Efrin için de yapmışlar: üstü çıplak kadınlar, sokağa
dökülmüşler. Dökülen yer ve eylem biçimi, solun geleceğine dair, kalıcı bir
resim sunuyor. Artık o resim ana ölçüdür ve o ölçünün gerisi, gericidir.
Çünkü sol, Avrupa’nın devrimine bağlanmıştır. Ondaki ilerlemeyi,
gelişimi sevmektedir. Ardındaki sömürüyü, zulmü, kibri, üstenciliği
içselleştirmiştir. Kendisini oradaki maddi çıkar ilişkilerine göre kurmuştur,
bu topraklardaki sömürüye ve zulme karşı gizli veya açık mücadeleye göre değil.
Dolayısıyla, bahsi geçen ölçütün gerisine düşmek, sağcılıktır. Sol, Avrupa’da
zaten olmuş olan devrimin neferidir; olmamış, olacak olan devrimin militanı
olmamaya ahdetmiştir.
Misal, İran’daki “molla diktatörlüğü”ne İstanbul’dan
meydan okuyan liberal solcular, nedense Tunus’ta gerçekleşen benzer bir isyana
dair tek laf etmemektedirler. Uzun süre sustuktan sonra, Tunus’taki halkın
IMF’ye karşı isyan ettiğini söylemektedirler. Nasıl oluyorsa Tunus’ta mesele
“emperyalizm”, İran’da “teokrasi” oluvermektedir. İran’daki ambargo, baskı,
Suriye savaşı vs. umurlarında bile değildir. Batı neyi fısıldıyorsa onu
“devrimci” soslarına daldırmaktadırlar.
Bunun bir nedeni de, Buazizi sonrası rejimin tesisine,
restorasyonuna o ultra liberal solcuların (MLKP vs.’nin) Tunus’taki muadilinin
dâhil edilmiş olmasıdır. Oradaki sömürü ve zulüm mekanizmasına, bir IŞİD
saldırısı sonrası gündeme gelen iç güvenlik yasa tasarısına liberal solcular
devlet adına onay vermişlerdir. Hatırlayalım: bizdeki liberal solcular da
benzer bir tasarının gündeme geldiği dönemde, mecliste “hevî metal” işareti
yaparak “dostlar alışverişte görsün” eylemleri yapmışlardı.
* * *
Faşizm vuruyor, liberalizm ikna ediyor. Liberal
geliyor, Kürt’ün kulağına şunu fısıldıyor: “Demek ki onca zulmün sebebi Kürt
olmak, ondan kurtulman gerek.” Aynı cümle, “Kürt” kelimesi yerine “işçi” veya
“kadın” konularak dile getiriliyor. Eski işçiciler öne çıkıyorlar, işçiden
tiksinmenin, ondan kaçmanın yollarını başkalarına öğretiyorlar. Her devirde işe
yaramalarını sağlayacak fırsatları buluveriyorlar. Asıl becerileri bu.
Murat Belge, bu sayede sosyalizm dersleri vermeyi
sürdürüyor hâlâ. Akademiye yönelik saldırıyı bahane edip, yurtdışına, dijital
âleme kaçma planları yapıyor. Ona küfredenlerle destek olanlar, aynı madalyonun
iki ayrı yüzü. Birbirleriyle didişmelerine aldanmamak gerekiyor.
İşçinin kıyamından korkanlar, Kürd’ün kıyamından nasıl
kurtulacağımızı öğretiyorlar köşe başlarında. Kadın’ı erkekle arasındaki cinsel
organlara indirgiyorlar, gördüğü zulmü, o organların gizliliğine bağlıyorlar,
“cahil Müslüman Türk milleti, fazla meme görmediği için böyle” diyorlar,
memeyi, görünürlüğü doğallaştırıyorlar. Görünümün tekeli kimdeyse onlara hizmet
ediyorlar böylece. Mahremdeki mânâ, onlar için Batı’nın burjuva bireyine küfür
olarak görünüyor. Meme keçeleşiyor, üzerine yazı yazılacak dövize dönüşüyor,
döviz kasalarının geleceğine bağlanıyor.
Aklıyla değil, gözleriyle düşünüyorlar. Solu pratik
imajlara, memelere, kalıplara, etiketlere indirgiyorlar. Bunun için her
türlü geri teorik zemin parçalanıyor. Femenistler, her zihni ele geçiriyorlar.
Batı’nın aşağılık ajanları gibi, Doğu’nun tesettürlü Müslüman kadınını
kurtarılması gereken nesne olarak değerlendiriyorlar. “Hangi sınıf için?”
sorusunu soran bile yok. Çünkü zaten, eskiden “işçi”de olduğu gibi, Kürd’de
Kadın’da küçük burjuvanın sınıfsızlığına-sınırsızlığına dair bir imkân
buluyorlar. Dertleri ne işçi, ne Kürd ne de kadın, o yalana sınıfsızlık ve
sınırsızlık. Uyduruk patriyarka, eril dil, erkek egemenliği, binlerce yıldır
sömürülen Kadın teranelerine bu sebeple sarılıyorlar. Burjuvazinin sınırsızını,
devletin sınıfsızını seviyorlar.
Kürd ve Kadın, sömürü ve zulüm sahasından kaçırılıyor.
Bu hayalî diyarda onlar, sınırsız ve sınıfsızmış gibi görünüyorlar. Birer imaja
indirgeniyorlar. Söz konusu siyaset, ancak Avrupa’ya kaçma hayaliyle
yaşayanları örgütleyebiliyor. Hayali bile olmayanları kendilerine düşman
belliyorlar. Onları alaya almayı iş ve siyaset zannediyorlar.
Oysa devlet diye bir şey var ve o, Suriye’ye
gönderilecek birlikleri, Ayvalık, Didim gibi yerlerdeki CHP kahvelerinden
toplayamayacağını biliyor. AKP, bunun için biçilmiş bir kaftan. Didim’den
Yozgat’a, Bayburt’a küfretmekle meşgul solcular ise bu ekmeğe yağ niyetine
sürülüyorlar. Yoksula değil, devletin gönlüne sesleniyorlar. Onun vicdanı
olarak konuşarak yükseleceklerini sanıyorlar.
Böylesi bir konjonktürde “başını açan kızlar” haberini
yapanın da o haberin de adı geçen kişilerin de yalan olduğunu bilmek lazım. 28
Şubat, basit bir tarih değil zira. Sol, o sınırsızlığa-sınıfsızlığa kaçışını
haki renge boyamak zorundaydı.
O kaçış, bugün bir kongreyle, yeniden “barış süreci”
edebiyatına, üstelik daha geriden, örgütlenmeye başlandı. O yolun dışı
gericiliktir. Yol açık ola!..
Eren Balkır
17 Şubat 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder