Yaklaşık
on yıl önce başrolünü Benicio del Toro’nun oynadığı, Steven Soderbergh’in
yönettiği Che filminin yapımcılarıyla birlikte Miami’ye gitmiştim.
Amacımız, Che’nin öldürüldüğü koşullar konusunda film için daha fazla bilgi
elde etmekti. ABD’de sürgünde olan Castro karşıtı kesimin kalesi olan Küçük
Havana’daki bir restoranda Gustavo Villoldo ile buluştuk. Villoldo, simge
hâline gelmiş devrimcinin takibi ve yakalanmasına katkı sunmak amacıyla 1967’de
Bolivya’da çalışmış üst düzey Kübalı-Amerikalı CIA ajanı. Villoldo, elinde 9
Ekim 1967’de Che’nin öldürülmesiyle ilgili kıymetli bilgilerle dolu, kalın beyaz
kapaklı bir dosyayla geldi. İçinde orijinal fotoğraflar, gizli teleks
mesajları, haber klipleri, hatta Che’den öldükten sonra alınan parmak izleri
vardı. Dosyada Che ve küçük gerilla birliğinin ortadan kaldırılmasında Bolivya
özel kuvvetlerine eğitim veren, bu kuvvetlere yardım eden CIA’in yaptıklarının
tarihsel sonuçlarına yer verilmekteydi.
Che’nin
ölümüne dair detayları aktaran emekli ajan, Che’nin cesedinin La Higuera’dan
helikopterle getirildiğinde kendisinin Bolivyalı subaylarla yürüttüğü
tartışmalardan da bahsetti. Che, La Higuera’da yakalandı, vuruldu ve
Villegrande kasabasına götürüldü. Ajanın aktardığına göre Bolivyalılar, Che’nin
elini kesip onun öldüğüne dair bir kanıt olarak onu muhafaza etmek istediler.
Villoldo’ya göre, subayları elin kesilmemesine, bunun yerine alçıdan bir maske
yapmaya ikna eden kendisi. Konuşma esnasında Villoldo, cesedin hiç
bulunamayacak bir yere gizlice nasıl gömüldüğünü ve bu süreci kendisinin nasıl
organize ettiğini de anlattı. Gerçekten de otuz yıl boyunca Che’nin mezarı hiç
ortaya çıkartılamadı. Cesetten arta kalanlar, Temmuz 1997’de Villegrande’nin
dışındaki bir uçak pistinin yanında bulunan geçici bir mezara konuldu.
Sohbetin
bir yerinde Villoldo, dosyayı açıp beyaz bir zarf çıkarttı. İçinde bir tutam
kahverengi saç vardı. Soğuk Savaş sürecince elde edilmiş bir zafere ait bir
hatırayı elinde tutan ajan, cesedi gömmeden önce Che’nin başından bir tutam saç
kestiğini gururla anlattı: “Aldım, çünkü bu dağdan inen, sakallı, uzun saçlı
adam, devrimin bir sembolüydü. Ben o an, Küba devrimine ait bir sembolü de
kestiğimi düşünmüştüm.”
Elli
yıl sonra ABD’li yetkililer de benzer bir hissiyattaydılar. Onlara göre,
Che’nin yakalanması ve öldürülmesi, ABD’nin altmışlarda ABD müdahalesine ve
kontrgerilla savaşına tanıklık eden dönemde, Küba ve Latin Amerika’daki militan
sola karşı elde ettiği en önemli zaferdi. O dönemde CIA ve Beyaz Saray, Che’nin
ölümünün Castro ve Küba, ayrıca Latin Amerika’da devrimin yayılmasına mani
olması açısından ABD için sahip olduğu önemi analiz eden bir yığın gizli belge
kaleme aldı.
Bu
gizli ve sadece özel kişilerin görebileceği rapor, Che’nin ölümünden beş gün
sonra Başkan Lyndon Johnson için hazırlandı. Raporda CIA direktörü Richard
Helms’in kaleme aldığı kısa bir özete yer veriliyor. Helms, burada Che’nin son
saatlerine ait detayları aktarıyor. Direktörün rapora eklediği “Ernesto ‘Che’
Guevara’nın Yakalanması ve Öldürülmesi” isimli belge, Bolivya’dan geçilen
haberlerde dile getirildiği biçimiyle, Che’nin Bolivya ordusu ile girdiği
“çatışma esnasında aldığı yaralardan” ölmediğini söylüyor. Belgeye göre, “Che
saat 13:15’te, M-2 otomatik tüfekle açılan ateş sonucu öldürüldü.”
Beyaz
Saray raporu, aynı zamanda Bolivya devletinin cesedi yaktığını, Arjantin veya
Küba’ya teslim etmediğini iddia etmek suretiyle, Che’nin ölümünde oynadığı rolü
örtbas ettiğini ortaya koyuyor. Che’nin kardeşi Roberto, cesedin aileye iade
edilmesini istemek için Bolivya’ya gitti. Şilili sosyalist senatör Salvador
Allende, cesedin Şili’ye verilmesini istedi ki bu girişim, Washington
tarafından Che’nin cesedinin Castro tarafından açığa çıkartılmasına dönük bir
çaba olarak yorumlanmıştı. Başkan Johnson’a aktarıldığı biçimiyle,
“Bolivyalılar Che’yi öldürdüklerini ifşa etmek ve komünist hareketin cesedi
istismar etmesine izin vermek istemediklerini ortaya koymak için otopsinin
bağımsız kişilerce gerçekleştirilmesini istemedi.
Johnson’a
sunulan rapora göre, Guevara’nın ölümü “Castro’ya indirilmiş ağır bir darbeyi
ifade ediyor.” CIA’in ele geçirdiği, Havana’dan Bolivya’ya giden gizli
mesajlarda da görüldüğü üzere, Fidel’in niyeti, Bolivya’da “tüm kıtayı
kapsayacak bir hareketin kıvılcımını çakmak”tı. Hatta bu mesajlarda görüldüğü
biçimiyle Castro, Bolivya Komünist Partisi’nin üst düzey yöneticilerini
Havana’da toplayıp, onlara ayaklanmayı milliyetçi bir hareket olarak sunmamayı
tavsiye ediyor. Castro, asıl olarak “enternasyonalist bir hareket” üzerinde
duruyor.
Beyaz
Saray görevlisi Walt Rostow’un başkana sunduğu ve bu konuyu destekleyen başka
bir raporda, “Guevara’nın ölümünün bu türden önemli sonuçları olduğundan”
bahsediliyor.
“[Che’nin ölümü] Sukarno,
Nkrumah, Ben Bella gibi saldırgan, romantik devrimcilerden birinin, bu eğilimi
güçlendiren başka bir ismin ölümünü ifade ediyor.
Latin Amerika bağlamında
Che’nin ölümü, gerilla olması muhtemel kişiler üzerinde ciddi bir tesire yol
açacaktır.
Burada yeni yeni uç veren
ayaklanma süreçleriyle yüzleşmiş ülkelere sunduğumuz ‘önleyici ilâç’ın sağlam
bir içeriğe sahip olduğu görülüyor. Che’yi köşeye sıkıştırıp yakalayan, aynı
yılın Haziran-Eylül ayları arası dönemde bizim Yeşil Bereliler’imizin eğittiği
2. Komando Taburu’dur.”
Peki
ama bu ölüme Fidel nasıl tepki verecekti? ABD’li yetkililer, elçiliklerden
birinin bombalanması veya diplomatların kaçırılması gibi eylemlere girişmek
suretiyle, Castro’nun yitirdiği prestiji yeniden elde etmeye çalışacağından
endişe ettiler. Bu noktada dışişleri bakanlığı, bölgedeki ABD elçilerine tedbir
amaçlı bir güvenlik uyarısı gönderdi.
Oysa
Küba devrimi, uluslararası terörizm adını karıştıracak bir ülke değildi.
Elçiliklere bomba konulmadı, hiçbir diplomat kaçırılmadı. Fidel’in ilk tepkisi,
18 Ekim’de Che için yapılan anma yürüyüşünde coşkulu, vakur ve dokunaklı bir
konuşma yapmak oldu (Bkz. Che Guevara’yı Anma Töreni Konuşması) ve
ABD hükümetinin üst kademelerinde dolaşıma sokulan, gizli raporlarda üzerinde
durulan hususların bir kısmına değindi.
Fidel’in
tespitine göre Che’nin ölümü, “devrimci harekete indirilen çok ağır, çok
müthiş; bir darbe”ydi. Ama konuşmasında Fidel şunları ekledi: “Zafer hayalleri
kuranlar aldanıyorlar. Bu ölümün onun düşüncelerinin sonu, taktiklerinin,
gerilla kavramının, teorisinin bitimi olduğunu düşünenler çok yanılıyorlar.”
Ayaklanmalar
gibi ABD önderliğinde yürütülen kontrgerilla operasyonları da devam etti. Bu
operasyonlara bilhassa Guatemala, El Salvador ve Nikaragua gibi Orta Amerika
ülkelerinde tanık olundu. Pratikte Che’nin ölümünü takip eden on yıl içerisinde
Sandinist Ulusal Kurtuluş Cephesi, Küba’nın lojistik desteği ve verdiği
eğitimlerle, bileği bükülmez bir hareket hâline geldi ve nihayetinde Somoza
hanedanlığını yıktı. Washington’daki yetkililer Guevara’nın fikirlerinin,
anlayışının ve kendisini adadığı direnişin cesedi ile birlikte toprağa
gömüldüğünü düşünmüşlerse gerçekten büyük bir yanlışa imza atmışlardı. Onun
başarısızlıkla sonuçlanan gerilla savaşı taktiği gerekli ilhamı yeterince
vermemiş olabilir ama CIA’in müdahalesi sonucu şehit oluşu o ilham verdi.
Küba’da
Che’nin ölümünün ellinci yıldönümü ABD’ye karşı koyma kararlılığının ve devrimi
canlandırma çabalarının ortaya koyduğu bir sahneye dönüştü. Guevara’nın
mezarını bulunduğu Santa Clara’daki yürüyüşte başkan yardımcısı Miguel
Díaz-Canel Che’nin nasihatini aktardı: “Emperyalizme asla güvenilmez, ona karşı
zerre güven beslenemez.” Trump’ın herkese kabadayılık etme üzerine kurulu
söylemi ve Küba’ya karşı cezalandırma amaçlı politikaları savunması karşısında
Díaz-Canel şu sözünü tekrar dillendirdi: “Küba, egemenliğinden ve
bağımsızlığından taviz vermeyecek, ilkelerini asla müzakere etmeyecektir.”
Gustavo
Villoldo’nun elindeki dosya, aynı zamanda Guevara’nın sembolleşen ve romantize
edilmiş mirasını da aktarıyor. Villoldo, sonrasında Che’nin öldürülmesine dair
belgelerin ve hatıraların bulunduğu bu albümü açık artırmayla satmaya karar
verdi. Açık artırma, 25 Ekim 2007’de Dallas’taki Miras Açık Artırma
Galerileri’nde gerçekleştirildi.
İlk
başta istenilen asgari teklif 50.000 dolardı. Ama açık artırma şirketinin
müteveffa Hugo Chávez hükümetinin ilgi göstermesi sonrası ki Chávez, muhtemelen
saçı alıp Che’nin ailesine vermek niyetindeydi, en düşük teklif birden 100.000
dolara çıktı. Dosya açık artırmaya çıktığında Bill Butler isimli Teksaslı bir
kitapçı 100.000 dolara ek olarak 19.500 dolarlık satış komisyonunu da ödemeyi
kabul etti.
Butler’ın
aktardığına göre, niyeti dosyayı kendisine ait Houston kitabevinde
sergilemekti. Bu özel ve pahalı dosyayı almasının sebebini izah ederken
gazetecilere şunu söyledi: “Che Guevara yirminci yüzyıldaki en büyük
devrimcilerden birisiydi.”
Peter Kornbluh
10 Ekim 2017
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder