I
Geçmişte
bazı aydınların toplumun değerlerine ve zamanın ruhuna korkusuzca kafa
tuttuğunu hiç anımsayan var mı?
İlk
akla gelen isimlerden biri Henry David Thoreau. O, Meksika-Amerika Savaşı’na
karşı çıktı ve bir gece hapiste kaldı. Diğer bir isim de Aydınlanma’nın
iyimserliğini kıyasıya eleştiren Voltaire. Artık bu tür zihinler bize çok uzak
ve sayıca bir elin parmağını geçmiyorlar.
Artık
son yirmi-otuz yıldır, Christopher Hitchens, Michael Shermer, Sam Harris ve
Richard Dawkins gibi yeni ateistlere tanıklık ediyoruz. Caka satan ama korkudan
kekeleyip duran bu adamlar, kendilerini cüretkâr ve cesur birer din ve
ruhanilik eleştirmeni olarak resmediyorlar. Aslında bunlar, tüm dinleri ve
belli düzeylerde yeni çağ inançlarını eleştiriyorlar. Fakat en ağır
suçlamaları, nedense İslam’a yöneltiyorlar.
Misal,
Hitchens şunu söylüyor: “İslam inancı, daha başlangıcında aşırıcı bir konum
alan bir inançtır.” O bu lafı, Müslümanların incitme korkusu denilen korkuyu
alaya almak amacıyla kaleme aldığı bir makalesinde sarf ediyor.
Shermer
ise İslam’ın “tehlikeli” olduğunu söylüyor ve 11 Eylül’den beri (ABD’de) birçok
teröristin İslamcı aşırıcı olduğunu ortaya koyan küresel terörizm veri tabanı
incelemesine atıfta bulunuyor. Aynı makalede Shermer, İslam’ın yol açtığı
tehlikeyi bu dinin Batı’da Yahudiler ve Hristiyanlık gibi bir Aydınlanma’yı
tecrübe etmemiş olmasına bağlıyor.
Sıklıkla
birbirleriyle hiç alakası olmayan analojilere başvuran Sam Harris ise ısrarla
sorunun dinî köktencilik değil, “barış dini olarak görülemeyecek” İslam’ın ta
kendisi olduğunu söylüyor.
Diğer
yandan Richard Dawkins de Müslümanların İslam olmasaydı daha mesut
olacaklarını, terörizme, bilim düşmanlığına, homofobiye vs. yer kalmayacağını
iddia ediyor.
Bu
cesur ateistlerin iddiasına göre, kendileri İslam’ın mahkûm edilmesinde politik
doğruculuktan kopmayı savunuyorlar. Oysa Batı’da ırkçı İslamofobi dalgası
üzerinde sörf yapan söz konusu isimler, kamuoyunun Müslümanlara yönelik, yanlış
ve eksik bilgilerin koşulladığı kinine bir biçimde onay veriyorlar. Batılıların
Müslümanlarla ilgili yanlış kanaatlerine ve İslam karşıtı görüşlerine karşı
toplumsal bir eleştiri getirmek yerine yeni ateistler, yaygın kabul gören,
aldatıcı klişeleri besleyip duran “zeki” ve sözde “ılımlı” bakış açılarını
dillendirip duruyorlar.
Yeni
ateistlerin güya felsefî nitelik arz eden bir kılıfa büründürdükleri İslam
karşıtı argümanları, yavan, eften püften ve herhangi bir kudretten de yoksun.
Sam
Harris ile yaptığı tartışmada Cenk Uygur, doğru bir tespitte bulunuyor ve
İslam’ı diğer dinlere göre daha fazla eleştiren ve bunu doğal kabul gören Sam
Harris gibi kişilerin hepsinin Yahudi-Hristiyan olduğunu söylüyor.
Uygur,
konuşmasının devamında, Kuzey İrlanda’da Katolikler, Sri Lanka’da Tamil
Kaplanları ve Filistin’de Müslümanlar gibi dinle ilişkili terörizm üzerinde
duruyor ve meselenin aslında politik olduğunu, dinin sürece sadece katkı
sunduğunu söylüyor. Aynı şekilde Uygur, Müslümanların dünya genelinde tatbik
ettikleri şiddetin temelde yapısı itibarıyla coğrafi olduğunu, İslam’ın mevcut
karışımın parçası olarak görülmesi gerektiğini tespit ediyor.
11
Eylül’den beri ABD’de gerçekleştirilen terörist saldırılar konusunda
istatistikler, beyazların Müslümanlardan daha büyük bir tehdit teşkil
ettiklerini ortaya koyuyor. Eğer yeni ateistler dünya ölçeğinde düşünüyorlarsa,
o vakit İslamî terörizmin 2001’den beri en baskın terörizm biçimi olduğu
tespiti yerinde.
Terörist
saldırıların önemli bir kısmı başka Müslümanlara yönelik. Bazıları, Müslüman
ülkelerdeki ABD askerlerini hedef almış. Bazı saldırılarda ise sufi ve Şii
tarikatlar hedef alınmış. Sünni köktenciler, bu kesimleri mürted kabul
ediyorlar. Bazılarında ana motivasyon kaynağı, İslam tarihinde idealize edilen,
efsanevi bir döneme geri dönme arzusu. Gelgelelim dünya genelinde tanık olunan
İslamî terörizmin büyük bir kısmının neşet ettiği genel toplumsal bağlamı,
düzensizliğin hüküm sürdüğü, askerî işgalin mevcut olduğu veya Batı’nın
müdahalesinden olumsuz yönde etkilenen toplumlar meydana getiriyorlar.
Peki
ABD’nin kimsenin seçmediği dünya lideri olarak rahatça kullanıp durduğu
ordusunun yol açtığı ölümleri İslamî terörizmle kıyasladığımızda, ortaya nasıl
bir sonuç çıkıyor?
11
Eylül’den beri ABD’nin Afganistan, Irak ve Pakistan’a yaptığı müdahaleler,
doğrudan 370.000 dolaylı olarak 870.000 toplam 1,24 milyon insanın ölümüne,
10,1 milyon insanın evsiz yurtsuz kalmasına sebep oldu. 2001-2016 arası dönemde
dünya genelinde terörizmle ilişkili ölüm sayısı 241.808. Bu ölümlerin büyük bir
kısmı, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Kolombiya ve Ukrayna gibi ülkelerde
yaşandı. Aynı dönemde İslamî terörizm sonucu ölen sayısı 101.559. ABD’nin
öldürdüğü insan sayısı ise 1,24 milyon.
Oysa
yeni ateistler, Amerikalıların 11 Eylül sonrası dönemde yaşanan, doğal olmayan,
çatışma ve savaş sonucu ölümlerin büyük bir kısmından sorumlu olan ordularına
dinî ibadet gibi bağlılık göstermesini, ona tapmasını hiç mi hiç
eleştirmiyorlar. Daha da önemlisi yeni ateistler, ordusunu bu türden
faaliyetlere sevk eden ABD dış siyasetine pek fazla eleştiri de yöneltmiyorlar.
Devletler,
kargaşanın hâkim olduğu bir ortama mahkûm olduklarında ve gündelik hayatta
insanların güvenlikten mahrum kaldığı koşullarda, ister istemez bir tepkiye ve
“misilleme”ye de tanıklık ediliyor. İslamcıların aşırı tepkisi sonucu ölenler,
dünya genelinde yaşanan ölümlerin kabaca yüzde sekizini oluştururken, geriye
kalan yüzde 92’lik dilim, ABD müdahalelerine ve terörle mücadele politikalarına
ait.
Yeni
ateistler, diledikleri gibi İslam’ı şeytanlaştırıp onu en tehlikeli din olarak
takdim edebilirler. Fakat bu kişiler, akıldışı hükümet politikaları için bir
borazan olarak mı iş görüyorlar yoksa “politik açıdan doğru olmayan”
eleştirileri ile yeni bir zemin mi oluşturuyorlar, iki kez düşünsünler. Yeni
ateistler, politik doğruculuk ile ırkçı, İslam karşıtı olmak arasında net bir
ayrım yapmak zorundalar. Ayrıca onlardaki “cüret” de sorgulanmalı: Ateistlerin
başlarının dertte olduğu Galile çağında yaşamıyoruz artık. Bilâkis ateistler, CNN
veya Fox News gibi yerlerde İslam karşıtı görüşlerini yayarak
şöhretlerine şöhret katıyorlar. Bu insanların düşüncelerinin övülmelerinin
sebebi, onların avamın sahiplendiği İslam karşıtı ırkçılığa ve yabancı
düşmanlığına onay vermeleri.
Üstelik
Bay Shermer’a göre, İslam bir “Aydınlanma” dönemine tanıklık etti: Abbasi
halifeliği. Bu dönem boyunca hilafet sınırları içerisinde yaşayan etnik
gruplara eşit muamele ediliyordu, Elen felsefesi ve tıp literatürü Arapçaya
çevrilmişti, ayrıca “Müslümanlar, bu dönemde onu önceleyen tarihin herhangi bir
kesitine kıyasla daha fazla bilimsel keşfe imza atmışlardı.” (s. 54-56).
Artık
avamın dünya kurgusunu allayıp pullamayın, hâkim gerici anlayışın reklâmını
yapmayın ve bunları cüretkârlıkmış gibi satmaya çalışmayın. Yiğitlik, cesurluk
denilince akla gelen, kendi toplumlarını sert bir dille eleştiren Nietzsche,
Thoreau ve Voltaire gibi isimlerin kemiklerini sızlatmayın.
Gündelik
bilincin esiri olan avamın zihnine damga vurmuş, yanlış ve miyopluğa teslim
olmuş görüşleri neden yayıp duruyorsunuz? Sizin o yere göğe sığdırılamayan din
eleştirinizde neden bu tür görüşlere karşı tek laf etmiyorsunuz?
II
“Ne
görüyorsanız odur” deyip kestirip etmek bir işe yaramıyor. Bilinç ve bilinçdışı
kaynaklı sezgilerin kültürel, dinî ve toplumsal önyargılarla birlikte, içinde
bulunduğumuz çevre tarafından, toplumsal düzeyde inşa edildiklerini biliyoruz.
Bu
nedenle yeni bilgiler toplanıp hızla kişisel bir dünya algısına uyumlu
kılındığı noktada onay vermeyi esas alan önyargı devreye giriyor. Örneğin bir
beyaz, çocuk desteği ve sosyal yardım alan bir Afro-Amerikan’a denk gelince, bu
duruma itiraz eder ve hâlihazırda gördüğü şeyi zaten “bildiğini” düşünür. Oysa
o beyaz, Afro-Amerikanların ekseriyetinin bu klişeye aykırı olduğunu görmez.
Michael
Shermer ve yeni ateistler için de durum aynıdır. Yeni ateistlerin sert İslam
eleştirisine dair eleştirim (yazının ilk bölümü) Dissident Voice’ta yayımlandığında,
Bay Shermer Twitter’a hemen şu cümleleri döşendi:
“Hayır Peter Crowley, biz
bugün İslam’a odaklanıyoruz, çünkü o politik şiddetin ana kaynağıdır. […] Eğer
bu durum değişirse, odak noktamız da değişecektir. Burada İslam’a karşı
kendiliğinden varolan bir önyargı söz konusu değildir.
Bay
Shermer önemli bir akıl. Yeni kitabı Dünyada Cennet, okuması keyifli bir
çalışma. Fakat kitapta İslam’daki ahiret anlayışına yönelik rahatsız edici bir
dile başvuruluyor. Ama kitap, Yahudilik ve Hristiyanlık konusunda aynı üslubu
takınmıyor. Örneğin Shermer şunları söylüyor: (s. 61):
“Eğer budünyada
bekârsanız, kimi değerlendirmelere göre, ahirette en az yetmiş iki bakireyle
birlikte olacaksınız. (Bu konuyla ilgili bir hadise göre, aşırı cinsel güç de
ona ihtiyaç duyanlara bir tür ek ikramiye olarak, muhtemelen semavî bir Viagra
şeklinde takdim ediliyor.)”
Gerçekten
öyle mi? İslam’a erkekteki iktidarsızlık için üretilmiş ticari bir ürün
üzerinden hakaret edilebilir mi? Bu türden bir bel altı vuruşu ancak Marine Le
Pen destekçisinden gelebilirdi.
Müslüman
âlimler, cennetin aşırı cinselleştirilmiş yorumlarına uzun zamandan beridir
itiraz ediyorlar. Buna karşın İslam’ı pek bilmeyen bazı Müslüman teröristler,
şehit olduklarında cennette kendilerine bakirelerin ödül olarak verileceğine
inanıyorlar. Oysa dinler üzerine araştırmalar yapmış olan Lesley Hazleton’ın
dediğine göre Kur’an’da cennet anlayışı, ahirette ona layık olan insanlara (ilk
Müslümanlara) ödül olarak bahşedilen bolluk ülkesini ifade ediyor. Orada
Müslüman teröristlerin ve Batılıların hatalı yorumlarında karşımıza çıkan aşırı
cinsellikten eser yok.
Yanlışlıkla
“bakire” olarak tercüme edilen yetmiş iki huri ile ilgili hadis, Haçlı
Seferleri esnasında Müslüman olmayanlarla yaşanan çatışmalarda bir tür ilham
kaynağı olarak kullanılmışsa da Sünni muhaddislere göre bu sahih bir hadis
değil. (s. 240-241). Başka bir ifadeyle, söz konusu hadis, Muhammed’in
eylemlerinden veya sözlerinden türetilmemiş. Ama buna karşın o söz, hem
Müslüman aşırıcılar ve İslamofobikler tarafından sıklıkla suiistimal ediliyor.
Kendisinde
bulunan İslam karşıtı önyargılarına arka çıkmak adına Bay Shermer, bir de
Küresel Terörizm Veri Tabanı’ndan aldığı bir tabloya atıfta bulunuyor. Bu
tabloya göre, doksanların başından beri yaşanmış olan, İslam’la ilişkili
terörist saldırıların sayısı hızla artmış. 2012’de bu konuda ciddi bir artış
yaşanmış. Bu, IŞİD’in ortaya çıktığı dönem. Maryland Üniversitesi veri tabanına
baktığımızda, ilginç biçimde, İslam’la ilişkili terörist saldırıların sayısının
doksanlardan önce sıfıra yakın olduğu görülüyor.
Geriye
dönüp bakalım ve 1990’dan sonra dünyada hangi önemli jeopolitik olayların
yaşandığını anımsayalım. Bu olayların İslam’la ilişkili terörist saldırıların
sayısında neden artışa yol açtığını düşünelim.
Ah
evet… İlk akla gelen olay, Amerikan askerlerinin Müslümanların kutsal kabul
ettikleri topraklara, Suudi Arabistan’a konuşlandırılması. Nitekim Bin Ladin de
o dönemde 11 Eylül saldırılarının ana sebeplerinden birinin bu olay olduğunu
söylemişti. Bahsi geçen gelişmenin ardından iki Müslüman ülke işgal edildi. O
süreçte Irak devleti, ABD’nin kurduğu Geçici Koalisyon Yönetimi tarafından
yıkıldı. Kısa bir süre sonra Amerika, Suudi Arabistan, Birleşik Arap
Emirlikleri ve Katar hükümetleri Suriye’deki savaşta Esad’a karşı mücadele eden
radikallere arka çıktı. IŞİD’in tohumları işte bu toprağa serpildi. El-Kaide
bile IŞİD’in uyguladığı şiddet ve Şii karşıtı terörizm karşısında sönük kaldı.
Böylelikle 2012 sonrasında terör saldırılarında muazzam bir artış yaşandı.
Bu
jeopolitik savaşlar ve kimlik temelli mezhepçi çatışmaları görmeyip İslam’a
odaklanan ve dinin bu olayların ana tahrikçisi olduğunu iddia eden, ya yaygın
kanaatlerin peşinden gidip duran, cahil bir ahmaktır ya da (Shermer’ın da
dediği gibi) İslam’a karşı “kendiliğinden varolan bir önyargı”ya sahiptir.
Dünya o kadar karmaşıktır ki iç içe geçmiş toplumsal olguların ana sebebi
olarak belirli sebepleri ayıklayıp öne çıkartmak doğru değildir. İslam’la
ilişkili terörist saldırılar bahsinde jeopolitika, devlet içi çelişkiler,
anti-emperyalizm, grup kimliği ve yıkılan devlet kurumlarının geride bıraktığı
boşluklar ana belirleyici unsurlar olarak ön plana çıkmaktadırlar.
Shermer’ın
alıntıladığı Küresel Terörizm Veri Tabanı’na yakından baktığımızda, orada ne
ABD’nin muhaliflerine uyguladığı politik şiddetin ne de Suudi Arabistan’ın
Yemenliler, İsrail’in Filistinlilere uyguladığı terörizmden bahsedildiğini
görürüz. Ayrıca veri tabanında son otuz-kırk yıldır Batı Şerialı Filistinlilere
saldıran İsrailli yerleşimcilerden de bahsedilmemektedir.
İsrailli
insan hakları örgütü B’Tselem, bu İsrailli yerleşimcilerin terörist
saldırılarını belgelemiştir.
Zeytin
hasadı esnasında her yıl bu tür saldırılara tanık olunmaktadır. Yerleşimcilerin
ardı arkası kesilmeyen saldırıları sonrası ordu, yerleşimcilere hukukî
yaptırımlarda bulunmak yerine, Filistinli çiftçilerin o yerleşimlerin
yakınındaki topraklarına adım atmasını yasaklamıştır.
Bu
veri tabanının ABD’nin İsrail’e yönelik desteğini temel alması gayet doğal.
Yeni ateist Sam Harris de İsrail’e yönelik bu tavrı benimsiyor. Harris’e göre,
İsrail’in işlediği tüm savaş suçları, esasen düşmanının “karakter”i ile
alakalıdır. Bu noktada o karakter suçlanmalıdır. Askerî faaliyet içerisine
giren İsrail, dünyadaki tüm ülkelerden daha fazla kısıtlamaktadır kendisini.
Basit bir ifadeyle dile getirirsek, Harris, Müslümanları özel bir “karakter”
olarak görmektedir, üstelik kendilerine karşı işlenen suçların
cezalandırılmasını talep etmektedir. Oysa o şiddeti uygulayan ordu geleneksel
anlayışa ve tarza aykırı olarak, “elini kolunu fazlasıyla bağlayan” bir güçtür.
Aslında Müslümanlar, barış karşıtı olan bir dine iman eden birer
“karakter”dirler.
İsrail’in
saldırılarını insanı hayrete düşüren, oryantalist bir dille savunanlar,
esasında İsrail’in tüm Filistin’i ele geçirme arzusuna, Eski Ahit’e atıfta
bulunarak bir devlet kurma niyetine aykırı bir tavır takınmaktadırlar. Bu amaca
ulaşmak için İsrail, sürekli etnik temizlik uyguluyor ve sayısız savaş suçu
işliyor. 1948’deki Nekbe esnasında 750.000 Filistinliyi yok ediyor, en son da
Gazze katliamını gerçekleştiriyor. Bu son katliamda ölen 2.104 kişinin 1.462’si
sivil. Eğer bu “kendini kısıtlamak”sa, insan dizginsiz, ölçüsüz bir şekilde
yürütülen askerî operasyonların neye benzeyeceğini merak ediyor. Melhame-i
Kübra’ya mı yoksa?
Michael
Shermer ve Sam Harris’in sürekli ispatladığı biçimiyle, bu insanlar ne İslam’ı
ne jeopolitikayı ne de toplumsal olguların karmaşıklığını idrak ediyorlar.
Ayrıca bu tür isimler, bir ülkeye saldırıldığında insanların nasıl mücadele
edeceklerini, Batı’nın müdahalesi sonucu bir iktidar boşluğu oluştuğunda
politik şiddetin (“terörizm”in) nasıl devreye girdiğini hiç anlamıyorlar.
Yeni
ateistler, asıl suçlunun İslam olduğunu söyleyip duruyorlar.
Oysa
İslam konusunda onlar, Avrupa’da Holokost öncesi hüküm süren antisemitizmi akla
getiren, Batı’daki İslamofobi eğilimine uygun hareket ediyorlar. Tıpkı iki
savaş arası dönemde Avrupa’da antisemitizmin yaşadığı canlanma esnasında
hayatlarından korkan Yahudiler gibi bugün de Müslümanlar, Batı’da İslamofobik
yobazların saldırılarına uğruyorlar.
Dolayısıyla
İslam karşıtı eylemleri hararetle savunmadan veya bu tür eylemlere imza atmadan
önce yeni ateistlerin aslolarak avama ait önyargılara iman ettiğini anlamaları
gerekiyor.
Peter Crowley
25 Şubat 2018
Kaynak
Ek Okuma:
Yeni Ateizm, Eski İmparatorluk
Yeni Ateistler
Akıl, İman ve Devrim
Yeni Ateizm, İslam ve Savaş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder