Marx
ve Engels’in aldığı konumlara eleştiri yöneltilebilmesi, diyalektik
materyalizmin dinamizmini ortaya koyan bir meziyettir. Bu türden bir analiz
üzerinden bizim, bir yandan Marksizmin mirasındaki doğru özü ortaya
çıkartmamız, bir yandan da kimi bölgelerde komünist hareketin yozlaşmasına kimi
yerlerde de direnişle yüzleşmesine sebep olan bağlama dair sınırları belirmemiz
mümkündür. Böylesi bir eleştiriyi dile getirirken biz, kendimizi Carlos Moore
gibilerden ayırdığımızı da dile getirmeliyiz.
Carlos
Moore, temelde Marx ve Engels’teki Avrupamerkezciliğe ve ırkçılığa matuf
zafiyetleri hâkim sistemin anti-komünist ajandasını perçinlemek için
kullanıyor.[1] Bu noktada, bir örnek anlamında, Engels’in 1882’de kaleme aldığı
iki ayrı mektup bize önemli bilgiler verecektir. İlk pasajı Carlos Moore, Marx
ve Engels’e saldırmak için alıntılamakta ama yazar, metni kasten tahrif edip
anlamını değiştirmektedir. Aşağıdaki pasajda italik olan kısımlara Moore kendi
çalışmasında yer vermemektedir:
“İngiliz işçilerin
sömürge siyasetle ilgili olarak ne düşündüklerini soruyorsun bana. Aslında en
genel manada siyaset konusunda ne düşünüyorlarsa onu düşünüyorlar: burjuvazinin
aklında olandan farklı bir şey yok kafalarında. Senin de bildiğin üzere, burada
işçi partisi yok, sadece Muhafazakârlar ve Liberal-Radikaller var, işçilerse,
gamsız bir biçimde, İngiltere’nin elindeki dünya pazarı ile sömürgelerin
kurulmasını sağladığı ziyafet sofrasındaki paylarını alıyorlar. Benim
kanaatimce, uygun durumda olan sömürgeler, yani Kanada, Güney Afrika ve
Avustralya bağımsız olacak, diğer yandan yerli halkı boyun eğdirilmiş olan
ülkelerse bir süre proletarya eliyle yönetilmeli ve mümkün olduğu ölçüde hızlı
bir biçimde onlara bağımsızlıkları verilmeli. Devrim yapma ihtimali bulunan
tek ülke Hindistan, kendisini özgürleştirme sürecinde olan bir proletaryanın
sömürge savaşı vermesi mümkün değil, dolayısıyla bu ülkenin kendi yolunda
yürümesine izin verilmeli. Hindistan tabii ki yıkım nedir görmesin ama devrim
denilen şey doğalında yıkım getiriyor. Aynı şey Mısır veya Cezayir’de de
yaşanabilir ki bu, bizim için çok daha hayırlı olacaktır. Bizim kendi
ülkemizde yapacak zaten çok işimiz var. Avrupa yeniden organize olduğunda ve
Kuzey Amerika böylesi bir devasa gücü elde ettiğinde, yarı medeni ülkeler
onları kendiliğinden takip edecekler. Bunu zaten ekonomik ihtiyaçlar dayatacak.
Fakat sosyalist bir örgüt oluşmazdan önce bu yarı-medeni ülkeler, belirli
toplumsal ve politik aşamalardan geçmek zorundalar, bence bugün bu konuda ne
söylersek söyleyelim boş. Sadece tek bir şey net: zafer kazanmış bir
proletaryanın kendi zaferini başka ülkelere iyilikte bulunarak hükümsüz kılması
yüksek bir ihtimaldir. Ki bu noktada her türden savunma savaşı baştan hesap
dışı tutulmaktadır.”[2]
Marx
ve Engels’i tarihsel materyalist eleştiriye tabi tutarken şu hususu belirtmek
gerek: biz, italik olan kısımlarda dile getirilen fikirlerin mutlak manada
doğru olduğunu iddia etmiyoruz, sadece Engels’in konumunu bilimsel açıdan
değerlendirmeye tabi tutuyorsak ve süreç dâhilinde devrimci bir teori
geliştiriyorsak, bu görüşlerin önemli olduğunu söylüyoruz. Engels, varolan işçi
hareketinin sömürge meselesi konusunda burjuva ideolojisinin çerçevesi
dâhilinde düşünüp hareket ettiğini kabul ediyor ki bu, bizce çok önemli ve
doğru bir analiz. Söz konusu analizi komünist hareket, sonrasında maalesef terk
etti. Proletaryanın sömürge meselesi konusunda burjuvaziye kul köle olması,
onun en genel manada yaşadığı köleliğin bir koşuludur. Bu nedenle
proletaryayı bu yükten kurtaran her türden hareket hayırlıdır. Moore ise metni
tahrif etmekte ve Marx ile Engels’in sosyal-sömürgeci olduğu izlenimi
uyandırmaktadır ki bu, tümüyle yanlış bir değerlendirmedir.
Aynı
zamanda Engels’in aldığı konum da net kimi sınırlara sahiptir. Mevcut durum “bizim
için en hayırlısı nedir?” sorusu üzerinden değerlendirmeye tabi
tutulmaktadır. Buradaki “biz” ise şehirlerde faal olan işçi hareketini ifade
etmektedir. Enternasyonalist olduğunu iddia etmesine rağmen Engels, sömürge
halkları o bize dâhil etmemektedir. Bunun yerine dünya tarihinin ileride
tanık olacağı dönemde, yani sadece Avrupa tarihinin değil, dünyanın geri kalan
kısmının tarihinde yaşanacak o dönemde öncü gücün Avrupa olacağı öngörüsünde
bulunulmakta ve o gücün akla göre, proletaryanın liderliğinde örgütleneceği
iddia edilmektedir. Bu analiz üzerinden Engels, sömürge halklarla dayanışma
konusunda oldukça sorunlu bir konum alınmaktadır. “Materyalist” olma hâlinin ve
soğukkanlı, gerçekten kaçınan bir tür idealizmin himayesinde Engels, bu görüşü
yalın bir dille aktarma konusunda hiçbir çekince yaşamamaktadır. 9 Ağustos
1882’de Bernstein’a yazdığı mektuptan alınan aşağıdaki pasaj bunun somut bir
delilidir:
“Biz Batı Avrupalılar,
Mısırlı fellahlar veya tüm Roma halkları gibi kolayca baştan
çıkartılamamalıyız. Tüm Roma coğrafyasındaki devrimciler, yaptıkları
devrimlerin her zaman başka halkların işine geldiğinden şikâyet etmektedirler.
Bunun izahı kolaydır: çünkü o devrimciler, ‘devrim’ kelimesine hemen
aldanıyorlar. Oysa bir yerde bir isyan patlak verdiğinde Roma coğrafyasındaki
tüm devrimciler, o isyanı zerre eleştirmeden, hemen aşırı bir sevince
kapılıyorlar. Bence biz, bugün kendilerince besleyip büyüttükleri o
yanılsamaları hiç paylaşmaksızın, pekâlâ mazlum fellahların (yani şu kendisi
bizzat tecrübe etmeden yüzlerce yıl boyunca kandırılması gereken köylü halkın)
yanında olabiliriz. Dahası, şu an çatışan askerlerinden yana olmaksızın,
İngilizlerin yaptığı zulümlere karşı çıkabiliriz. Uluslararası siyasete
dair tüm meselelerde Fransızların ve İtalyanların o duygu yüklü, taraf tutan
gazetelerine asla güvenmemek lazım. Bu noktada biz Almanların görevi, bu alanda
da eleştiri üzerinden sahip olduğumuz teorik üstünlüğümüzü korumaktır.”[3]
Dolayısıyla,
buradan da “geleceği olmayan toplumsal ve ekonomik güçlerin ortaya koydukları
fiilî direnişe ve mücadeleye destek verilmemeli” sonucuna ulaşılmaktadır.
Robert Biel
[Kaynak:
Eurocentrism and the Communist Movement, Kersplebedeb Publishing, 2015.]
Dipnotlar:
[1] Carlos Moore (doğum tarihi 1942) siyahî Kübalı mülteci. Kariyerini Küba
Devrimi’ni siyahları dışarıda tuttuğu gerekçesiyle saldırmasına borçlu. Dile
getirdiği mesele her ne kadar gerçekse de ve ciddiye alınması gereken bir husus
olsa da Moore onu ABD emperyalizminin Küba’ya ve en genel manada komünizme
yönelik saldırılarından yana düşmek ve o saldırılara destek olmak adına dile
getiriyor (şu çalışmasında gördüğümüz şey, bu tür bir yandaşlık ikrarından
başka bir şey değil: Were Marx and Engels White Racists? [Şikago:
Pozitif Eğitim Kurumu, 1972].
[2]
Karl Marx ve Friedrich Engels. Selected Correspondence (Gözden
Geçirilmiş İkinci Baskı). Moskova: Progress Publishers, 1965, s. 351, vurgu
özgün metne ait. Kautsky’ye yazılmış 12 Eylül 1882 tarihli mektuptan.
Bu
metnin bilerek tahrif edilmiş versiyonuna şurada yer verilmiş: Moore, Were
Marx and Engels White Racists? Şikago: Pozitif Eğitim Kurumu, 1972, s. 38.
[3]
Marx ve Engels, On Colonialism, s. 341, vurgu sonradan eklendi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder