onların aşağılık olduklarının kanıtıdır. Sömürgecilik işte buradan meşrulaştırılmaktadır.

Robert Biel

[Kaynak: Eurocentrism and the Communist Movement, Kersplebedeb, 2015.]

Dipnotlar:
[1] Curtin, Philip D. The Image of Africa: British Ideas and Action 1780–1850. Londra: Macmillan, 1965, s. 386.

[2] Pearce, Roy Harvey. The Savages of America. Baltimore: John Hopkins University Press, 1965, s. 19. Çalışmada 1635’te Maryland’de yaşananlardan bahsediliyor.

[3] October I:2 (1980s), s. 9.

[4] Charles Darwin’in İnsanın Türeyişi’nden aktaran: Curtin, Philip D. Imperialism: Documentary History of Western Civilization. Londra: Macmillan, 1972, s. 45.

[5] Bugün o yerli halkların torunları büyük bir şevkle hâlen daha varolduklarını söyleseler de sistem, bu soy kurutma konusunda başarılı olduğuna inanmaktadır.

[6] Darwin, Charles. The Voyage of the Beagle. Londra: Everyman, 1959, s. 430. Vurgu yazara aittir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder