Pages

29 Mart 2018

Uluslararası Af Örgütü Bir Kez Daha Savaş Yaygarası Kopartıyor


İnsan, Uluslararası Af Örgütü’nün son basın açıklamasının ilk iki paragrafını okuduğunda epey şaşırıyor:

“Uluslararası toplum, Suriye halkını korumak için somut bir adım atmayarak, Suriye hükümetinin çoğunlukla dış güçlerin, bilhassa Rusya’nın yardımıyla, hiçbir ceza almaksızın, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları işlemesine izin vermekle, felâkete yol açacak büyük bir hataya imza atıyor. Her yıl çatışmanın taraflarının sivillere daha fazla çile çektirmemesinin mümkün olduğunu düşünüyoruz ama çatışmanın tarafları, bizim her seferinde yanlış düşündüğümüzü ortaya koyuyor.

Bugün Doğu Guta’da altı yıldır hükümetin yasadışı kuşatması altında yaşayan 400.000 kadın, erkek ve çocuk, açlıktan ölüyor ve Rusya’nın desteğiyle Suriye hükümetinin ayrım yapmadan gerçekleştirdiği bombardımana maruz kalıyor. […] Uluslararası toplum, hükümet, benzerî yasadışı taktiklere başvurmak suretiyle, Doğu Halep’i harap ettikten sonra “bir daha asla” demişti oysa. Ama gene aynı durumla karşı karşıyayız. Silâhlı muhalif gruplar, 2014’ten beri kuşatma altında tuttukları, İdlib’deki iki köyü ayrım gözetmeksizin bombalayarak misillemede bulundular.”[1]

Burada ne dediğini bilen birinin net bir çağrısı söz konusu ve bu çağrı, temelde savaşı meşrulaştıran bir dile dayanıyor. Anlaşıldığı kadarıyla Uluslararası Af Örgütü, 2011’de Libya’da yaşandığı üzere, NATO’nun Suriye’yi bombalamasını istiyor. Ona göre, bu bombardıman asla suç değil ve sonuçta “insanî yardım amaçlı”. Yeni bir ABD/NATO savaşına gerekli tezahüratı yapan örgütün savaşlar öncesinde yürütülen propaganda faaliyetlerine nasıl katkı sunduğuna bir bakmak gerekiyor. Bu noktada ayrıca örgütün Suriye raporu da incelenmeli ve raporun bölgedeki diğer ülkelerle Suriye’yi nasıl kıyasladığı dikkate alınmalı.

Berbat Bir Sicil

Örgüt, savaşa yol açan propaganda faaliyetine ilk kez katkı sunmuyor. Birkaç örnek vermek gerekirse:

Kuveyt’teki Iraklıları kovma amaçlı ABD işgali öncesi Başkan Bush TV’ye çıktı ve elinde tuttuğu, Iraklı askerlerin yeni doğan bebekleri kuvözlerden alıp attığını iddia eden Uluslararası Af Örgütü raporunu gösterdi. Örgüt, bu tezgâha bile isteye iştirak etti ve söz konusu tezgâh, esasen ABD’deki önemli bir PR şirketinin elinden çıkmıştı.

ABD-NATO’nun Sırbistan’a saldırmasından birkaç ay önce ABD’deki Af Örgütü şubesi, iki Hırvat kadını on ayrı şehri kapsayan bir tura çıkarttı. Kadınlar yaptıkları konuşmalarda “tecavüz kampı” işkencesinden bahsettiler. Gerçekte ise bu kadınlardan biri, Hırvatistan’ın üst düzey propaganda görevlilerindendi, aynı zamanda oyunculuk becerileri ile bilinen, Cumhurbaşkanı Tudjman'a danışmanlık yapan bir isimdi.[2]

UAÖ’nün İsrail’in işlediği suçları ele alış biçimi ve ele almayışı da analizi hak ediyor.[3] Bu hususta örgüt, Filistinlilerin maruz kaldıkları hak ihlalleri, kesintisiz işgal hâli gibi meselelerden kaynaklanan sefaleti hiç ele almıyor, savaşların ardından İsrail’e yönelik eleştirilerin seviyesini düşürüyor ve ona hiç toz kondurmuyor. Örgütün İsrail şubesi, “insan hakları” raporlarının İsrail’in çıkarlarına uygun hâle getirilmesi için çalışan bir propaganda birimi olarak iş görüyor.[4] Londra’daki merkez, İsrail şubesinin bu türden manipülasyonlarına ve müdahalelerine dair tek bir yorumda bulunmuyor.

2012’de Örgüt, NATO’nun Afganistan’daki harekâtlarını alkışlayan afişler astı ABD’de. Üzerinde “İlerleme Sürecinin Akmasını Sağla” yazan afişi [bkz. yandaki resim] asanlara göre, NATO, kadın hakları için bir şeyler yapıyordu esasında. Özünde bu afiş, NATO müdahalelerini savunan ahmak propaganda faaliyetinin bir parçasıydı.[5]

Örgütün Fransa şubesi ise 2011’de gerçekleşen NATO bombardımanı öncesi Libya karşıtı propagandanın yürütülmesinde önemli bir araç olarak kullanıldı.[6]

Ne yazık ki örgütün berbat sicili, şu birkaç örnekten çok daha fazlasını içeriyor.

Savaş Karşıtı Değil

Bir insan hakları örgütünün doğal olarak savaşa karşı olması beklenir ama UAÖ, “insanî müdahaleyi” hatta “insanî yardım amaçlı bombardıman”ı alkışlayan bir örgüt.[7] Geçmişte kendisine savaşla ilgili net olmayan, yavan açıklamaları konusunda bir soru yöneltildiğinde, bir örgüt yetkilisi şunu söylemişti: “Uluslararası Af Örgütü savaş karşıtı değil.” Böylesi bir eğilime sahip olmasına karşın örgüte Nobel Barış Ödülü bile verildi ki zaten pratikte sadece savaşlara aktif olarak karşı çıkanlara verilmesi gereken bir ödülü ondan başka birinin hak ettiğini söylemek insafsızlık olurdu. Suriye konusunda örgüt, “savaşa karşı değilim” önermesi üzerine kurulu şarlatanlığına uygun olarak, bir kez daha savaşı destekledi. İşlenen suçlara seyirci kalma konusunda ise bugün “bir daha asla” türünden muğlâk laflara başvuruyor sadece. Gerçekte ise yaşanan savaşa destek verildiğini ortaya koyan, soykırım çağrısını örtük olarak yapan mecazî bir dil kullanılıyor.

Bugün Suriye…

Aslında bugün Suriye hükümeti, Şam’ın dibindeki bir bölgeye yerleşme imkânı bulmuş cihadî unsurları püskürtüyor. Hiçbir devlet, başkentinin belirli bir kısmının cihadcıların kontrolünde olmasını asla tolere etmez ki bu bölgeden kentin diğer bölümlerine havan mermileri atılıyor, ayrıca burası, kentin su şebekesinin kontrolü konusunda da oldukça önemli bir yer. Diyelim ki Arlington’ı cihadcılar aldı ve buradan Washington’ı bombalıyor, ne olurdu? Cevap herkes için net sanırım. Gelgelelim Uluslararası Af Örgütü, bu kendini savunma hakkını Suriye hükümetine bahşetmiyor, onun yerine “Guta’nın altı yıldır hükümetin yasadışı kuşatması altında” olduğundan bahsediyor. Gerçekten komik.

Örgütün son basın açıklamalarının veya hazırladığı raporların hiçbir yerinde Suriye’de savaşan silâhlı örgütlerin niteliğine dair tek bir tartışmaya bile rastlanmıyor oluşu gerçekten garip. Washington’ın “ılımlı” dedikleri bile ipliği pazara çıkmış bir avuç çeteden ibaret. Büyük bir kısmı yabancı cihadcı. Önemli bir bölümü Suudi. (Not: Suudiler, Suriye’de savaşma şartıyla hapishanelerden politik suçluları ve adi suçluları bu ülkeye gönderdiler.) Bu cihadcıları ABD, İngiltere, Suudiler, Emirlikler, Türkiye ve Katar silâhlandırdı, eğitti, finanse etti. Ceplerine en az 12 milyar dolar akıtıldı. ABD’nin eski Suriye büyükelçisinin dediğine göre, ABD’nin katkısı en az 12 milyar dolar.[8] Bu rakama Suudilerin ve bölgedeki diğer rejimlerin harcadıkları dâhil değil. Gareth Porter’ın aktardığı kadarıyla, cihatçılara temin edilen silâhların sayısı bir orduyu donatmaya yetecek miktarda.[9] Buna karşın söz konusu çetelerden Uluslararası Af Örgütü’nün Suriye’deki durumu değerlendiren raporunda hiç bahsedilmiyor. Guta’da cihadcılar (yeni bir isme kavuşturulan) Nusra Cephesi’ne mensup. El-Kaide’nin türevi olan örgütün adı, UAÖ’nün raporunda hiç geçmiyor.

Uluslararası Af Örgütü, Suriye hükümetini kendi halkıyla savaşan bir güç olarak takdim ediyor ve onun Guta, Halep gibi kuşatma altındaki yerlerde insanların çıkmasına izin vermediğini söylüyor. Örgüt, aynı şekilde Halep’in kurtarılmasını da eleştiriyor ama kentteki insanlarla konuşmayı aklına bile getirmiyor. Tek bir kişiyle röportaj yapıyor ve o da hükümete yönelik korkulardan dem vuruyor. Tüm hatalarına rağmen halk desteğine sahip olan hükümet, Suriye’yi bölme ve etnik temizlik temelli projeye mani oluyor.

Çifte Standart

Ama konu İsrail’in işlediği suçlar olunca Af Örgütü temkinli bir dile başvuruyor ve kendince tavsiyelerde bulunuyor. Savaş suçlarından ağız ucuyla bahsediyor, “insanlığa karşı işlenen suçlar”ı mahcup bir eda ile diline doluyor ve genelde “sözde” olarak niteleyip suçu işleyeni aklıyor. İsrail’e karşı suçlamalara nadiren de olsa değinen örgüt, aynı suçlamaları Filistinlilere de yöneltiyor ve her iki tarafın suçlu olduğunu söylüyor. İsrail’in saldırılarını sadece “orantısız” oldukları için eleştiriyor. Seyirci kalmaması gereken, “bir daha asla” demek zorunda olan o “uluslararası toplum”a hiç seslenmiyor. Bu noktada insan, örgütün Gazze kuşatması konusunda ne dediğini merak ediyor. Gazze’de 1,8 milyon insan, berbat koşullarda yaşamaya mahkûm ediliyor. Ama Af Örgütü, Gazze hakkında tek bir rapor hazırlamıyor, “uluslararası toplum”a harekete geçsin diye çağrıda bulunmuyor, İsrail’in “insanlığa karşı suç” işlediğinden hiç söz etmiyor. Af Örgütü, burada başka bir senaryoya göre hareket ediyor.

Son basın açıklamasında Af Örgütü, net bir dille, Suriye ve Rusya’nın savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlediğini söylüyor. Buradan da başka devletlerin harekete geçip Suriye’ye müdahale etmesinin bir yükümlülük olduğundan dem vuruyor. Af Örgütü’nün talep ettiği şey, soruşturma başlatılması değil, ülkeye müdahale edilmesi.

Mevzu İsrail olunca her iki tarafın suç işlediğini söyleyen Af Örgütü, nedense Suriye konusunda sadece hükümeti kabahatli gösteriyor. Bölgede yaşayanları zırh olarak kullanan silâhlı cihadcıların sökülüp atılması esasen güç bir iş. Cihadcılar, hastanelerin ve okulların içine veya civarına yerleşiyorlar[10], onlara karşı bir adım atıldığında Af Örgütçüler çıngar çıkartıyorlar.

Son açıklamasında Af Örgütü şunu söylüyor:

“Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısına durumu bildirmek suretiyle, Suriye hükümetinin savaş suçları ve insanlığa karşı işlenmiş suçlar konusunda sorumlu tutulacağını bildiren güçlü bir mesaj göndermek gerekiyor.”

Gayet adilane bir tutum doğrusu. 2002’de Af Örgütü adına Ortadoğu üzerine araştırma yapan Donatella Rovera’ya örgütünün İsrail’in Uluslararası Adalet Mahkemesi’nde ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde hesap vermesini neden talep etmediği sorulduğunda örgütünün bu türden talepler dile getirmediğini söylemişti.[11] Bir çifte standartçılık örneği daha.

Kaynaklarla İlgili Mesele

Af Örgütü, Guta’da ikamet edenlerin açıklamalarına yer veriyor raporunda. Hepsi de sahadaki koşulların yürek paralayıcı yönlerinden bahsediyor. Fakat nedense konuşanların hepsi de mevcut durum konusunda devleti suçluyor. “Birçok Suriyeli gibi insanî yardım sahasında çalışanlar hükümete güvenmiyorlar” veya “uzlaşma konusunda dedikodular çalınıyor kulağımıza ama bu tür bir uzlaşma hiçbir zaman gerçekleşmiyor. Hükümet bizden nefret ediyor” türünden lakırdılara tanık olunuyor. Bunlara doğru olup olmadığı belirsiz açıklamalar ekleniyor. Peki ama bunları kim aktarıyor? Af Örgütü’nün Suriye’deki sivil savunma örgütü Beyaz Miğferler’le doğrudan temas hâlinde mi? Örgütün yapması gereken tek şey, Halep’in kurtuluşu öncesi yapılan açıklamalarla bugün orada yaşayanların görüşlerini kıyaslamak aslında. Eğer o insanlar, etraflarında cihadcılar olmadan, mevcut koşullarda yaşamaktan memnunlarsa, o vakit bugün Guta’da ismi bilinmeyen kaynaklardan gelen şüpheli ifadeleri sorgulamak için yeterli sebebimiz var demektir.

Diğer Örnekler

Af Örgütü, Suriye hükümetine saygı duymanızı istemiyor. Suriye ile alakalı basın açıklamalarına baktığımızda, hepsinin tek taraflı olduğunu görebiliyoruz. Cihadcılar pek eleştirilmiyor. Örneğin Saydnaya Hapishanesi’ndeki hak ihlâllerinin takdim biçimi, gerçeklerin nasıl çarpıtılabileceğinin güzel bir örneği. Bu raporunda Af Örgütü’nün kullandığı yöntem, tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor: örgüt, dedikoduları ve rivayetleri kabul ediyor, aşırı duygusal biçimde şişiriyor, buradan kendince anlamlar çıkartıyor ve bu dedikoduları abartıyor.[12] Burada insan hakları ile ilgili bir rapor hazırlama çabası değil, ahmakça yürütülen bir propaganda söz konusu. Rapor adı verilen bu çalışmaların zamanlaması da sorunlu ve şüpheli. Önemli uzlaşma görüşmeleri veya müzakereleri arifesinde Af Örgütü, hemen Suriye hükümetini hariçte tutan bir rapor hazırlıyor. Zaten böylesi bir tarafla kim müzakere yürütmek ister ki? Diğer raporları da zamansal açıdan çatışmanın müzakereler aracılığıyla çözüme kavuşturulmasına dönük adımlara denk düşüyor. Son basın açıklaması, Suriye hükümetinin Guta’da gerçekleştirdiği büyük saldırıya rast geldi ve tabiatıyla hükümeti suçlu olarak takdim etti.

İnsan Hakları Bitaraf Değil

Af Örgütü’nün ABD şubesini kuran, Harvey Weinstein isimli bir sapık. Bu adam, örgütün kurulması için ciddi para akıttı.[13] Weinstein, örgütün güzel araştırmacılarını beğendiği için para vermeyi sürdürdü. Weinstein’ın örgüte katkılarını izah eden diğer bir önemli husus da onun ateşli bir İsrail savunucusu olması. Af Örgütü, bir yandan da bu tür örgütleri destekleyenlerce talep edilen propagandanın yürütüldüğü bir kanal. Alabildiğine esnek bir niteliğe sahip olan “insan hakları” manipülasyona gayet açık.

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin (SİHG) başında, İngiltere Coventry’de yaşayan Suriyeli bir mobilyacı var. (SOHR). Evinde, oturduğu yerden zulümler, kimyasal saldırılar ve Suriye hükümetinin façasını bozacak her türden detayla alakalı raporlar kaleme alıyor. Adam, gizemli kaynaklarına tek telefonla ulaşıyor ve bu isimlerin hepsi de nedense Suriye hükümeti düşmanı. Bu tek kişilik gösterinin ürettiklerini BBC, CNN, The Independent, The Wall Street Journal gibi önemli yayın kuruluşları kullanıyor. Bu tür kuruluşların sahada muhabir bulundurması pahalı bir iş ve ayrıca tehlikeli. Bu nedenle en hayırlısı, “insan hakları” raporlarını ücretsiz temin etmek! Bu noktada sormak gerekiyor: Uluslararası Af Örgütü de SİHG’den besleniyor mu? En azından örgütün raporlarında SİHG’den yararlandığını dipnotlarda belirtmesi gerekiyor.

Ana Taktik Tahtası

ABD ve şürekâsı, onlarca yıldır Ortadoğu’da, Doğu Avrupa’da ve Latin Amerika’da rejim değişikliği için çırpınıp duruyor. Bu rejim değişikliği için genelde başvurulan formülse gazeteciler birliği, avukat ve hukukçu odaları, sendikalar ve insan hakları örgütleri kurmak. Sonra bu insanlar, meclislere hâkim olmanın birer yolu olarak, kitlesel eylemler düzenlemek, medyayı maniple etmek, dedikodu çıkarmak, hükümetin çalışmalarına mani olmak gibi yollardan politik güç temini için eğitiliyorlar. Bunlara “renkli devrimler” adı veriliyor. Emperyalistler bu adımı Suriye’de de attılar, bu amaçla cihadcıları silâhlandırıp örgütlediler. Propaganda mekanizması ile bu cihatçılara destek verildi. ABD, Suriye aleyhine en kapsamlı dezenformasyon/propaganda kampanyasına imza attı.[14] Kampanya, özü itibarıyla hükümetin uluslararası meşruiyetini ve desteğini yok etmek adına sahip olduğu imajı zedelemeyi amaçlıyordu. Bu kampanyanın merkezinde insan hakları raporları duruyor. Af Örgütü’nün raporları incelendiğinde, örgütün bu kampanyanın parçası olduğu görülüyor. Örgüt, insan haklarını bir silâh gibi kullanıyor.

Bugün Akdeniz ABD savaş gemileriyle kaplı. Rus generaller, Suriye’nin güdümlü füzelerin hedefi olmasından korkuyor.[15] Büyük olasılıkla böylesi bir saldırıda Rus kuvvetleri de hedef olacak. ABD ve İngiltere’de yürütülen Rusya karşıtı kara propaganda ile birlikte düşünüldüğünde, büyük savaşın eli kulağında olduğunu söyleyebiliriz. Af Örgütü’nün hep savaşların arifesinde propaganda faaliyeti yürüttüğü dikkate alındığında, son raporunun bu türden bir savaşa dair önemli bir gösterge olduğunu iddia edebiliriz. Af Örgütü, propaganda faaliyetinin bir parçası. İnsanî yardım amaçlı bombalar düştüğünde onun elindeki beyaz ve mavi ponponları sallayarak tezahürat yapıp sevinç naraları atacağı kesin.

Paul de Rooij
28 Mart 2018
Kaynak

Dipnotlar:
[1] AI, “Syria: Seven years of catastrophic failure by the international community”, 15 Mart 2018.

[2] Bu oyunun arkasında da önemli Amerikan PR şirketi vardı. Diana Johnstone, Fools Crusade, 20 Eylül 2002. Johnstone, Jadranka Cijel vakasını aktarıyor. Not: Af Örgütü’ne iki kadının değerlendirmelerinin sorunlu olduğu konusunda ikazda bulunuluyor. Ama turne gene de devam ediyor.

[3] Counterpunch için Af Örgütü ile ilgili birkaç makale kaleme almıştır. En son makale şuydu: “Amnesty International: Whitewashing Another Massacre”, CounterPunch, 8 Mayıs 2015.

[4] Uri Blau, Af Örgütü’nün İsrail şubesinin yetmişlerde dışişleri bakanlığı için nasıl çalıştığını ortaya koyuyor: Haaretz, 18 Mart 2017. Neve Gordon, Nicola Perugini, “Israel’s human rights spies: Manipulating the discourse”, Al-Jazeera Online, 22 Mart 2017.

[5] Ann Wright ve Coleen Rowley, “Amnesty’s Shilling for US Wars”, ConsortiumNews, 18 Haziran 2012.

[6] Ayrıca bkz: Tim Anderson, “The Dirty War on Syria”, Global Research, 2016.

[7] Alexander Cockburn’ün aktardığı biçimiyle, “insanî yardım amaçlı bombardıman”ı meşrulaştırma amaçlı bir dışişleri brifinginde Af Örgütü de yer aldı. “How the US State Dept. Recruited Human Rights Groups to Cheer On the Bombing Raids: Those Incubator Babies, Once More?”, CounterPunch, Nisan 1999.

[8] Ben Norton, “US Ambassador Confirms Billions Spent On Regime Change in Syria, Debunking ‘Obama Did Nothing’ Myth”, RealNews.com, 9 Şubat 2018.

[9] Gareth Porter, “How America Armed Terrorists in Syria”, The American Conservative, 22 Haziran 2017.

[10] Robert Fisk bu konuyla alakalı bir dizi makale kaleme aldı. Independent’ın 5 Haziran 2015 tarihli nüshasında çıkan “Bir Katliama Evrilen Suriye Hastanesi Kuşatması” isimli makalesinde Fisk hastanenin altında açılmış tünellerden bahsediyor. Bir başka makalede ise bir okuldaki tünellere işaret ediyor.

[11] İsrail Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin üyesi değil. Bu nedenle mahkeme İsrail aleyhine olacak bir adım atamıyor. Ceza mahkemesinin tek işi, Afrika’daki ciğeri beş para etmez diktatörlere rahatsızlık vermekten ibaret.

[12] John Wight, “The Problems With the Amnesty International Report”, Sputnik News, 15 Şubat 2017. Burada İngiltere’nin eski Suriye büyükelçisi Peter Ford’la önemli bir tartışma yürütülüyor. Ayrıca Tony Cartalucci, 9 Şubat 2017’de Sign of the Times’da çıkan yazısında Af Örgütü’nün “Suriye’deki işkence hapishanesi” ile ilgili raporunun masa başında imal edildiğini kabul ettiğini söylüyor. Bir de şu yazıya bakılabilir: Rick Sterling, “Amnesty International Stokes Syrian War”, Consortium News, 11 Şubat 2017.

[13] Thomas Frank, “Hypocrite at the good cause parties”, Le Monde Diplomatique, Şubat 2018.

[14] Tim Anderson, “The Dirty War on Syria”, Global Research, 2016.

[15] TASS, “US preparing strikes on Syria, carrier strike groups set up in Mediterranean”, 17 Mart 2018.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder