Mustafa Kemal, yirmilerin başında Sovyet yetkililerine
şunu söylüyor: “Komünizm de bizim işimiz.” Yani diyor ki, “bu ülkeye komünizm
gerekliyse, onu da biz uygularız.” Özünde paşa, “Sovyetler’e bizden gayrı,
bizden ayrı bir iradeyle iş yürütmeyin, bizim varlığımızı ezmeyin, bizi boşa
düşürmeyin” demiş oluyor. Resmî TKP, bu söz bağlamında kuruluyor, Hafi TKP, bu
gerçekte eziliyor.
Bugünkü TKP’nin “cumhuriyete sosyalizm çok yakışacak”
demesinden anlaşılıyor ki bu parti, Resmî TKP’nin bir devamı. Baştan o
cumhuriyet verili hâliyle benimseniyor, kucaklanıyor, ona sadece sosyalizm
boyası çalınmak isteniyor. Zaten çektikleri filmde de görüldüğü üzere devrim,
işçilere bir hükümet bildirisiyle duyuruluyor, zira işçilerin devrimden haberi
bile yok. Burada öngörülen şey, bir KHK sosyalizmidir.
Tek bir KHK ile sosyalizmin kabul edilebileceği
düşünülmektedir. İşçiden tiksinen bir iradenin Mustafa Kemal’in işlerinden biri
olan “komünizm”i iş olarak üstlendiği, işbölümünde kendisine düşen rolü
oynadığı, buradan belli. Dolayısıyla, buradan şu soru sorulabilir: “Peki siz
sosyalizme, o kavgaya yakışıyor musunuz?”
* * *
O günlerde bir ölçü belirlenmiş ve bugüne taşınmış.
İstikrar, ölçü, denge orada kurulmuş. Gerisine düşmek mümkün değil, bu üç
olgunun bozulmaması şart. Ana siyaset, bunun üzerine kurulu. Temelde istikrarı,
ölçüyü, dengeyi pratikte ve teoride bozan iki unsur var: Kürt ve İslam.
Bir eğilim, Kürt’ü ve İslam’ı istikrar, ölçü ve denge
adına, dışarıdan hizaya çekmeyi amaçlıyor. Bir başka eğilimse, üç olgu adına,
hizayı içeriden çekmek derdinde. Biri cumhuriyetçileşiyor, diğeri
liberalleşiyor. Bir kesim, “orduyu eleştirmek liberalliktir” mavalını okuyor;
diğer bir kesim, özgürlükçü müdahaleyle, Kürt, hatta İslam denilen dışrak ve
tehlikeli unsura ayar vermeye çalışıyor, onu içermek için uğraşıyor. Esas
alınan istikrar, ölçü ve denge, teoride ve pratikte bunu gerekli kılıyor.
Fadıl Öztürk’ün yazısında dikkat çeken ifade şu:
“ayrılıktan yana değil, birlikte yaşamayı önüne koyan”.[1] Birlikte yaşam
meselesi, mozaik edebiyatı bağlamında ele alınıyor. Tekrar bir içerme söz
konusu. Bu, “Musul’u almayan, Diyarbakır’ı verir” cümlesinin farklı bir
tezahürü. Sadece yukarıdan değil, aşağıdan söylenmiş ve daha sinsi.
* * *
Alper Taş’ın tweet’i de bu bağlamda ele alınmalı. Asıl
üzerinde durulması gerekense, “Lenin’in kitabına yeniden bakmasını isteyenler
ve “orta yolcu” diyenler kim?” soruları. Taş, bu kişilerle Devyolculuğa has
mizahla dalga geçtiği tweet’inde kitabı okumadığını, ona “baktığını” söylüyor.
Ayrıca orta yolun devrimci yol olduğunu ifade ediyor. Burada devrimcilik, özel
şahıslarla tanımlı, yolsa o özel şahısların hezeyanlarından ibaret.
Bu, eski istikrara, dengeye ve ölçüye göre ayarlanmış
THKP pratiğinin Oğuzhan Müftüoğlu’vari tefsirine ait bir yol aslında.
Diyalektik meselesi, bir avuç özel şahsın maddi varlığında çözülüyor ve bu
varlık, “gazeteciyiz” diyerek, kendilerini aşan kitle hareketini faşizm
mahkemelerinde düşmana teslim ediyor. Orta yolculuktan kasıt bu.
Aynı yol, bir gün önce Türk’ün bağımsızlığına sahip
çıkarken, Kürd’ün bağımsızlığına küfredebiliyor. Yani “ne o ne o” mantığı,
özünde bir tarafa meylediyor ve bu taraf, hep egemenlere bağlı küçük burjuva
siyaset oluyor. Neticede Devyol pratiğinin TKP’lileşmesi veya TKP pratiğinin
devyollulaşması bir hayır getirmiyor.
* * *
Yirmilerde bir Komintern raporunda, ittifak yapılan
İttihatçı kesimle ilgili olarak, “bu İttihatçıların samimiyeti, Ortadoğu’da
halkların kendi kaderlerini tayin hakkı meselesi üzerinden sınanmalı, bu kesim,
tayin hakkı üzerinden sıkıştırılmalı” deniliyor. Mustafa Kemal, buna
bağımsızlığı redde tabi tutan, dışarıda bırakan, muğlak bir “Ortadoğu birliği”
ile cevap veriyor. Bugüne bakıldığında, solun içindeki her iki eğilim de bu
bağlamdan çıkamıyor. “Sol, aydınlanma, işçi” laflarının altında hep bu Kemalizm
sırıtıyor.
Çünkü istikrar, denge ve ölçü, egemenlerin
ideolojisine kayıtlı. Bağımsızlığı sadece kendisine hak gören, siyaseti de
ancak kendisinin yapabileceğine inanıyor. Kürt ve Müslüman olana hak görülmeyen
ne varsa, kendisini onunla tanımlıyor. Dolayısıyla, bunlarda varolan kitle
gücünü küçümsemek, teoriyi ve ideolojiyi tayin ediyor. Birileri saf steril
kalıyor, birileri de “etkileyebiliriz” diyor. Her ikisinde de istikrar, denge
ve ölçü, müşterek. Dükkânını korumak isteyen esnaf baba ile onu market yapmak
isteyen girişimci oğul arasındaki fark kadar fark var aralarında. Sonuçta
dükkân ortak. Memleket ve siyaset de dükkân derekesinde ele alınıyor sonuçta.
İlişkiler, kaçınılmaz olarak buna göre kuruluyor.
* * *
Metin Çulhaoğlu’nun Alper Taş’a sahip çıkması bu
açıdan manidar.[2] Egemenlerin siyasetini etkileyebileceklerini söyleyenler,
oranın etkisini kitlelere aksettirdiklerini, zaten bunun için varolduklarını
gayet iyi biliyorlar. Sosyalizm ile ilgili malumat çıkını, yirmilerde
belirlenmiş istikrarın, dengenin ve ölçünün muhafazası için kullanılıyor.
Yirmilerde sendikaları kapatan iradeye, onları içe sızarak kilitleyen irade
eşlik ediyor. Belirli bir coğrafyayı işgal ettiğini bilen siyasi güç, gönüllere
ve akıllara aşağıda sarf edilen allı pullu sözlerle nüfuz ederek ilerliyor.
Aşağının, yoksulun, mazlumun siyaseti kuvveden fiile çıkmasın diye, egemenlerin
istikrar, denge ve ölçü anlayışı ile hareket ediliyor. Gerisinin yalan olduğu
düşünülüyor. Onlardan ayrı ve gayrı ne varsa, siyaset alanının dışına atılmaya
veya hizaya çekilmeye çalışılıyor. Hep onların çerçevesiyle bakılıyor hayata ve
dünyaya, sadece oradan görülene kıymet veriliyor.
Hepsi de devletle ve burjuvaziyle müşterek bir
istikrar, denge ve ölçü anlayışıyla düşünüp hareket ettiklerinin farkında. Her
gelişme ve her olay, bu anlayışa göre değerlendirilmek zorunda. Troçkistlerin
bir kesiminin TKP safına düşmesi[3] veya “Türk-Kürt işçilerinin birliği”[4]
veya “Marksist ağ” demelerinin nedeni de burada. “Sosyalizm”, “İşçi”, “Cumhuriyet”
gibi kavramlar soyuttur ve ancak bahsi geçen müşterek anlayış bağlamında bir
anlama kavuşabilmektedir. Başkalarına hak görmedikleri siyaseti, egemenlerin
istikrarına, dengesine ve ölçüsüne göre ayarlamaya mecburdurlar. Aldıkları
ders, okudukları okul budur. Tüm yapıp edilen, Mustafa Kemal’in “komünizm
işi”dir. “Kemalizm tasfiye edildi, geriye çekildi, güçsüzleşti” demeleri, bu
işe kılıf bulmak içindir. Oysa komünizm, o kılıfı yırtan müşterek tarihsel
iradede aranmalıdır.
Eren Balkır
7 Ekim 2017
Dipnotlar:
[1] Fadıl Öztürk, “Zihni Özgür Olmayanlar”, 7 Ekim 2017, Artı Gerçek.
[2] Metin Çulhaoğlu, “Ortacılık ve Uçlar”, 6 Ekim
2017, İleri.
[3] “DİP’in 25 Eylül Referandumuna İlişkin Tutumu”, 5
Ekim 2017, Gerçek.
[4] V. U. Arslan, “Barzani Referanduma Giderken”, 20
Eylül 2017, Sosyalist Gündem.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder