Pages

09 Mart 2018

Yeni Ateistler ve İslam: Bir Reddiye


I

Geçmişte bazı aydınların toplumun değerlerine ve zamanın ruhuna korkusuzca kafa tuttuğunu hiç anımsayan var mı?

İlk akla gelen isimlerden biri Henry David Thoreau. O, Meksika-Amerika Savaşı’na karşı çıktı ve bir gece hapiste kaldı. Diğer bir isim de Aydınlanma’nın iyimserliğini kıyasıya eleştiren Voltaire. Artık bu tür zihinler bize çok uzak ve sayıca bir elin parmağını geçmiyorlar.

Artık son yirmi-otuz yıldır, Christopher Hitchens, Michael Shermer, Sam Harris ve Richard Dawkins gibi yeni ateistlere tanıklık ediyoruz. Caka satan ama korkudan kekeleyip duran bu adamlar, kendilerini cüretkâr ve cesur birer din ve ruhanilik eleştirmeni olarak resmediyorlar. Aslında bunlar, tüm dinleri ve belli düzeylerde yeni çağ inançlarını eleştiriyorlar. Fakat en ağır suçlamaları, nedense İslam’a yöneltiyorlar.

Misal, Hitchens şunu söylüyor: “İslam inancı, daha başlangıcında aşırıcı bir konum alan bir inançtır.” O bu lafı, Müslümanların incitme korkusu denilen korkuyu alaya almak amacıyla kaleme aldığı bir makalesinde sarf ediyor.

Shermer ise İslam’ın “tehlikeli” olduğunu söylüyor ve 11 Eylül’den beri (ABD’de) birçok teröristin İslamcı aşırıcı olduğunu ortaya koyan küresel terörizm veri tabanı incelemesine atıfta bulunuyor. Aynı makalede Shermer, İslam’ın yol açtığı tehlikeyi bu dinin Batı’da Yahudiler ve Hristiyanlık gibi bir Aydınlanma’yı tecrübe etmemiş olmasına bağlıyor.

Sıklıkla birbirleriyle hiç alakası olmayan analojilere başvuran Sam Harris ise ısrarla sorunun dinî köktencilik değil, “barış dini olarak görülemeyecek” İslam’ın ta kendisi olduğunu söylüyor.

Diğer yandan Richard Dawkins de Müslümanların İslam olmasaydı daha mesut olacaklarını, terörizme, bilim düşmanlığına, homofobiye vs. yer kalmayacağını iddia ediyor.

Bu cesur ateistlerin iddiasına göre, kendileri İslam’ın mahkûm edilmesinde politik doğruculuktan kopmayı savunuyorlar. Oysa Batı’da ırkçı İslamofobi dalgası üzerinde sörf yapan söz konusu isimler, kamuoyunun Müslümanlara yönelik, yanlış ve eksik bilgilerin koşulladığı kinine bir biçimde onay veriyorlar. Batılıların Müslümanlarla ilgili yanlış kanaatlerine ve İslam karşıtı görüşlerine karşı toplumsal bir eleştiri getirmek yerine yeni ateistler, yaygın kabul gören, aldatıcı klişeleri besleyip duran “zeki” ve sözde “ılımlı” bakış açılarını dillendirip duruyorlar.

Yeni ateistlerin güya felsefî nitelik arz eden bir kılıfa büründürdükleri İslam karşıtı argümanları, yavan, eften püften ve herhangi bir kudretten de yoksun.

Sam Harris ile yaptığı tartışmada Cenk Uygur, doğru bir tespitte bulunuyor ve İslam’ı diğer dinlere göre daha fazla eleştiren ve bunu doğal kabul gören Sam Harris gibi kişilerin hepsinin Yahudi-Hristiyan olduğunu söylüyor.

Uygur, konuşmasının devamında, Kuzey İrlanda’da Katolikler, Sri Lanka’da Tamil Kaplanları ve Filistin’de Müslümanlar gibi dinle ilişkili terörizm üzerinde duruyor ve meselenin aslında politik olduğunu, dinin sürece sadece katkı sunduğunu söylüyor. Aynı şekilde Uygur, Müslümanların dünya genelinde tatbik ettikleri şiddetin temelde yapısı itibarıyla coğrafi olduğunu, İslam’ın mevcut karışımın parçası olarak görülmesi gerektiğini tespit ediyor.

11 Eylül’den beri ABD’de gerçekleştirilen terörist saldırılar konusunda istatistikler, beyazların Müslümanlardan daha büyük bir tehdit teşkil ettiklerini ortaya koyuyor. Eğer yeni ateistler dünya ölçeğinde düşünüyorlarsa, o vakit İslamî terörizmin 2001’den beri en baskın terörizm biçimi olduğu tespiti yerinde.

Terörist saldırıların önemli bir kısmı başka Müslümanlara yönelik. Bazıları, Müslüman ülkelerdeki ABD askerlerini hedef almış. Bazı saldırılarda ise sufi ve Şii tarikatlar hedef alınmış. Sünni köktenciler, bu kesimleri mürted kabul ediyorlar. Bazılarında ana motivasyon kaynağı, İslam tarihinde idealize edilen, efsanevi bir döneme geri dönme arzusu. Gelgelelim dünya genelinde tanık olunan İslamî terörizmin büyük bir kısmının neşet ettiği genel toplumsal bağlamı, düzensizliğin hüküm sürdüğü, askerî işgalin mevcut olduğu veya Batı’nın müdahalesinden olumsuz yönde etkilenen toplumlar meydana getiriyorlar.

Peki ABD’nin kimsenin seçmediği dünya lideri olarak rahatça kullanıp durduğu ordusunun yol açtığı ölümleri İslamî terörizmle kıyasladığımızda, ortaya nasıl bir sonuç çıkıyor?

11 Eylül’den beri ABD’nin Afganistan, Irak ve Pakistan’a yaptığı müdahaleler, doğrudan 370.000 dolaylı olarak 870.000 toplam 1,24 milyon insanın ölümüne, 10,1 milyon insanın evsiz yurtsuz kalmasına sebep oldu. 2001-2016 arası dönemde dünya genelinde terörizmle ilişkili ölüm sayısı 241.808. Bu ölümlerin büyük bir kısmı, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Kolombiya ve Ukrayna gibi ülkelerde yaşandı. Aynı dönemde İslamî terörizm sonucu ölen sayısı 101.559. ABD’nin öldürdüğü insan sayısı ise 1,24 milyon.

Oysa yeni ateistler, Amerikalıların 11 Eylül sonrası dönemde yaşanan, doğal olmayan, çatışma ve savaş sonucu ölümlerin büyük bir kısmından sorumlu olan ordularına dinî ibadet gibi bağlılık göstermesini, ona tapmasını hiç mi hiç eleştirmiyorlar. Daha da önemlisi yeni ateistler, ordusunu bu türden faaliyetlere sevk eden ABD dış siyasetine pek fazla eleştiri de yöneltmiyorlar.

Devletler, kargaşanın hâkim olduğu bir ortama mahkûm olduklarında ve gündelik hayatta insanların güvenlikten mahrum kaldığı koşullarda, ister istemez bir tepkiye ve “misilleme”ye de tanıklık ediliyor. İslamcıların aşırı tepkisi sonucu ölenler, dünya genelinde yaşanan ölümlerin kabaca yüzde sekizini oluştururken, geriye kalan yüzde 92’lik dilim, ABD müdahalelerine ve terörle mücadele politikalarına ait.

Yeni ateistler, diledikleri gibi İslam’ı şeytanlaştırıp onu en tehlikeli din olarak takdim edebilirler. Fakat bu kişiler, akıldışı hükümet politikaları için bir borazan olarak mı iş görüyorlar yoksa “politik açıdan doğru olmayan” eleştirileri ile yeni bir zemin mi oluşturuyorlar, iki kez düşünsünler. Yeni ateistler, politik doğruculuk ile ırkçı, İslam karşıtı olmak arasında net bir ayrım yapmak zorundalar. Ayrıca onlardaki “cüret” de sorgulanmalı: Ateistlerin başlarının dertte olduğu Galile çağında yaşamıyoruz artık. Bilâkis ateistler, CNN veya Fox News gibi yerlerde İslam karşıtı görüşlerini yayarak şöhretlerine şöhret katıyorlar. Bu insanların düşüncelerinin övülmelerinin sebebi, onların avamın sahiplendiği İslam karşıtı ırkçılığa ve yabancı düşmanlığına onay vermeleri.

Üstelik Bay Shermer’a göre, İslam bir “Aydınlanma” dönemine tanıklık etti: Abbasi halifeliği. Bu dönem boyunca hilafet sınırları içerisinde yaşayan etnik gruplara eşit muamele ediliyordu, Elen felsefesi ve tıp literatürü Arapçaya çevrilmişti, ayrıca “Müslümanlar, bu dönemde onu önceleyen tarihin herhangi bir kesitine kıyasla daha fazla bilimsel keşfe imza atmışlardı.” (s. 54-56).

Artık avamın dünya kurgusunu allayıp pullamayın, hâkim gerici anlayışın reklâmını yapmayın ve bunları cüretkârlıkmış gibi satmaya çalışmayın. Yiğitlik, cesurluk denilince akla gelen, kendi toplumlarını sert bir dille eleştiren Nietzsche, Thoreau ve Voltaire gibi isimlerin kemiklerini sızlatmayın.

Gündelik bilincin esiri olan avamın zihnine damga vurmuş, yanlış ve miyopluğa teslim olmuş görüşleri neden yayıp duruyorsunuz? Sizin o yere göğe sığdırılamayan din eleştirinizde neden bu tür görüşlere karşı tek laf etmiyorsunuz?

II

“Ne görüyorsanız odur” deyip kestirip etmek bir işe yaramıyor. Bilinç ve bilinçdışı kaynaklı sezgilerin kültürel, dinî ve toplumsal önyargılarla birlikte, içinde bulunduğumuz çevre tarafından, toplumsal düzeyde inşa edildiklerini biliyoruz.

Bu nedenle yeni bilgiler toplanıp hızla kişisel bir dünya algısına uyumlu kılındığı noktada onay vermeyi esas alan önyargı devreye giriyor. Örneğin bir beyaz, çocuk desteği ve sosyal yardım alan bir Afro-Amerikan’a denk gelince, bu duruma itiraz eder ve hâlihazırda gördüğü şeyi zaten “bildiğini” düşünür. Oysa o beyaz, Afro-Amerikanların ekseriyetinin bu klişeye aykırı olduğunu görmez.

Michael Shermer ve yeni ateistler için de durum aynıdır. Yeni ateistlerin sert İslam eleştirisine dair eleştirim (yazının ilk bölümü) Dissident Voice’ta yayımlandığında, Bay Shermer Twitter’a hemen şu cümleleri döşendi:

“Hayır Peter Crowley, biz bugün İslam’a odaklanıyoruz, çünkü o politik şiddetin ana kaynağıdır. […] Eğer bu durum değişirse, odak noktamız da değişecektir. Burada İslam’a karşı kendiliğinden varolan bir önyargı söz konusu değildir.

Bay Shermer önemli bir akıl. Yeni kitabı Dünyada Cennet, okuması keyifli bir çalışma. Fakat kitapta İslam’daki ahiret anlayışına yönelik rahatsız edici bir dile başvuruluyor. Ama kitap, Yahudilik ve Hristiyanlık konusunda aynı üslubu takınmıyor. Örneğin Shermer şunları söylüyor: (s. 61):

“Eğer budünyada bekârsanız, kimi değerlendirmelere göre, ahirette en az yetmiş iki bakireyle birlikte olacaksınız. (Bu konuyla ilgili bir hadise göre, aşırı cinsel güç de ona ihtiyaç duyanlara bir tür ek ikramiye olarak, muhtemelen semavî bir Viagra şeklinde takdim ediliyor.)”

Gerçekten öyle mi? İslam’a erkekteki iktidarsızlık için üretilmiş ticari bir ürün üzerinden hakaret edilebilir mi? Bu türden bir bel altı vuruşu ancak Marine Le Pen destekçisinden gelebilirdi.

Müslüman âlimler, cennetin aşırı cinselleştirilmiş yorumlarına uzun zamandan beridir itiraz ediyorlar. Buna karşın İslam’ı pek bilmeyen bazı Müslüman teröristler, şehit olduklarında cennette kendilerine bakirelerin ödül olarak verileceğine inanıyorlar. Oysa dinler üzerine araştırmalar yapmış olan Lesley Hazleton’ın dediğine göre Kur’an’da cennet anlayışı, ahirette ona layık olan insanlara (ilk Müslümanlara) ödül olarak bahşedilen bolluk ülkesini ifade ediyor. Orada Müslüman teröristlerin ve Batılıların hatalı yorumlarında karşımıza çıkan aşırı cinsellikten eser yok.

Yanlışlıkla “bakire” olarak tercüme edilen yetmiş iki huri ile ilgili hadis, Haçlı Seferleri esnasında Müslüman olmayanlarla yaşanan çatışmalarda bir tür ilham kaynağı olarak kullanılmışsa da Sünni muhaddislere göre bu sahih bir hadis değil. (s. 240-241). Başka bir ifadeyle, söz konusu hadis, Muhammed’in eylemlerinden veya sözlerinden türetilmemiş. Ama buna karşın o söz, hem Müslüman aşırıcılar ve İslamofobikler tarafından sıklıkla suiistimal ediliyor.

Kendisinde bulunan İslam karşıtı önyargılarına arka çıkmak adına Bay Shermer, bir de Küresel Terörizm Veri Tabanı’ndan aldığı bir tabloya atıfta bulunuyor. Bu tabloya göre, doksanların başından beri yaşanmış olan, İslam’la ilişkili terörist saldırıların sayısı hızla artmış. 2012’de bu konuda ciddi bir artış yaşanmış. Bu, IŞİD’in ortaya çıktığı dönem. Maryland Üniversitesi veri tabanına baktığımızda, ilginç biçimde, İslam’la ilişkili terörist saldırıların sayısının doksanlardan önce sıfıra yakın olduğu görülüyor.

Geriye dönüp bakalım ve 1990’dan sonra dünyada hangi önemli jeopolitik olayların yaşandığını anımsayalım. Bu olayların İslam’la ilişkili terörist saldırıların sayısında neden artışa yol açtığını düşünelim.

Ah evet… İlk akla gelen olay, Amerikan askerlerinin Müslümanların kutsal kabul ettikleri topraklara, Suudi Arabistan’a konuşlandırılması. Nitekim Bin Ladin de o dönemde 11 Eylül saldırılarının ana sebeplerinden birinin bu olay olduğunu söylemişti. Bahsi geçen gelişmenin ardından iki Müslüman ülke işgal edildi. O süreçte Irak devleti, ABD’nin kurduğu Geçici Koalisyon Yönetimi tarafından yıkıldı. Kısa bir süre sonra Amerika, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar hükümetleri Suriye’deki savaşta Esad’a karşı mücadele eden radikallere arka çıktı. IŞİD’in tohumları işte bu toprağa serpildi. El-Kaide bile IŞİD’in uyguladığı şiddet ve Şii karşıtı terörizm karşısında sönük kaldı. Böylelikle 2012 sonrasında terör saldırılarında muazzam bir artış yaşandı.

Bu jeopolitik savaşlar ve kimlik temelli mezhepçi çatışmaları görmeyip İslam’a odaklanan ve dinin bu olayların ana tahrikçisi olduğunu iddia eden, ya yaygın kanaatlerin peşinden gidip duran, cahil bir ahmaktır ya da (Shermer’ın da dediği gibi) İslam’a karşı “kendiliğinden varolan bir önyargı”ya sahiptir. Dünya o kadar karmaşıktır ki iç içe geçmiş toplumsal olguların ana sebebi olarak belirli sebepleri ayıklayıp öne çıkartmak doğru değildir. İslam’la ilişkili terörist saldırılar bahsinde jeopolitika, devlet içi çelişkiler, anti-emperyalizm, grup kimliği ve yıkılan devlet kurumlarının geride bıraktığı boşluklar ana belirleyici unsurlar olarak ön plana çıkmaktadırlar.

Shermer’ın alıntıladığı Küresel Terörizm Veri Tabanı’na yakından baktığımızda, orada ne ABD’nin muhaliflerine uyguladığı politik şiddetin ne de Suudi Arabistan’ın Yemenliler, İsrail’in Filistinlilere uyguladığı terörizmden bahsedildiğini görürüz. Ayrıca veri tabanında son otuz-kırk yıldır Batı Şerialı Filistinlilere saldıran İsrailli yerleşimcilerden de bahsedilmemektedir.

İsrailli insan hakları örgütü B’Tselem, bu İsrailli yerleşimcilerin terörist saldırılarını belgelemiştir.

Zeytin hasadı esnasında her yıl bu tür saldırılara tanık olunmaktadır. Yerleşimcilerin ardı arkası kesilmeyen saldırıları sonrası ordu, yerleşimcilere hukukî yaptırımlarda bulunmak yerine, Filistinli çiftçilerin o yerleşimlerin yakınındaki topraklarına adım atmasını yasaklamıştır.

Bu veri tabanının ABD’nin İsrail’e yönelik desteğini temel alması gayet doğal. Yeni ateist Sam Harris de İsrail’e yönelik bu tavrı benimsiyor. Harris’e göre, İsrail’in işlediği tüm savaş suçları, esasen düşmanının “karakter”i ile alakalıdır. Bu noktada o karakter suçlanmalıdır. Askerî faaliyet içerisine giren İsrail, dünyadaki tüm ülkelerden daha fazla kısıtlamaktadır kendisini. Basit bir ifadeyle dile getirirsek, Harris, Müslümanları özel bir “karakter” olarak görmektedir, üstelik kendilerine karşı işlenen suçların cezalandırılmasını talep etmektedir. Oysa o şiddeti uygulayan ordu geleneksel anlayışa ve tarza aykırı olarak, “elini kolunu fazlasıyla bağlayan” bir güçtür. Aslında Müslümanlar, barış karşıtı olan bir dine iman eden birer “karakter”dirler.

İsrail’in saldırılarını insanı hayrete düşüren, oryantalist bir dille savunanlar, esasında İsrail’in tüm Filistin’i ele geçirme arzusuna, Eski Ahit’e atıfta bulunarak bir devlet kurma niyetine aykırı bir tavır takınmaktadırlar. Bu amaca ulaşmak için İsrail, sürekli etnik temizlik uyguluyor ve sayısız savaş suçu işliyor. 1948’deki Nekbe esnasında 750.000 Filistinliyi yok ediyor, en son da Gazze katliamını gerçekleştiriyor. Bu son katliamda ölen 2.104 kişinin 1.462’si sivil. Eğer bu “kendini kısıtlamak”sa, insan dizginsiz, ölçüsüz bir şekilde yürütülen askerî operasyonların neye benzeyeceğini merak ediyor. Melhame-i Kübra’ya mı yoksa?

Michael Shermer ve Sam Harris’in sürekli ispatladığı biçimiyle, bu insanlar ne İslam’ı ne jeopolitikayı ne de toplumsal olguların karmaşıklığını idrak ediyorlar. Ayrıca bu tür isimler, bir ülkeye saldırıldığında insanların nasıl mücadele edeceklerini, Batı’nın müdahalesi sonucu bir iktidar boşluğu oluştuğunda politik şiddetin (“terörizm”in) nasıl devreye girdiğini hiç anlamıyorlar.

Yeni ateistler, asıl suçlunun İslam olduğunu söyleyip duruyorlar.

Oysa İslam konusunda onlar, Avrupa’da Holokost öncesi hüküm süren antisemitizmi akla getiren, Batı’daki İslamofobi eğilimine uygun hareket ediyorlar. Tıpkı iki savaş arası dönemde Avrupa’da antisemitizmin yaşadığı canlanma esnasında hayatlarından korkan Yahudiler gibi bugün de Müslümanlar, Batı’da İslamofobik yobazların saldırılarına uğruyorlar.

Dolayısıyla İslam karşıtı eylemleri hararetle savunmadan veya bu tür eylemlere imza atmadan önce yeni ateistlerin aslolarak avama ait önyargılara iman ettiğini anlamaları gerekiyor.

Peter Crowley
25 Şubat 2018
Kaynak

Ek Okuma:
Yeni Ateizm, Eski İmparatorluk
Yeni Ateistler
Akıl, İman ve Devrim
Yeni Ateizm, İslam ve Savaş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder