Yeryüzünün
Lanetlileri’nde Frantz Fanon, ırk, sömürgecilik ve kapitalizm
arasındaki kesişim noktalarına işaret etmek suretiyle, Marksist analiz sahasını
genişletir. Fanon, Marx ve Engels’in başvurduğu terminolojiye başvurur, lâkin
bu terminolojiyi farklı şekillerde tatbik eder. Fanon, Marksist analiz sahasını
temelde dekolonizasyon meselesini içerecek şekilde genişletir. (Fanon, s. 5).
Marksizm, gelişkin bir kapitalizm analizi yapıyor olsa da ırk ve sömürgecilik
arasındaki kesişim noktalarını tam manasıyla ele almaz. Fanon’un Marksist
analiz sahasına yaptığı müdahale sonucunda ortaya daha kapsamlı bir Marksizm
çıkar. Fanon, köylüleri ve proletaryayı Marx ve Engels’ten çok farklı ele alır.
Komünist Manifesto’da Marx ve Engels, isyan etme imkân ve becerisinin
proletaryaya has olduğunu söylerken, Fanon sömürge ülkelerdeki proletaryayı
eleştirir ve isyan etme becerisini köylülerde görür (Marx ve Engels, s. 94).
Sömürge ülkelerdeki köylülerde bulunan isyan etme becerisi ise temelde
köylülerde İslam’ın tuttuğu yerle alakalıdır. Lâkin Fanon, bu meseleyi açıktan
dile getirmez. Marx ve Engels, dindeki potansiyelin devrimci bir güce sahip
olduğunu söyler. Fanon, Marksist analiz sahasını genişleterek kapitalizm,
sömürgecilik ve ırk arasındaki kesişim noktalarını ele alır. Geliştirdiği teoriyi
“dekolonizasyon manifestosu” olarak nitelendirmek mümkündür.
Fanon,
Marksizme “milli burjuvazi”ye dayalı kapitalizm ve içselleştirilmiş
sömürgecilik eleştirisi ile katkı sunar. “Sömürge ülke” terimi ile Fanon,
sadece sömürgeleştirilmiş toprak ve ülkeye değil sömürgeleştirilmiş akla da
atıfta bulunur. Fanon’un Marksizm alanını genişletme ihtiyacı duymasının
sebebi, Manifesto’nun ve Marksizmin ırksal zulümle sömürgecilik ve
kapitalizm arasındaki kesişimi açıktan ele almıyor olmasıdır. Fanon, sömürge
ülkedeki milli burjuvaziyi eleştirir ve onların Batı’daki muadillerini taklit
ettiklerini söyler.
“[…] zira psikolojik
düzeyde milli burjuvazi kendisini Batı burjuvazi ile tanımlar ve onun sunduğu
her dersi yalayıp yutar. Koşullar ne olursa olsun, bu Batı burjuvazisinin
elindeki sömürü ve icatlar gibi imkânlar konusunda daha ilk adımları
atmaksızın, Batı burjuvazisinin en olumsuz ve en yoz yönlerini taklit eder.”
(Fanon, s. 101)
Fanon’u
asıl rahatsız eden, milli burjuvazinin kendisine has hiçbir meziyetinin
olmaması ve sadece Batı burjuvazisini taklit etmekle yetinmesidir. Milli
burjuvazi, sadece burjuva sömürgecinin yerini alma niyetindedir. Onların
Batılıların yerini alma arzusu, özünde sömürgecilerin ırkçılığı ve
sömürgeciliği içselleştirmiş olduğunun kanıtıdır. Bu içselleştirme süreci,
sömürge ülkenin psikolojik yapısının bir parçasıdır. Dekolonizasyon, yani
sömürge olmaktan kurtulma süreci, sadece toprağı geri almak değil aklı, zihni
de sömürge olmaktan kurtarmayı içerir.
Marx ve
Engels, Manifesto’da burjuvaziyle ilgili olarak benzer şeyler söyler. Manifesto,
burjuvazinin tüm dünyayı kucakladığını ve “milletleri medeniyet dediği şeyi
kabule zorladığını, yani burjuva olmaya mecbur ettiğini” söyler. (Marx ve
Engels, s. 66). Burjuva kültürü, sömürge ülkeyi ele geçirmektedir, sömürge
halklarsa Batı burjuvazisini taklit etmektedirler. Fanon Manifesto’daki
tespiti alır ve onu sömürge halkların maruz kaldığı içselleştirilmiş ırkçılık
ve sömürgecilik eleştirisiyle zenginleştirir. “Kendi imajı uyarınca bir dünya
kurmaya çalışan”, sadece burjuvazinin kendisi değildir. Bu yayılma ve genişleme
sürecini asıl teşvik eden veya bu konuda gerekli cesareti veren, sömürge
ülkenin “milli burjuvazi”sidir. Bu milli burjuvazi, Batı burjuvazini taklit
eder, böylelikle onun yerini almaya ve sömürgeci olmaya çalışır.
Öte
yandan Fanon ve Marx, proletaryanın rolü konusunda farklı sonuçlara
ulaşmaktadır. Fanon proletaryayı eleştirirken, Manifesto, Marx ve
Engels’in devrimci sınıf olarak gördüğü proletarya için yazılmıştır. Fanon,
sömürge ülkede proletaryanın özünde burjuva olduğunu söylemektedir:
“Birçok kez dile
getirildiği biçimiyle, sömürge ülkelerde proletarya, sömürge halkın çekirdeği
olarak, sömürge rejiminin en fazla pohpohladığı kesimidir. Rüşeym hâlindeki
kent proletaryası, nispeten daha fazla imtiyaza sahiptir. […] Sömürge ülkelerde
proletarya kaybedecek çok şeye sahiptir. […] Bu unsurlar, milliyetçi partilerin
en sadık destekçileridirler ve sömürge sistemi dâhilinde işgal ettikleri o
imtiyazlı konum üzerinden, sömürge halkın ‘burjuva’ kesimini temsil ederler.
(Fanon, s. 64)
Fanon’un
izahına göre, proletarya sömürgecilikten istifade etmektedir. Sömürgeci rejimin
pohpohladığı proletarya, ulusal kurtuluşla pek ilgilenmez. Bunun nedeni,
proletaryanın sömürgecilikten istifade etmesi ve devrimci bir sınıf
olmamasıdır. Bu argüman Manifesto’da dile getirilen argümandan farklı
değildir:
“Bugün burjuvaziyle karşı
karşıya gelen tüm sınıflar içinde sadece proletarya gerçek bir devrimci
sınıftır. Diğer sınıflar, büyük endüstrinin varolduğu koşullarda
yozlaşmaktadırlar; proletarya, bu büyük endüstrinin ürünüdür.” (Marx ve Engels,
s. 72)
Proletaryanın
rolü konusunda Yeryüzünün Lanetleri’nde ve Manifesto’da farklı
şeyler söylenmesinin sebebi, eserlerin sahip oldukları tarihsel ve coğrafî
bağlamdır. Endüstrileşmiş bir ülkede proletarya sömürülür. Sömürge ülkede ise
proletarya “sömürgeciye ait mekanizmayı” işletendir (Fanon, s. 64). Sömürge
ülkede proletarya devrimci sınıf değildir, çünkü o, sömürgecilikten istifade
ettiği ölçüde devrimci olmayı kendi çıkarına görmez ve devrimciliğe asla
ihtiyaç duymaz.
Marx,
isyan etme imkân ve becerisini proleterlerde görürken, Fanon burada köylülere
bakar ve bunların büyük bir kısmı Müslümandır. Fanon, köylülerin devrim
sürecinde kenara itilmesini şu şekilde izah eder:
“Batılılaşmış unsurun
köylülere yönelik hissiyatı endüstrileşmiş milletlerde proletaryaya yönelik
hissiyatı anımsatır. Burjuva devrimlerin tarihi ve proleter devrimlerin tarihi
köylülerin çoğunlukla devrimin sırtındaki kambur olduğunu ortaya koymaktadır. Endüstrileşmiş
ülkelerde köylüler, genelde politik düzeyde en az bilinçli en az örgütlü ama
aynı zamanda en anarşizan kesimdir. Köylüler, bir dizi özellik üzerinden tarif
edilirler ve nesnel planda gerici tavırları üzerinden değerlendirilirler.”
(Fanon, s. 66)
Fanon’a
göre, köylülere yönelik şüphe özünde Batılılara has bir yaklaşımın ürünüdür,
zira endüstrileşmiş ülkelerde köylüler, “politik bilinçten mahrumdurlar ve
genelde “gerici” görülürler. Marx ve Engels de köylüleri bu şekilde tarif eder:
“Devrimci değil muhafazakârdırlar. Hatta gericidirler, zira köylüler tarihin
tekerini geriye doğru çevirmek için uğraşırlar.” (Marx ve Engels, s. 72). Marx
ve Engels, köylüleri gerici bir sınıf kabul ederken, Fanon bu tespiti
“Batılılar”ın yaklaşımının bir ürünü olarak görür. Manifesto’nun
tespitiyle, hem sanayileşmiş ülke hem de sömürge bağlamında köylüleri de içeren
lümpen proletarya devrime dâhil olsa da asli rolü proletarya ifa eder. Diğer
yandan Fanon, köylüleri “ülkedeki kendiliğinden devrimci olan, yegâne güç”
olarak görür. (Fanon, s. 76). Fanon, köylülük konusunda sömürge ülkelerde
tatbik etme noktasında yoruma tabi tuttuğu Marksizmle aynı fikirde değildir.
İsyan
imkân ve becerisinin köylülerin elinde olmasının sebebi, köylülerde İslam’ın
güçlü varlığıdır ki bu, Fanon’un pek üzerinde durmadığı bir meseledir. Fanon’a
göre, yeryüzünün lanetlileri olan lümpen proletarya ve köylüler, gücün ana
kaynağıdırlar, lâkin öte yandan Fanon, Marksizmle kendisi arasında çizdiği bu
ayrımı temellendirmez. Fevzi Slisli, köylülerin sömürge ülkede neden devrimci
sınıf olduğunu şu şekilde izah etmektedir:
“Dikkatli bir okur,
Fanon’un İslam’a onu tasdiklemeden, sürekli atıfta bulunduğunu hemen fark
edecektir. Örneğin Fanon, ‘sömürgecilik karşıtı mücadele döneminin hatırası
köylerde hâlâ çok canlıdır’ demektedir. Peki bunu söyleyen Fanon, Cezayir’de on
dokuzuncu yüzyılda ve yirminci yüzyılda diri tutulan, sömürgecilik karşıtı
geleneğin işgale karşı cihad adına Müslüman tarikatlardaki kardeşlik eliyle
seferber edilip örgütlendiğini biliyor muydu?” (Slisli, s. 103)
Slisli’nin
bu sorusuna “evet” cevabı vermek gerek. Zaten asıl mesele de Fanon’un
sömürgecilik karşıtlığı ile İslam arasındaki bağı neden incelemediğidir.
Slisli, Fanon’un köylülerin neden devrimci olduğu konusunda bıraktığı boşluğu
dolduruyor. Fanon’un İslam’a dair konumu kitabında pek net değilken, Marx dinin
“halkın afyonu olduğunu” söylüyor. Marx, bir yandan da dinin iki işlevi olduğu
üzerinde duruyor ve bir yandan onun uyuşturucu ile kıyaslanabileceği iddiasında
bulunuyor. Din, insanların kapitalizme ve burjuvaziye karşı mücadeleden,
ötedünyaya dair vesveselerle uzaklaştırmak adına halüsinasyon üreten bir madde
gibi istismar edilebilir. Gelgelelim tıbbî işlevine bağlı olarak kullanılan
afyon, bir yandan da insanları iyileştirir, besler ve gerekli ilhamı verir.
Halkın afyonu olarak din istismar edilebilir ama aynı zamanda insanları
iyileştirmek için kullanılabilir. Fanon, dinin köylülere iyi gelecek yanına pek
bakmadı. Din, insanların sömürgecilik şartlarını görmemesini sağlamak şöyle
dursun, sömürgeciliğe karşı mücadeleyi ateşledi.
Fanon,
köylüler arasında İslam’ın devrimci düşünce ve eylemlere gerekli ilhamı verip
vermediğini, veriyorsa nasıl verdiğini anlatmıyor. Ama buna karşın İslam’ın
köylülere sömürgeciliğe karşı direnmek için gerekli fikrî, kültürel ve politik
araçları temin ettiğini görmek gerek. Marx ve Engels, endüstrileşmiş bir ülkede
en alt düzeyde olan proletaryanın toplumun üstyapısını paramparça edeceği
üzerinde duruyor: “Mevcut toplumumuzun en alt katmanı olan proletarya, resmi
toplumun birçok katmana ayrılmış üstyapısını havaya uçurmadan ayağa kalkamaz,
doğrulamaz.” (Marx ve Engels, s. 73).” “Proletarya”nın yerini artık “köylülük”
almıştır. Devrimci dekolonizasyon hareketi bağlamında Manifesto’dan
uzaklaşılmıştır. Slisli’nin sözüne atfen, İslam’ın sömürgedeki “üstyapıyı”
havaya uçurmak için köylülere gerekli araçları temin edebileceğini görmek
gerekir.
Beş
şartı ile İslam, köylülere sömürgeciliğe meydan okumak ve dekolonizasyon
sürecine dâhil olmak için gerekli araçları temin edebilir. Kelime-i şehadet,
yani Allah’tan başka ilah olmadığının kabulü üzerinden köylü, sadece Allah’a
teslim olacağını söyler ve sömürgeciye, Batı’ya teslimiyeti redde tabi tutar.
Namaz ise köylünün bağlılığının bir ifadesidir. Zekât, Fanon’un da ifade ettiği
biçimiyle, köylüyü cömert kılar (bkz. Fanon, s.78). Hac ise köylülerin
gerçekleştireceği son eylemi, dekolonizasyon eylemi olarak anlaşılabilir.
İslam’ın beş şartı sayesinde köylüler, sömürge ülkedeki üstyapıyı imha ederler
ve pratikte devrimcileşirler. Marx ise din konusunda ikircikli bir tutum
sergiler ama bir yandan da onun devrimci potansiyelini görür. Belki de Fanon’un
din üzerinde durmamasının sebebi, onunla alakalı şüpheleridir. Öte yandan başka
kesişim noktası da iş başındadır: din ve dekolonizasyon iç içe geçmektedir.
Fanon, işte bu kesişim noktası üzerinde durmaz. Slisli’nin de ifade ettiği
biçimiyle, din, devrimci sınıfı ateşleme gücüne sahiptir. Görüldüğü kadarıyla
Marx ve Fanon, dinin devrimci potansiyelinin farkındadır.
Fanon,
Marksizmin sömürge ülkelere uyarlanması için onun verili sahasını genişletir.
Marx ve Engels’e göre, burjuvazi tüm dünyaya yayılmıştır. Fanon, bu argümanı
alır ve söz konusu yayılma sürecinde sömürge halkta içselleştirilmiş ırkçılığın
oynadığı rol üzerinde durur. Komünist Manifesto ile Yeryüzünün
Lanetlileri arasındaki temel fark, proletarya ile köylülüğün rolü ile
alakalıdır. Manifesto’nun yazılış amacı, devrimci sınıf olarak
proletaryaya gerekli ilhamı vermek, diğer yandan da onu burjuvaziyle mücadele
konusunda teşvik etmektir. Marx ve Engels açısından köylülük öncü unsur
değildir. Oysa Fanon’a göre, proletarya sömürge ülkenin burjuvazisidir,
köylülükse devrimci sınıftır. Köylülerin sahip olduğu potansiyelse dinle
alakalıdır. Fanon ve Marx, dine karşı ikircikli bir tutum takınır. Manifesto,
“tüm ülkelerin işçileri birleşin” çağrısını yapar (Marx ve Engels, s. 94).
Yeryüzünün Lanetlileri’nde yapılan çağrı ise şudur: “Evet yoldaşlar, şimdi saf
değiştirmeye karar vermenin vaktidir.” (Fanon, s. 235). Her iki kitap da bir
anlamda aynı dava için mücadele etmektedir. İkisi de altyapı kaynaklı bir
hareket inşa ederek, kapitalizmin ve sömürgeciliğin kurduğu üstyapıyı yok etmek
derdindedir. İki kitap, temelde üstyapıyı yok etme noktasında en fazla
potansiyele sahip olan sınıfa hitap etmektedir. Dolayısıyla Yeryüzünün
Lanetlileri, başka bir tür manifesto olarak anlaşılabilir: özünde o,
Dekolonizasyon Manifestosu’dur.
Munise Badat
Nisan 2016
Kaynak
Kaynakça:
Fanon, Frantz, The Wretched of the Earth, önsöz: Jean-Paul Sartre,
çeviri: Richard Philcox, New York: Grove Press, 2005.
Marx,
Karl ve Joseph J. O’Malley, Critique of Hegel’s ‘Philosophy of Right’,
Cambridge: U, 1970.
Marx,
Karl, Friedrich Engels, The Communist Manifesto, çeviri: L. M. Finlay,
Peterborough, Ont.: Broadview, 2004.
Slisli,
Fouzi. “Islam: The Elephant in Fanon’s The Wretched of the Earth”, Critique:
Critical Middle Eastern Studies (2008): s. 97-107.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder