Pages

12 Şubat 2018

Engels Irkçı mıydı?

Marx ve Engels’in aldığı konumlara eleştiri yöneltilebilmesi, diyalektik materyalizmin dinamizmini ortaya koyan bir meziyettir. Bu türden bir analiz üzerinden bizim, bir yandan Marksizmin mirasındaki doğru özü ortaya çıkartmamız, bir yandan da kimi bölgelerde komünist hareketin yozlaşmasına kimi yerlerde de direnişle yüzleşmesine sebep olan bağlama dair sınırları belirmemiz mümkündür. Böylesi bir eleştiriyi dile getirirken biz, kendimizi Carlos Moore gibilerden ayırdığımızı da dile getirmeliyiz.

Carlos Moore, temelde Marx ve Engels’teki Avrupamerkezciliğe ve ırkçılığa matuf zafiyetleri hâkim sistemin anti-komünist ajandasını perçinlemek için kullanıyor.[1] Bu noktada, bir örnek anlamında, Engels’in 1882’de kaleme aldığı iki ayrı mektup bize önemli bilgiler verecektir. İlk pasajı Carlos Moore, Marx ve Engels’e saldırmak için alıntılamakta ama yazar, metni kasten tahrif edip anlamını değiştirmektedir. Aşağıdaki pasajda italik olan kısımlara Moore kendi çalışmasında yer vermemektedir:

İngiliz işçilerin sömürge siyasetle ilgili olarak ne düşündüklerini soruyorsun bana. Aslında en genel manada siyaset konusunda ne düşünüyorlarsa onu düşünüyorlar: burjuvazinin aklında olandan farklı bir şey yok kafalarında. Senin de bildiğin üzere, burada işçi partisi yok, sadece Muhafazakârlar ve Liberal-Radikaller var, işçilerse, gamsız bir biçimde, İngiltere’nin elindeki dünya pazarı ile sömürgelerin kurulmasını sağladığı ziyafet sofrasındaki paylarını alıyorlar. Benim kanaatimce, uygun durumda olan sömürgeler, yani Kanada, Güney Afrika ve Avustralya bağımsız olacak, diğer yandan yerli halkı boyun eğdirilmiş olan ülkelerse bir süre proletarya eliyle yönetilmeli ve mümkün olduğu ölçüde hızlı bir biçimde onlara bağımsızlıkları verilmeli. Devrim yapma ihtimali bulunan tek ülke Hindistan, kendisini özgürleştirme sürecinde olan bir proletaryanın sömürge savaşı vermesi mümkün değil, dolayısıyla bu ülkenin kendi yolunda yürümesine izin verilmeli. Hindistan tabii ki yıkım nedir görmesin ama devrim denilen şey doğalında yıkım getiriyor. Aynı şey Mısır veya Cezayir’de de yaşanabilir ki bu, bizim için çok daha hayırlı olacaktır. Bizim kendi ülkemizde yapacak zaten çok işimiz var. Avrupa yeniden organize olduğunda ve Kuzey Amerika böylesi bir devasa gücü elde ettiğinde, yarı medeni ülkeler onları kendiliğinden takip edecekler. Bunu zaten ekonomik ihtiyaçlar dayatacak. Fakat sosyalist bir örgüt oluşmazdan önce bu yarı-medeni ülkeler, belirli toplumsal ve politik aşamalardan geçmek zorundalar, bence bugün bu konuda ne söylersek söyleyelim boş. Sadece tek bir şey net: zafer kazanmış bir proletaryanın kendi zaferini başka ülkelere iyilikte bulunarak hükümsüz kılması yüksek bir ihtimaldir. Ki bu noktada her türden savunma savaşı baştan hesap dışı tutulmaktadır.”[2]

Marx ve Engels’i tarihsel materyalist eleştiriye tabi tutarken şu hususu belirtmek gerek: biz, italik olan kısımlarda dile getirilen fikirlerin mutlak manada doğru olduğunu iddia etmiyoruz, sadece Engels’in konumunu bilimsel açıdan değerlendirmeye tabi tutuyorsak ve süreç dâhilinde devrimci bir teori geliştiriyorsak, bu görüşlerin önemli olduğunu söylüyoruz. Engels, varolan işçi hareketinin sömürge meselesi konusunda burjuva ideolojisinin çerçevesi dâhilinde düşünüp hareket ettiğini kabul ediyor ki bu, bizce çok önemli ve doğru bir analiz. Söz konusu analizi komünist hareket, sonrasında maalesef terk etti. Proletaryanın sömürge meselesi konusunda burjuvaziye kul köle olması, onun en genel manada yaşadığı köleliğin bir koşuludur. Bu nedenle proletaryayı bu yükten kurtaran her türden hareket hayırlıdır. Moore ise metni tahrif etmekte ve Marx ile Engels’in sosyal-sömürgeci olduğu izlenimi uyandırmaktadır ki bu, tümüyle yanlış bir değerlendirmedir.

Aynı zamanda Engels’in aldığı konum da net kimi sınırlara sahiptir. Mevcut durum “bizim için en hayırlısı nedir?” sorusu üzerinden değerlendirmeye tabi tutulmaktadır. Buradaki “biz” ise şehirlerde faal olan işçi hareketini ifade etmektedir. Enternasyonalist olduğunu iddia etmesine rağmen Engels, sömürge halkları o bize dâhil etmemektedir. Bunun yerine dünya tarihinin ileride tanık olacağı dönemde, yani sadece Avrupa tarihinin değil, dünyanın geri kalan kısmının tarihinde yaşanacak o dönemde öncü gücün Avrupa olacağı öngörüsünde bulunulmakta ve o gücün akla göre, proletaryanın liderliğinde örgütleneceği iddia edilmektedir. Bu analiz üzerinden Engels, sömürge halklarla dayanışma konusunda oldukça sorunlu bir konum alınmaktadır. “Materyalist” olma hâlinin ve soğukkanlı, gerçekten kaçınan bir tür idealizmin himayesinde Engels, bu görüşü yalın bir dille aktarma konusunda hiçbir çekince yaşamamaktadır. 9 Ağustos 1882’de Bernstein’a yazdığı mektuptan alınan aşağıdaki pasaj bunun somut bir delilidir:

“Biz Batı Avrupalılar, Mısırlı fellahlar veya tüm Roma halkları gibi kolayca baştan çıkartılamamalıyız. Tüm Roma coğrafyasındaki devrimciler, yaptıkları devrimlerin her zaman başka halkların işine geldiğinden şikâyet etmektedirler. Bunun izahı kolaydır: çünkü o devrimciler, ‘devrim’ kelimesine hemen aldanıyorlar. Oysa bir yerde bir isyan patlak verdiğinde Roma coğrafyasındaki tüm devrimciler, o isyanı zerre eleştirmeden, hemen aşırı bir sevince kapılıyorlar. Bence biz, bugün kendilerince besleyip büyüttükleri o yanılsamaları hiç paylaşmaksızın, pekâlâ mazlum fellahların (yani şu kendisi bizzat tecrübe etmeden yüzlerce yıl boyunca kandırılması gereken köylü halkın) yanında olabiliriz. Dahası, şu an çatışan askerlerinden yana olmaksızın, İngilizlerin yaptığı zulümlere karşı çıkabiliriz. Uluslararası siyasete dair tüm meselelerde Fransızların ve İtalyanların o duygu yüklü, taraf tutan gazetelerine asla güvenmemek lazım. Bu noktada biz Almanların görevi, bu alanda da eleştiri üzerinden sahip olduğumuz teorik üstünlüğümüzü korumaktır.”[3]

Dolayısıyla, buradan da “geleceği olmayan toplumsal ve ekonomik güçlerin ortaya koydukları fiilî direnişe ve mücadeleye destek verilmemeli” sonucuna ulaşılmaktadır.

Robert Biel

[Kaynak: Eurocentrism and the Communist Movement, Kersplebedeb Publishing, 2015.]

Dipnotlar:
[1] Carlos Moore (doğum tarihi 1942) siyahî Kübalı mülteci. Kariyerini Küba Devrimi’ni siyahları dışarıda tuttuğu gerekçesiyle saldırmasına borçlu. Dile getirdiği mesele her ne kadar gerçekse de ve ciddiye alınması gereken bir husus olsa da Moore onu ABD emperyalizminin Küba’ya ve en genel manada komünizme yönelik saldırılarından yana düşmek ve o saldırılara destek olmak adına dile getiriyor (şu çalışmasında gördüğümüz şey, bu tür bir yandaşlık ikrarından başka bir şey değil: Were Marx and Engels White Racists? [Şikago: Pozitif Eğitim Kurumu, 1972].

[2] Karl Marx ve Friedrich Engels. Selected Correspondence (Gözden Geçirilmiş İkinci Baskı). Moskova: Progress Publishers, 1965, s. 351, vurgu özgün metne ait. Kautsky’ye yazılmış 12 Eylül 1882 tarihli mektuptan.

Bu metnin bilerek tahrif edilmiş versiyonuna şurada yer verilmiş: Moore, Were Marx and Engels White Racists? Şikago: Pozitif Eğitim Kurumu, 1972, s. 38.

[3] Marx ve Engels, On Colonialism, s. 341, vurgu sonradan eklendi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder