Sosyalizm geleneği içerisinde bir eğilim sınıfsal ayrımlardan rahatsız, bir eğilimse sınırlardan tiksiniyor. Burjuvazinin tanrısına ve onun rasyonalizm/aydınlanma dinine tapan Candan Badem türünden sömürgeci aydınları, bu iki eğilim arasında salınıp duruyorlar.
Onlar, Yalçın
Küçük gibi devlet görevlilerinden aldıkları feyz karşısında her türlü sınırı ve
sınıfı diz çöktüreceklerini düşünüyorlar. Ağızlarından dökülen laflar, onların
burjuvaziye, sömürüye ve zulme karşı mücadele etmeyeceğine ant içtiğinin kanıtı.
Küçük burjuvazi için Marksizm, sosyalizm vs.
sınırsızlık ve sınıfsızlık imkânını diri tuttuğu ölçüde ilgi görüyor, başka da
bir anlamı-değeri yok. Sosyalizm, en fazla, sınıfsızlık imkânı sunduğu için
değerli. Proletaryanın sınıfsız-sınırsız dünya kavgası ile küçük burjuvanın
sınırsızlık-sınıfsızlık ideali farklı olgular. Kavga ve ideal, uzun zamandır
kavgalı. Sınıfsızlığı ve sınırsızlığı bugünde aramak küçük burjuvalık;
gelecekte var kılmak için bugünde mücadele etmek proleterliktir. Bugünde arayanlar,
ya burjuvazinin kölesi ya da olmak üzereler.
* * *
Bugün ÖSO militanlarını “yalınayaklılar” diye
aşağılayıp kendi öznelliğini yaldızlamak için uğraşanlar (Teori ve Politika
dergisi), Efrin’e dair tek bir laf edemezler.
Bugün Ortadoğu, şiddet, sömürü ve zulüm bağlamında,
bir bütündür. Bir parçası sızlıyorsa, başka bir parçası kanıyor diyedir.
Dolayısıyla, dün benzer gerekçelerle, Suudilerin Yemen’e müdahalesine tek laf
etmeyenler, hatta bıyık altından gülümseyip sevinenler, Efrin karşısında susmak
zorundadırlar.
Zaten bugünkü suskunluğun, Avrupa’da dostların
alışverişte görünme çabalarının sebebi buradadır. Sömürgeci fikirler,
sömürgecilik pratiğini ancak eksikleri veya fazlalıkları üzerinden
eleştirebilirler. Esasa asla dokunmazlar. Biçim sorunludur, öze sahip çıkılmalıdır.
Aynı şekilde, burjuvazideki sınırsızlık ve sınıfsızlık sevilmelidir, ama
biçimdeki aşırılıklar eleştirilmelidir. Bu eleştirinin en ileri biçimi Marksizm
ve sosyalizm olduğu için Marksist ve sosyalist olunmalıdır. Onların o ileriliğe
mani olan kısımları törpülenmelidir. Burjuvazi denilen tanrıya iman, dinin ana
şartıdır.
* * *
Bir devrimi ancak bir başka devrim eleştirebilir.
İran’a dair düşmanlığın Amerika ve şeriklerinin İran’a karşı savaş yürüttüğü
bir gerçeklikte ifa edildiği bilinmelidir. Sınırsız ve sınıfsız küçük burjuva,
Batı’nın, burjuvanın mutlak gücüne iman etmekte, buraya o gözlükle bakmaktadır.
Doksanlardan beri Batı, Doğu’yu müdahale edilecek,
dönüştürülecek, kendisini dönüştürmekten aciz bir yer olarak takdim etmektedir.
Sol, bugün bu kampanyanın parçası hâline gelmiştir. O, sömürgeciliğin ve
emperyalizmin koçbaşıdır.
O sebeple, Efrin’e basan çizmelere tek laf
edilememektedir. Sadece biçime cılız eleştiriler yönetilebilmektedir. Zaten
biçime yönelik eleştiriler cılız olmaya mahkûmdurlar. Efrin ile Kıbrıs arasında
kurulan bağı bu sol asla sorgulayamaz.
* * *
“Mızıka çalınır düğün mü sandın” diye ağıt yakan,
“zenginimiz bedel verir, askerimiz fakirdendir” diye şikâyetini dillendiren bir
halk, bugün Efrin’e ikna edilmiştir. Sınırsız-sınıfsız küçük burjuvalar, bu
ikna gayretinin parçasıdırlar. Ortada geriye dönüşsüz, uzlaşmak bilmez bir
mücadele değil, pazarlık söz konusudur. Asıl sorun budur. Sömürgeciliğe,
işgale, emperyalizme ödün verildiği, boyun eğildiği noktada, her tür adım meşru
kabul edilecektir.
Doksanların sonunda genelkurmay başkanı, “bu
Televoleler, halkı komünist yapacak” diye şikâyetini dillendirmişti. O magazin
dünyası, bugün Efrin haberleri paylaşmakta, asker, Kerimcan Durmaz ve Cenk
Tosun gibi magazinel isimler üzerinden mesaj yayınlamaktadır. Her şey
askerîleşmiştir. Parti bünyesinde “anti-militarizm” atölyeleri kuranlar (HDP),
bu sürecin doğal bileşenidir. Bu sürece lise partisi kurup, cemrenin düşmesi
için duaya yatanlar, asla cevap olamazlar.
Bugün bahsi geçen PR çalışmaları iki yönlü olarak
yürütülmektedir. Bir TV programında stratejist Erol Mütercimler, “Melih Gökçek
gibi isimlerin görevden alınacağını” bir yıl önce haber verebilmektedir. Aynı
isim, bir başka programda, Avustralya’da ortaokullara prezervatif makineleri
yerleştirildiğini, bu sayede cinselliğin kontrol altına alındığını
söylemektedir. Mütercimler gibi bir asker için bu liberalizm meşrudur, çünkü
halk, neoliberal düzende kontrol ve baskı altında tutulmalı, bu amaçla, o tek
tek insanlara ayrıştırılmalı, o bireyler de budünyaya ait bir tanrı etrafında
bir araya getirilmelidir. Küçük burjuva, o sınırsızlık ve sınıfsızlık imgesi
olan tanrının müridi olarak öne çıkmaya sevdalıdır. Ordunun liberalizmini
sosyal demokrasiyle, sosyal demokrasisini liberalizmle dengelemeye çalışanlar,
ikna sürecinin bileşenleridirler.
* * *
Doksanlarda futbolcularla mankenler arasında
çöpçatanlık yapan Televoleler vardı. Acun, o programların bir çıktısı. Kanalı
özel değil, devlet malı. Devletin kirli ya da temiz operasyonlarının aparatı.
Milleti askerîleştirmeye dönük “sivil” bir programa imza atıyor ve insanların
hayatta kalma çabasını örgütlüyor. Yemekteyiz isimli programı da epey
popüler. Feministlerin ve LGBT’cilerin bayıla bayıla izleyeceği türden bir
program. Efrin için toplum, o masada, bir tür “millet” olarak bir masada bir
araya getiriliyor. Bir eşcinsel, bir CHP’li teyze, solcu bir genç, sağcı bir orta
yaşlı adam, başörtülü bir kadın… Herkes, yemek malzemelerinin ve ödülün sahibi
etrafında bir araya getiriliyor. Onur yürüyüşü, soframızda gerçekleşiyor önce.
Devlet, küçük burjuvazinin sınırsız ve sınıfsız olma
arzusunu namluya sürüyor. Yirmili yıllarda en büyük Onur Yürüyüşü’nün
Türkiye’de yapılması için hazırlıklar yürütülüyor. Tekeller, bir kentin yatırım
yapılabilirlik derecesini ölçmede eşcinsellere yönelik hoşgörüyü temel ölçüt
olarak kabul ediyorlar. Küçük burjuva solculara da onların her şeyden azade,
kâra ve mülkiyete odaklanmış pratiklerini tanrısallaştırmak düşüyor.
* * *
TÖPG gibi yapılar, bu ortaklaşma zeminini sola taşımak
istiyorlar aslında. “Laiklerin demokratların, cumhuriyetçilerin” tek bir masada
bir araya gelmesi için gerekli siyasi kimliğin kendisinde olduğuna inanan TÖPG,
herkesi ve her şeyi temalara, kompartımanlara böldükten sonra, onlara
“birleşmezsiniz ölürsünüz, ancak bizde bir olursanız bir olursunuz” diyor.
Ortaklaşmanın adresi olarak sundukları meclis ve
kurultay ise sınıfsızlığın ve sınırsızlığın mekânları. Kimsenin sesini
yükseltemeyeceği, empatinin, hoşgörünün baskın olacağı yerler. Liberalizm, bu
sayede güçlenerek çıkabilecek bir süreçten. Faşizm ölüm, liberalizm sıtma
çünkü.
* * *
Süleyman Çobanoğlu isimli bir dizi yazarı, Libya’nın
işgal edildiği günlerde “Türkiye’nin Libya gibi çadır devleti” olmadığını
söylüyordu. ÖSO’cuları “yalınayaklılar” diye alaya alanlar, Husileri de küçük
görüyorlar. Çünkü yalınayak savaşmayı küçük görenler de Çobanoğlu gibi aynı
dizinin oyuncuları.
İran veya Suriye ile ilgili değerlendirmelerde solun
dili, sömürgecilikle malul. Oradaki halkların iradesini küçük görüyor,
emperyalizmin ilerleticiliğine iman ediyor, kendisinin o zeminde güçleneceğini
düşünüyor.
Solun Condoleezza Rice’tan veya Hilary Clinton’dan
farklı bir yolu olmalı. Her siyaha siyah diye, her kadına kadın diye
sarılmamalı. Siyahlığı ve kadınlığı sınırsız-sınıfsız bir oluş olarak
görmemeli. Onlardaki diyalektiği öldüren “Madde” olmaya soyunmamalı. Kavgayı
yücede örgütlemek yerine biraz da ona örgütlenmeyi bilmeli.
O Tanrı’nın yerini almış Madde, sınırsız ve sınıfsız
bir varlık olarak, işgale, sömürgeciliğe, sömürüye ve zulme hizmetkâr.
Ezilenler ve sömürülenlerse, o maddeye kulluk etmemeye yazgılılar, bu
görülmeli.
Eren Balkır
14 Mart 2018
Dipnot:
[1] “TÖPG: Birlikte Bir Kurultay Düzenleyebiliriz”, 13 Mart 2018, Sendika.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder