“Yeni bir şey yapmak, işte macera bu.”
Yalçın
Küçük, “biz Cumhuriyetiz” diyor.[1] Bu, basit bir vehim veya kendini kandırma
değil. Görev ifşası.
Yalçın
Küçük, “bir zamanlar milliciydi” dediği jöleli ve AKP’li Yiğit’in davetiyle bir
yemeğe katılıyor ve orada Mehmet Ağar’la buluşuyor. Birlikte Musul
hülyalarına dalıyorlar. Ama bir yandan da HDP’yi övüyor, Perinçek’le “AKP’yi
Amerika devirecek, destekliyoruz” kavgasına giriyor. Yeni görevler için
üstlerine sesleniyor. Sola bu ellerle nizamat veriliyor.
Çıkardığı
Toplumsal Kurtuluş dergisi, özünde “goşist” hareketi devlete ısındırma
ve tasfiye etme projesi idi. TKP, 12 Eylül’ü “goşistleri temizleyecek” diye
alkışlamıştı, kendisine muhalif olan Küçük de bu işin ideolojik zeminini
örüyordu. O, çok genci “goşizm bataklığından” kurtarmayı bildi.
Bu
gençlerden biri de Orhan Gökdemir.[2] Ali Şeriati’nin Sorbon’da okumuşluğunu
alaya alan bu “yazar”, Toplumsal Kurtuluş’tan sonra TP’ci oluyor. Nasıl
oluyorsa, goşist seviyormuş pozu kesen Teori ve Politika’nın kurucuları
arasına giriyor. Sağda solda içteki küçük bir iktidar kavgası ardından
ayrıldığını anlatıyor. Sonra kapağı, Beyoğlu Belediyesi ile Şiir Festivali
düzenleyecek olan Zeki Tombak’ın Fabrika dergisine atıyor. Bu geçişlerin
sebebini kimse (nedense) sorgulamıyor.
Doksanların
sonunda bu Fabrika dergisi, “Komünist Parti Girişimi” adı altında
çalışma yürütüyor. Sosyalist İktidar Partisi’nin de kapısını çalıyorlar. SİP, Fabrika’nın
da içinde olduğu birkaç örgütün birlikte parti kurmayı düşündüğü doksanların
başında, diğer örgütleri tongaya düşürüp alelacele parti kuran Kemal Okuyan’ın
tekkesi.
Mesut
Yılmaz ve ANAP üzerinden AB masallarının anlatıldığı o dönemde SİP’liler, o
görüşmede Fabrikacılara, “Kopenhag kriterlerine uygun KP mi kuracaksınız yoksa
ha ha!” diye alaycı bir cevap veriyorlar. Birkaç ay sonra aynı SİP’liler, o
kopenhagcı partiyi bizzat kuruyorlar. Adını da “KP” yapıyorlar. Bu parti,
devletin kriterlerine göre kuruluyor.
O
dönemde Kemal Okuyan verdiği bir röportajda, “neden TKP değil?” sorusuna
muhatap oluyor. Cevaben Okuyan, “TKP tarihi, bize göre sığ ve yanlışlarla dolu.
Ayrıca kendisini TKP’ye nispet eden birçok örgüt var, onlarla rekabet içine
girmek istemiyoruz” diyor. Kısa bir süre sonra kurdukları KP, TKP adını alıyor.
O günlerde başkan Aydemir Güler, “siyaset, rakiplerinize karşı yürüttüğünüz
alan kavgasıdır” türünden cümleler kuruyor. “O alan kavgası aslında kimler ve
ne için veriliyor?” sorusunu kimse sormuyor. Alan kavgası dâhilinde komünist
hareket tasfiye ediliyor.
Bu
dönemde Gökdemir, Mısır mitolojisi gibi konularla ilgileniyor. Dünyalığını
biriktirmek adına Digitürk gibi burjuva kurumlarda “gazetecilik” yapıyor.
Beraber çalıştığı bir arkadaşı yandaş medyaya, kendisi de SoL’a gidiyor.
Fenerbahçe’nin
şike soruşturması ve Redhack gibi konularda içi boş kitaplar yazıyor. Gizli
belgelerin nereden geldiğini hiç açıklamasa da herkes, bu iki başlıkta
Fethullah parmağını görüyor. Sonuçta TKP’deki son yarılma, “Fethullah’ın da
içinde olduğu operasyona dâhil olalım mı olmayalım mı?” tartışmasından kopuyor.
Bir
ara, ileride TKP 1920 adıyla anılacak olan grup, aynı isimle parti kurunca
Erkan Baş alıyor eline sopayı, bu örgütün bürolarındaki insanlara yaşlı, kadın
demeden saldırıyor. Sonra keser de sap da dönüyor, aynı akıbetle Baş da
yüzleşiyor. Kendisinin o vakit 1920’cilere ettiği laflara bizatihi muhatap
oluyor. Lafların bir önemi bulunmuyor, kolay unutulmak için söyleniyor. Nasılsa
birileri, bazı masalarda imaj çalışmaları için kolları sıvıyor.
2005
yılı civarı Ankara’da Fabrika’ya ait enstitüde seminer veren Gökdemir,
orada “sömürü soyut bir şey, o yüzden ona karşı mücadele anlamsız” diyor.
Bugünse “mülkiyetin kapitalist biçimini hedef almayan, ücretli çalışmayı
tartışmayan bütün kurtuluş önerileri afyondur, ağrı kesicidir” şeklinde ahkâm
kesiyor. Hep olduğu gibi boş konuşuyor. Ama Malcolm X’in dediği gibi, kuklaya
değil, kuklacıya saldırmak gerekiyor.
Kendisine
ait şirketlerde işçi-yoldaşlarının sigortasını ödemeyen, borsayla haşır neşir,
inşaat rantını kepçeyle götüren bir sol yapının mensubu, boyunu aşan laflar
ediyor aslında. O yapının devletten gayrı, ayrı, bağımsız iş görmesi, laf
etmesi mümkün değil. Edilen laflar, yukarıda pazarlığın, aşağıda kandırmacanın
parçası. Kandırılanlar, parti üyelerinin devlet kurumlarında ve şirketlerde
çalıştığını, buralara hizmet ettiğini tabii ki bilmiyor.
* * *
Bugün
hâlâ TKP’den medet umanlar var. Tarih ve olgular, hayal kırıklığına işaret
ediyorlar. Suphilerin katli sonrası TKP’de kimin genel sekreter olacağını,
siyaseti ve ideolojiyi Sovyetler değil, Sovyetler-Türk devleti ilişkileri tayin
ediyor. Sovyetler sonrası bu ilişkide Sovyetler’in yerini devlet alıyor. Bugün
PKK organlarında yazan eski TKP’liler için bile hâlâ geçerli olan bir formül
bu. Yüzler değişiyor, kural değişmiyor.
12
Eylül öncesi TKP içi bölünmede bir taraf diğerini ya ihbar ediyor ya da
öldürüyor. Kendisi İstanbul’a veya Avrupa’ya, diğer hizbi ise hapse ve mezara
gönderiyor. Sağ kalanlar, devletle Alevicilik üzerinden ilişki kuruyorlar. Fukara
halkı, bu çıkar gruplarının, küçük burjuva rant ilişkilerinin sınıfı ve halkı
kurtaracağına inandırmaya çalışıyorlar.
Solun
genel kaderi bu şekilde: burjuvazinin devletle ilişkilerine örgütlenen sol ile
devletin burjuvazi ile ilişkilerine örgütlenen sol arasındaki kayıkçı kavgasına
pek kanmamak gerekiyor. Bugün İhsan Eliaçık’ı hedefe koymaları, bu sahte
gerilimle alakalı.
Bir
sürü tarikatı kuran, yöneten devlet; o tarikatlara devlete dokunmadan
küfretmekse Ayşe Çavdar gibi eski Müslümanlara düşüyor. Benzer örnekler solda
da mevcut. Tarikatların ideolojisinde ve ekonomisinde devleti bulmayanlar,
devlete uşaklık ediyorlar.
* * *
Toplamda
siyaset alanında DSİP-ESP ve TKP-Haziran, aynı madalyonun iki yüzü. Devlet, her
ikisine de muhtaç. Odak noktası, Batı ve Batı’nın burjuva devrimlerine dair
masallar.
Koca
Odak örgütünün şeflerinden birinin tutuklandığını bizzat örgütün
açıklamasından öğreniyoruz mesela. Öğrendiğimiz bir husus da şu: Odak,
kültür derneğine dönüşmüş, şef de Uluslararası Af Örgütü’nün elemanıymış.
Fokocuların fukocu olduğu süreçte, hiç de şaşırtıcı değil bu. Bol fuko, badyö
alıntılı yazılar yazanın HDP’nin başına geçmesi de. Kıvılcımlı çöpe atılıyor,
bol postmarksist soslu gevezelikler edenler, baş köşeye yerleştiriliyor.
* * *
Dolayısıyla,
son ayrışma ardından TKP’den ayrılanların bir çatıda birleşmesi, devletin bir
emrine bağlı.
Bugün
ortada yığınla borç var, kimse üstlenmiyor. Bir şirket gibi, parti iflasın
eşiğine geliyor. Ortalığı birden, boş anlamsız ideolojik tartışmaların tozu
dumanı kaplıyor.
AKP’nin
İslam’la, İslamî siyasetle alakasının olmadığını bile bile buraya vuruyorlar.
Devleti aklıyorlar, burjuvazinin sırtını sıvazlıyorlar. “Seni senden daha iyi
savunuruz” diye bir yerlere işmar ediyorlar.
Bu
noktada Sol Haber, Fener bayrağını IŞİD bayrağı zannedip “Erzincan’da IŞİD
bayrağı çekildi” türünden yalan haberler üretiyor. Halka yalan söyleyerek,
“suç” işliyor. Bu üretimin arkasında, muhtemelen Orhan Gökdemir var. Meselesi
hak-batıl ayrımı olandan nefret etmeleri, onun siyasetin dışına atmak, hatta
öldürmek istemeleri bu yüzden. Zaten İhsan Eliaçık da bunu söylüyor: “Sizdeki
din bilgisi ile IŞİD’deki bilgi aynı ve birbirini besliyor.”
* * *
Burjuvazinin
devletle ilişkileri ile devletin burjuvazi ile ilişkileri arasında kimi zaman
sürtüşme olabiliyor. Solun nemalandığı ve yuvalandığı odak, burası. Onun
ezilenden, sömürülenden yana bir devrim ve sosyalizm davası gütmesi, mümkün
değil. Herkesin CHP’ye örgütlenmesi de bu gerçekle alakalı.
Çünkü
sol, burjuva devrimlerini aşamıyor, onları aşılamayacak bir duvar olarak
görüyor, onları bizzat kendi varlığı ile yükseltiyor, dipteki tarihsel
akıntıyla ilişki kurmaya utanıyor. En fazla İngiliz, Amerikan veya Fransız
devrimciliği arasında dalaşa tutuşuyor.
O
sol, bugün “Okan Bayülgen ve Ekşi Sözlük ne kadar yozlaştı” diye ağıt
yakıyor.[3] Asıl mesele, onlardan medet umulması. Bu sol, Galatasaray
Lisesi’nin futbol takımını seviyor, Galatasaray takımı avama açıldığı için
maçlara gitmiyor artık. Burjuvazinin özel, seçkin ve güçlü oluşuna öykünüyor.
Hayat öyküsünü burjuvazinin eteğinin altında örüyor.
Devlete
saldıran, burjuvaziyi; burjuvaziye saldıran, devleti unutturmakla görevli.
Çünkü kimse, burjuvazinin ufkunu, menzilini, çapını aşmak derdinde değil.
Teorinin, ideolojinin ve politikanın avama açılmasına dönük adımlardan nefret
ediyorlar. Aşamıyorlar, ama doksanların veya iki binlerin başında marksizmi bir
çırpıda aşıveriyorlar.
İhsan
Hoca’da değilse bile sözünün ait olduğu yerde bu aşma imkânı var. Din diye
saldırdıkları bu imkân ve o imkâna yönelme ihtimali. Burjuvazi ve devlet adına
her türlü aşma girişimini geçersiz kılmak istiyorlar. Tek dertleri, tek
siyasetleri bu.
* * *
Che,
Afrika’da iken kendisine bağlı birlikteki yerlilerin ertesi günkü çatışmaya
hazırlandıkları esnada vücutlarına kutsal olduğuna inandıkları bir çamuru
sürdüklerini görüyor. Arkadaşları, “bu adamlara materyalizm dersi vermek lazım”
diyor. Asıl materyalist olansa Che: “Yarın olsun, bakarız.” Ertesi gün o çamuru
sürenler, daha büyük bir cüretle savaşıyorlar. Burjuvazinin ateistleri,
aydınlanmacıları o savaşı, o cüreti ve o silâhı burjuvazi adına tehlikeli
gördükleri için onları yok etmek istiyorlar.
Arap
Baharı’nın kimi İslamcıları, “geçmişin solla, Marksizmle kirlenmiş
İslamcılığından nihayet kurtuluyoruz” diye avuç ovuşturuyorlardı. Gökdemir
gibiler, Müslüman coğrafyada ezilenin, sömürülenin ideolojik-politik çığlığına
tahammül edemiyorlar. Oradaki Marksizmi, sosyalizmi hor görüyorlar.
Burjuvazinin devletiyle gelişimine çomak sokulmaması için elinden geleni
yapıyorlar.
Gökdemir'in
Allah’a olan düşmanlığı, Batı’nın “ilerleme” tanrısına tapmasından
kaynaklanıyor. Onun gibiler, Christopher Hitchens gibi, “ABD’nin nihayetinde
tüm Ortadoğu’yu kucaklayacak bir burjuva devrimi gerçekleştirdiğine”
inanıyorlar. Ona biat ediyorlar.
Çünkü
burjuva devrimlerinden sadece pazara imanı öğreniyorlar. Siyaseti tercih
meselesine indirgiyorlar, seçimlere o yüzden odaklanıyorlar. Çünkü sol, özünde
teoride pazarcı, ideolojide pazarlamacı, politikada içten pazarlıklı. Bu
sebeple siyaseti pazarlık zannediyorlar. O yüzden bugün “asıl vatansever biziz”
diyorlar. Çünkü bugün yeterince çek defterine ve iri kasalara sahipler.
Bu
lafı eden örgüt, 12 Eylül sonrası militanlarına kurduğu dükkânları ve
işletmeleri bırakıyor. Örgüt “gazeteci derneğiyiz biz” diyerek dağılınca, bu
militanlar işleri büyütüyorlar. Rivayete göre, bu işin bir kısmında mafya, bir
kısmında Fethullah ile çalışıyorlar. İkisi de devlete açılan kapı.
Aynı
durum, Sovyetler’in Britanya ve Türkiye ile kurduğu ticari ilişkiler üzerinden
oluşan şirket ve kurumlar için de geçerli. Devlet içinde ve şirketlerde
TKP’liler kadrolanıyorlar. O sebeple solun ufku, menzili, çapı devleti ve
şirketi asla aşamıyor.
* * *
“İnsanlar, madem Şubat
Devrimi burjuva idaresini kemale erdirdi, o vakit burjuvazi, kralcılığın
kanatları altına neden çekildi diye sorabilir. Bunun basit bir izahı var.
Burjuvazi, kendi idaresinin sorumluluğunu üstlenmeksizin, idareyi elinde
tuttuğu, burjuvazi ile halk arasında duran kukla bir yönetimin burjuvazi için
hareket edip bir tür perde işlevi gördüğü döneme geri dönmek isteyebilir. Bu
dönemde iktidarda, eskiden olduğu gibi proletaryanın burjuvaziyi hedef
aldığında yumruğunu salladığı, başında taç bulunan bir kral vardır. Günah
keçisi olarak iş gören bu krala karşı burjuvazi, o günah keçisi başa bela
olduğunda ve kendi başına iktidar olmaya çalıştığında güçlerini proletarya ile
birleştirir. Burjuvazi, kralı kendisini halka karşı korusun diye bir tür
paratoner olarak kullanabilir, aynı şekilde o, gene kendisini krala karşı
korusun diye halkı bir tür paratoner olarak kullanabilir.”[4]
Eldeki
cam parçalarının ışığı odaklayıp tek bir karış bozkırı bile ateşe verememesinin
sebebi burada, bu paratonerdedir. Gökdemir gibiler, paratoner olmaktan
memnundurlar ve bu olma hâlini satmaktan vazgeçemezler. “Kontrollü darbe”
tencere ise “kontrollü muhalefet” kapağıdır. Bu uyum muhafaza edilmelidir,
yeter ki burjuvazi ilerlesin, kutlu günler yakınlaşsın, zaten bugünün ve
bugündeki çilenin ne önemi var!
Eren Balkır
26
Ağustos 2017
Dipnotlar:
[1] “Yalçın Küçük Söyleşisi”, 26 Ağustos 2017, Sol.
[2]
Orhan Gökdemir, “Anti-kapitalist Müslümanın Son Yolculuğu”, 26 Ağustos 2017, Sol.
[3]
Yunus Bakihan Çamurdan, “Yılansı Fare Çocuklar”, 23 Ağustos 2017, Red.
[4]
Karl Marx, “The Paris Reforme on the Situation in France” (Fransa’daki Duruma
İlişkin Olarak Yapılan Paris Reformu), MIA. Türkçesi: İştirakî.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder