İnsan,
Uluslararası Af Örgütü’nün son basın açıklamasının ilk iki paragrafını
okuduğunda epey şaşırıyor:
“Uluslararası toplum,
Suriye halkını korumak için somut bir adım atmayarak, Suriye hükümetinin
çoğunlukla dış güçlerin, bilhassa Rusya’nın yardımıyla, hiçbir ceza almaksızın,
insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları işlemesine izin vermekle, felâkete yol
açacak büyük bir hataya imza atıyor. Her yıl çatışmanın taraflarının sivillere
daha fazla çile çektirmemesinin mümkün olduğunu düşünüyoruz ama çatışmanın
tarafları, bizim her seferinde yanlış düşündüğümüzü ortaya koyuyor.
Bugün Doğu Guta’da altı
yıldır hükümetin yasadışı kuşatması altında yaşayan 400.000 kadın, erkek ve
çocuk, açlıktan ölüyor ve Rusya’nın desteğiyle Suriye hükümetinin ayrım
yapmadan gerçekleştirdiği bombardımana maruz kalıyor. […] Uluslararası toplum,
hükümet, benzerî yasadışı taktiklere başvurmak suretiyle, Doğu Halep’i harap
ettikten sonra “bir daha asla” demişti oysa. Ama gene aynı durumla karşı
karşıyayız. Silâhlı muhalif gruplar, 2014’ten beri kuşatma altında tuttukları,
İdlib’deki iki köyü ayrım gözetmeksizin bombalayarak misillemede bulundular.”[1]
Burada
ne dediğini bilen birinin net bir çağrısı söz konusu ve bu çağrı, temelde
savaşı meşrulaştıran bir dile dayanıyor. Anlaşıldığı kadarıyla Uluslararası Af
Örgütü, 2011’de Libya’da yaşandığı üzere, NATO’nun Suriye’yi bombalamasını
istiyor. Ona göre, bu bombardıman asla suç değil ve sonuçta “insanî yardım
amaçlı”. Yeni bir ABD/NATO savaşına gerekli tezahüratı yapan örgütün savaşlar
öncesinde yürütülen propaganda faaliyetlerine nasıl katkı sunduğuna bir bakmak
gerekiyor. Bu noktada ayrıca örgütün Suriye raporu da incelenmeli ve raporun
bölgedeki diğer ülkelerle Suriye’yi nasıl kıyasladığı dikkate alınmalı.
Berbat
Bir Sicil
Örgüt,
savaşa yol açan propaganda faaliyetine ilk kez katkı sunmuyor. Birkaç örnek
vermek gerekirse:
Kuveyt’teki
Iraklıları kovma amaçlı ABD işgali öncesi Başkan Bush TV’ye çıktı ve elinde
tuttuğu, Iraklı askerlerin yeni doğan bebekleri kuvözlerden alıp attığını iddia
eden Uluslararası Af Örgütü raporunu gösterdi. Örgüt, bu tezgâha bile isteye
iştirak etti ve söz konusu tezgâh, esasen ABD’deki önemli bir PR şirketinin
elinden çıkmıştı.
ABD-NATO’nun
Sırbistan’a saldırmasından birkaç ay önce ABD’deki Af Örgütü şubesi, iki Hırvat
kadını on ayrı şehri kapsayan bir tura çıkarttı. Kadınlar yaptıkları
konuşmalarda “tecavüz kampı” işkencesinden bahsettiler. Gerçekte ise bu
kadınlardan biri, Hırvatistan’ın üst düzey propaganda görevlilerindendi, aynı
zamanda oyunculuk becerileri ile bilinen, Cumhurbaşkanı Tudjman'a danışmanlık
yapan bir isimdi.[2]
UAÖ’nün
İsrail’in işlediği suçları ele alış biçimi ve ele almayışı da analizi hak
ediyor.[3] Bu hususta örgüt, Filistinlilerin maruz kaldıkları hak ihlalleri,
kesintisiz işgal hâli gibi meselelerden kaynaklanan sefaleti hiç ele almıyor,
savaşların ardından İsrail’e yönelik eleştirilerin seviyesini düşürüyor ve ona
hiç toz kondurmuyor. Örgütün İsrail şubesi, “insan hakları” raporlarının
İsrail’in çıkarlarına uygun hâle getirilmesi için çalışan bir propaganda birimi
olarak iş görüyor.[4] Londra’daki merkez, İsrail şubesinin bu türden
manipülasyonlarına ve müdahalelerine dair tek bir yorumda bulunmuyor.
2012’de
Örgüt, NATO’nun Afganistan’daki harekâtlarını alkışlayan afişler astı ABD’de.
Üzerinde “İlerleme Sürecinin Akmasını Sağla” yazan afişi [bkz. yandaki resim]
asanlara göre, NATO, kadın hakları için bir şeyler yapıyordu esasında. Özünde
bu afiş, NATO müdahalelerini savunan ahmak propaganda faaliyetinin bir
parçasıydı.[5]
Örgütün
Fransa şubesi ise 2011’de gerçekleşen NATO bombardımanı öncesi Libya karşıtı
propagandanın yürütülmesinde önemli bir araç olarak kullanıldı.[6]
Ne
yazık ki örgütün berbat sicili, şu birkaç örnekten çok daha fazlasını içeriyor.
Savaş
Karşıtı Değil
Bir
insan hakları örgütünün doğal olarak savaşa karşı olması beklenir ama UAÖ,
“insanî müdahaleyi” hatta “insanî yardım amaçlı bombardıman”ı alkışlayan bir
örgüt.[7] Geçmişte kendisine savaşla ilgili net olmayan, yavan açıklamaları
konusunda bir soru yöneltildiğinde, bir örgüt yetkilisi şunu söylemişti:
“Uluslararası Af Örgütü savaş karşıtı değil.” Böylesi bir eğilime sahip
olmasına karşın örgüte Nobel Barış Ödülü bile verildi ki zaten pratikte sadece
savaşlara aktif olarak karşı çıkanlara verilmesi gereken bir ödülü ondan başka
birinin hak ettiğini söylemek insafsızlık olurdu. Suriye konusunda örgüt,
“savaşa karşı değilim” önermesi üzerine kurulu şarlatanlığına uygun olarak, bir
kez daha savaşı destekledi. İşlenen suçlara seyirci kalma konusunda ise bugün
“bir daha asla” türünden muğlâk laflara başvuruyor sadece. Gerçekte ise yaşanan
savaşa destek verildiğini ortaya koyan, soykırım çağrısını örtük olarak yapan
mecazî bir dil kullanılıyor.
Bugün
Suriye…
Aslında
bugün Suriye hükümeti, Şam’ın dibindeki bir bölgeye yerleşme imkânı bulmuş
cihadî unsurları püskürtüyor. Hiçbir devlet, başkentinin belirli bir kısmının
cihadcıların kontrolünde olmasını asla tolere etmez ki bu bölgeden kentin diğer
bölümlerine havan mermileri atılıyor, ayrıca burası, kentin su şebekesinin
kontrolü konusunda da oldukça önemli bir yer. Diyelim ki Arlington’ı cihadcılar
aldı ve buradan Washington’ı bombalıyor, ne olurdu? Cevap herkes için net
sanırım. Gelgelelim Uluslararası Af Örgütü, bu kendini savunma hakkını Suriye
hükümetine bahşetmiyor, onun yerine “Guta’nın altı yıldır hükümetin yasadışı
kuşatması altında” olduğundan bahsediyor. Gerçekten komik.
Örgütün
son basın açıklamalarının veya hazırladığı raporların hiçbir yerinde Suriye’de
savaşan silâhlı örgütlerin niteliğine dair tek bir tartışmaya bile rastlanmıyor
oluşu gerçekten garip. Washington’ın “ılımlı” dedikleri bile ipliği pazara
çıkmış bir avuç çeteden ibaret. Büyük bir kısmı yabancı cihadcı. Önemli bir
bölümü Suudi. (Not: Suudiler, Suriye’de savaşma şartıyla hapishanelerden
politik suçluları ve adi suçluları bu ülkeye gönderdiler.) Bu cihadcıları ABD,
İngiltere, Suudiler, Emirlikler, Türkiye ve Katar silâhlandırdı, eğitti,
finanse etti. Ceplerine en az 12 milyar dolar akıtıldı. ABD’nin eski Suriye
büyükelçisinin dediğine göre, ABD’nin katkısı en az 12 milyar dolar.[8] Bu
rakama Suudilerin ve bölgedeki diğer rejimlerin harcadıkları dâhil değil.
Gareth Porter’ın aktardığı kadarıyla, cihatçılara temin edilen silâhların
sayısı bir orduyu donatmaya yetecek miktarda.[9] Buna karşın söz konusu
çetelerden Uluslararası Af Örgütü’nün Suriye’deki durumu değerlendiren
raporunda hiç bahsedilmiyor. Guta’da cihadcılar (yeni bir isme kavuşturulan)
Nusra Cephesi’ne mensup. El-Kaide’nin türevi olan örgütün adı, UAÖ’nün
raporunda hiç geçmiyor.
Uluslararası
Af Örgütü, Suriye hükümetini kendi halkıyla savaşan bir güç olarak takdim
ediyor ve onun Guta, Halep gibi kuşatma altındaki yerlerde insanların çıkmasına
izin vermediğini söylüyor. Örgüt, aynı şekilde Halep’in kurtarılmasını da
eleştiriyor ama kentteki insanlarla konuşmayı aklına bile getirmiyor. Tek bir
kişiyle röportaj yapıyor ve o da hükümete yönelik korkulardan dem vuruyor. Tüm
hatalarına rağmen halk desteğine sahip olan hükümet, Suriye’yi bölme ve etnik
temizlik temelli projeye mani oluyor.
Çifte
Standart
Ama
konu İsrail’in işlediği suçlar olunca Af Örgütü temkinli bir dile başvuruyor ve
kendince tavsiyelerde bulunuyor. Savaş suçlarından ağız ucuyla bahsediyor,
“insanlığa karşı işlenen suçlar”ı mahcup bir eda ile diline doluyor ve genelde
“sözde” olarak niteleyip suçu işleyeni aklıyor. İsrail’e karşı suçlamalara
nadiren de olsa değinen örgüt, aynı suçlamaları Filistinlilere de yöneltiyor ve
her iki tarafın suçlu olduğunu söylüyor. İsrail’in saldırılarını sadece
“orantısız” oldukları için eleştiriyor. Seyirci kalmaması gereken, “bir daha
asla” demek zorunda olan o “uluslararası toplum”a hiç seslenmiyor. Bu noktada
insan, örgütün Gazze kuşatması konusunda ne dediğini merak ediyor. Gazze’de 1,8
milyon insan, berbat koşullarda yaşamaya mahkûm ediliyor. Ama Af Örgütü, Gazze
hakkında tek bir rapor hazırlamıyor, “uluslararası toplum”a harekete geçsin
diye çağrıda bulunmuyor, İsrail’in “insanlığa karşı suç” işlediğinden hiç söz
etmiyor. Af Örgütü, burada başka bir senaryoya göre hareket ediyor.
Son
basın açıklamasında Af Örgütü, net bir dille, Suriye ve Rusya’nın savaş suçu ve
insanlığa karşı suç işlediğini söylüyor. Buradan da başka devletlerin harekete
geçip Suriye’ye müdahale etmesinin bir yükümlülük olduğundan dem vuruyor. Af
Örgütü’nün talep ettiği şey, soruşturma başlatılması değil, ülkeye müdahale
edilmesi.
Mevzu
İsrail olunca her iki tarafın suç işlediğini söyleyen Af Örgütü, nedense Suriye
konusunda sadece hükümeti kabahatli gösteriyor. Bölgede yaşayanları zırh olarak
kullanan silâhlı cihadcıların sökülüp atılması esasen güç bir iş. Cihadcılar,
hastanelerin ve okulların içine veya civarına yerleşiyorlar[10], onlara karşı
bir adım atıldığında Af Örgütçüler çıngar çıkartıyorlar.
Son
açıklamasında Af Örgütü şunu söylüyor:
“Uluslararası Ceza
Mahkemesi savcısına durumu bildirmek suretiyle, Suriye hükümetinin savaş
suçları ve insanlığa karşı işlenmiş suçlar konusunda sorumlu tutulacağını
bildiren güçlü bir mesaj göndermek gerekiyor.”
Gayet
adilane bir tutum doğrusu. 2002’de Af Örgütü adına Ortadoğu üzerine araştırma
yapan Donatella Rovera’ya örgütünün İsrail’in Uluslararası Adalet Mahkemesi’nde
ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde hesap vermesini neden talep etmediği
sorulduğunda örgütünün bu türden talepler dile getirmediğini söylemişti.[11]
Bir çifte standartçılık örneği daha.
Kaynaklarla
İlgili Mesele
Af
Örgütü, Guta’da ikamet edenlerin açıklamalarına yer veriyor raporunda. Hepsi de
sahadaki koşulların yürek paralayıcı yönlerinden bahsediyor. Fakat nedense
konuşanların hepsi de mevcut durum konusunda devleti suçluyor. “Birçok Suriyeli
gibi insanî yardım sahasında çalışanlar hükümete güvenmiyorlar” veya “uzlaşma
konusunda dedikodular çalınıyor kulağımıza ama bu tür bir uzlaşma hiçbir zaman
gerçekleşmiyor. Hükümet bizden nefret ediyor” türünden lakırdılara tanık
olunuyor. Bunlara doğru olup olmadığı belirsiz açıklamalar ekleniyor. Peki ama
bunları kim aktarıyor? Af Örgütü’nün Suriye’deki sivil savunma örgütü Beyaz
Miğferler’le doğrudan temas hâlinde mi? Örgütün yapması gereken tek şey,
Halep’in kurtuluşu öncesi yapılan açıklamalarla bugün orada yaşayanların
görüşlerini kıyaslamak aslında. Eğer o insanlar, etraflarında cihadcılar
olmadan, mevcut koşullarda yaşamaktan memnunlarsa, o vakit bugün Guta’da ismi
bilinmeyen kaynaklardan gelen şüpheli ifadeleri sorgulamak için yeterli
sebebimiz var demektir.
Diğer
Örnekler
Af
Örgütü, Suriye hükümetine saygı duymanızı istemiyor. Suriye ile alakalı basın
açıklamalarına baktığımızda, hepsinin tek taraflı olduğunu görebiliyoruz.
Cihadcılar pek eleştirilmiyor. Örneğin Saydnaya Hapishanesi’ndeki hak
ihlâllerinin takdim biçimi, gerçeklerin nasıl çarpıtılabileceğinin güzel bir
örneği. Bu raporunda Af Örgütü’nün kullandığı yöntem, tüm çıplaklığıyla gözler
önüne seriliyor: örgüt, dedikoduları ve rivayetleri kabul ediyor, aşırı
duygusal biçimde şişiriyor, buradan kendince anlamlar çıkartıyor ve bu
dedikoduları abartıyor.[12] Burada insan hakları ile ilgili bir rapor hazırlama
çabası değil, ahmakça yürütülen bir propaganda söz konusu. Rapor adı verilen bu
çalışmaların zamanlaması da sorunlu ve şüpheli. Önemli uzlaşma görüşmeleri veya
müzakereleri arifesinde Af Örgütü, hemen Suriye hükümetini hariçte tutan bir
rapor hazırlıyor. Zaten böylesi bir tarafla kim müzakere yürütmek ister ki?
Diğer raporları da zamansal açıdan çatışmanın müzakereler aracılığıyla çözüme
kavuşturulmasına dönük adımlara denk düşüyor. Son basın açıklaması, Suriye
hükümetinin Guta’da gerçekleştirdiği büyük saldırıya rast geldi ve tabiatıyla
hükümeti suçlu olarak takdim etti.
İnsan
Hakları Bitaraf Değil
Af
Örgütü’nün ABD şubesini kuran, Harvey Weinstein isimli bir sapık. Bu adam,
örgütün kurulması için ciddi para akıttı.[13] Weinstein, örgütün güzel
araştırmacılarını beğendiği için para vermeyi sürdürdü. Weinstein’ın örgüte
katkılarını izah eden diğer bir önemli husus da onun ateşli bir İsrail
savunucusu olması. Af Örgütü, bir yandan da bu tür örgütleri destekleyenlerce
talep edilen propagandanın yürütüldüğü bir kanal. Alabildiğine esnek bir
niteliğe sahip olan “insan hakları” manipülasyona gayet açık.
Suriye
İnsan Hakları Gözlemevi’nin (SİHG) başında, İngiltere Coventry’de yaşayan
Suriyeli bir mobilyacı var. (SOHR). Evinde, oturduğu yerden zulümler, kimyasal
saldırılar ve Suriye hükümetinin façasını bozacak her türden detayla alakalı
raporlar kaleme alıyor. Adam, gizemli kaynaklarına tek telefonla ulaşıyor ve bu
isimlerin hepsi de nedense Suriye hükümeti düşmanı. Bu tek kişilik gösterinin
ürettiklerini BBC, CNN, The Independent, The Wall Street Journal gibi önemli
yayın kuruluşları kullanıyor. Bu tür kuruluşların sahada muhabir bulundurması
pahalı bir iş ve ayrıca tehlikeli. Bu nedenle en hayırlısı, “insan hakları”
raporlarını ücretsiz temin etmek! Bu noktada sormak gerekiyor: Uluslararası Af
Örgütü de SİHG’den besleniyor mu? En azından örgütün raporlarında SİHG’den
yararlandığını dipnotlarda belirtmesi gerekiyor.
Ana
Taktik Tahtası
ABD
ve şürekâsı, onlarca yıldır Ortadoğu’da, Doğu Avrupa’da ve Latin Amerika’da
rejim değişikliği için çırpınıp duruyor. Bu rejim değişikliği için genelde
başvurulan formülse gazeteciler birliği, avukat ve hukukçu odaları, sendikalar
ve insan hakları örgütleri kurmak. Sonra bu insanlar, meclislere hâkim olmanın
birer yolu olarak, kitlesel eylemler düzenlemek, medyayı maniple etmek,
dedikodu çıkarmak, hükümetin çalışmalarına mani olmak gibi yollardan politik
güç temini için eğitiliyorlar. Bunlara “renkli devrimler” adı veriliyor.
Emperyalistler bu adımı Suriye’de de attılar, bu amaçla cihadcıları
silâhlandırıp örgütlediler. Propaganda mekanizması ile bu cihatçılara destek
verildi. ABD, Suriye aleyhine en kapsamlı dezenformasyon/propaganda
kampanyasına imza attı.[14] Kampanya, özü itibarıyla hükümetin uluslararası
meşruiyetini ve desteğini yok etmek adına sahip olduğu imajı zedelemeyi
amaçlıyordu. Bu kampanyanın merkezinde insan hakları raporları duruyor. Af
Örgütü’nün raporları incelendiğinde, örgütün bu kampanyanın parçası olduğu
görülüyor. Örgüt, insan haklarını bir silâh gibi kullanıyor.
Bugün
Akdeniz ABD savaş gemileriyle kaplı. Rus generaller, Suriye’nin güdümlü
füzelerin hedefi olmasından korkuyor.[15] Büyük olasılıkla böylesi bir
saldırıda Rus kuvvetleri de hedef olacak. ABD ve İngiltere’de yürütülen Rusya
karşıtı kara propaganda ile birlikte düşünüldüğünde, büyük savaşın eli
kulağında olduğunu söyleyebiliriz. Af Örgütü’nün hep savaşların arifesinde
propaganda faaliyeti yürüttüğü dikkate alındığında, son raporunun bu türden bir
savaşa dair önemli bir gösterge olduğunu iddia edebiliriz. Af Örgütü,
propaganda faaliyetinin bir parçası. İnsanî yardım amaçlı bombalar düştüğünde
onun elindeki beyaz ve mavi ponponları sallayarak tezahürat yapıp sevinç
naraları atacağı kesin.
Paul de Rooij
28 Mart 2018
Kaynak
Dipnotlar:
[1] AI, “Syria: Seven years of catastrophic failure by the international
community”, 15 Mart 2018.
[2]
Bu oyunun arkasında da önemli Amerikan PR şirketi vardı. Diana Johnstone, Fools
Crusade, 20 Eylül 2002. Johnstone, Jadranka Cijel vakasını aktarıyor. Not:
Af Örgütü’ne iki kadının değerlendirmelerinin sorunlu olduğu konusunda ikazda
bulunuluyor. Ama turne gene de devam ediyor.
[3]
Counterpunch için Af Örgütü ile ilgili birkaç makale kaleme almıştır. En
son makale şuydu: “Amnesty International: Whitewashing Another Massacre”, CounterPunch,
8 Mayıs 2015.
[4]
Uri Blau, Af Örgütü’nün İsrail şubesinin yetmişlerde dışişleri bakanlığı için
nasıl çalıştığını ortaya koyuyor: Haaretz, 18 Mart 2017. Neve Gordon,
Nicola Perugini, “Israel’s human rights spies: Manipulating the discourse”, Al-Jazeera
Online, 22 Mart 2017.
[5]
Ann Wright ve Coleen Rowley, “Amnesty’s Shilling for US Wars”, ConsortiumNews,
18 Haziran 2012.
[6]
Ayrıca bkz: Tim Anderson, “The Dirty War on Syria”, Global Research,
2016.
[7]
Alexander Cockburn’ün aktardığı biçimiyle, “insanî yardım amaçlı bombardıman”ı
meşrulaştırma amaçlı bir dışişleri brifinginde Af Örgütü de yer aldı. “How the
US State Dept. Recruited Human Rights Groups to Cheer On the Bombing Raids:
Those Incubator Babies, Once More?”, CounterPunch, Nisan 1999.
[8]
Ben Norton, “US Ambassador Confirms Billions Spent On Regime Change in Syria,
Debunking ‘Obama Did Nothing’ Myth”, RealNews.com, 9 Şubat 2018.
[9]
Gareth Porter, “How America Armed Terrorists in Syria”, The American
Conservative, 22 Haziran 2017.
[10]
Robert Fisk bu konuyla alakalı bir dizi makale kaleme aldı. Independent’ın
5 Haziran 2015 tarihli nüshasında çıkan “Bir Katliama Evrilen Suriye Hastanesi
Kuşatması” isimli makalesinde Fisk hastanenin altında açılmış tünellerden
bahsediyor. Bir başka makalede ise bir okuldaki tünellere işaret ediyor.
[11]
İsrail Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin üyesi değil. Bu nedenle mahkeme İsrail
aleyhine olacak bir adım atamıyor. Ceza mahkemesinin tek işi, Afrika’daki
ciğeri beş para etmez diktatörlere rahatsızlık vermekten ibaret.
[12]
John Wight, “The Problems With the Amnesty International Report”, Sputnik
News, 15 Şubat 2017. Burada İngiltere’nin eski Suriye büyükelçisi Peter
Ford’la önemli bir tartışma yürütülüyor. Ayrıca Tony Cartalucci, 9 Şubat
2017’de Sign of the Times’da çıkan yazısında Af Örgütü’nün “Suriye’deki
işkence hapishanesi” ile ilgili raporunun masa başında imal edildiğini kabul
ettiğini söylüyor. Bir de şu yazıya bakılabilir: Rick Sterling, “Amnesty
International Stokes Syrian War”, Consortium News, 11 Şubat 2017.
[13]
Thomas Frank, “Hypocrite at the good cause parties”, Le Monde Diplomatique,
Şubat 2018.
[14]
Tim Anderson, “The Dirty War on Syria”, Global Research, 2016.
[15]
TASS, “US preparing strikes on Syria, carrier strike groups set up in
Mediterranean”, 17 Mart 2018.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder