Müslüman
bir siyah din adamı şarkı söylüyor ve şarkıda şu çığlık yükseliyor:
“Beyaz adamın cenneti, siyah adamın cehennemidir.”[1]
Bu
söze meseleyi çok basit bir dille aktarması sebebiyle itiraz etmek mümkün ama
şarkının hakikati söylediği açık. Bu, beyazların dünyaya hükmettiği günden beri
geçerli olan bir söz.
Afrikalılarsa
meseleyi başka şekilde tespit ediyorlar:
Afrika’ya
geldiğinde beyaz adamın elinde İncil, Afrikalıların elinde ise toprak vardı.
Beyazlar Afrikalıları zorla ve kanla topraklarından koparttılar, Afrikalılarsa
hâlen daha İncil’i sindirmeye veya onu kusup atmaya çalışıyorlar.
Dolayısıyla
bugün dünyada baş gösteren mücadele hayli karmaşık bir mücadeledir ve iktidar
sahasında, yani siyaset ve ahlâk alanında Hristiyanlığın oynadığı tarihsel rolü
de içermektedir.
İktidar
sahasında Hristiyanlık, zerre eksilmeden varlığını sürdüren bir kibir ve
zorbalıkla hareket etmiştir, zira bu din, kâfirleri kurtarma denilen o manevi
görev dairesinde gerçek imanı keşfetmiş olanlara düzenli olarak
dayatılmaktadır. Bu özel ve gerçek iman, esas olarak bedenle değil ruhla
alakalıdır. Beden, sayısız kâfirin tanık olduğu bir tür etten ve cesetten
ibarettir.
Buradan
şunu söylemek mümkündür:
Gerçek
imanın otoritesini sorgulayan kişi, aynı zamanda ulusların bu imanı kendisini
yönetmek için kullanma hakkına, özetle o ülkenin sahip olduğu ada meydan okumuş
demektir.
Kimi
misyonerlerin gösterdikleri kahramanlıklardan veya dürüstlükten bağımsız,
İncil’in her yana yayılması, bir bayrağı bir yere dikmenin itiraz kabul etmez
kılıfı olarak iş görmüştür. Rahipler, rahibeler ve öğretmenler, cennetin değil
esirlerin inşa edecekleri bir kentin peşinde olan insanların kullandıkları
iktidarın korunmasına ve kutsallaştırılmasına katkı sunmuşlardır. Hristiyan
kilisesi o bayrağı kutsal suyla yıkamış, bayrağın dikilmesi karşısında zevkten
dört köşe olmuş, batılı halkların esenliğine katkı sunacağını söylediği fethi
fikir düzeyinde beslememiş olsa da onu cesaretlendirmiş ve fethin Tanrı’nın
lütfunun bir ispatı olduğunu söylemiştir.
Çöldeki
Tanrı farklı bir yolu yürürken, Allah başka bir yöne doğru ilerlemiştir.
İktidarın kanatlarında yükselen Tanrı beyazlaşırken, iktidarın dışında olan
Allah cennetin karanlık tarafında, tüm pratik amaçlar doğrultusunda,
siyahlaşmıştır.
Dolayısıyla
ahlâk alanında Hristiyanlığın oynadığı rol, en iyi hâliyle, ikirciklidir.
Diğerlerinin yürüdüğü yolun, hayat tarzının ve ahlâkının Hristiyanlara ait
olana nispetle aşağılık olduğuna dair o kibirli değerlendirmeler üzerinden
Hristiyanların her hakka sahip olduğu, onları değiştirmek için her aracı
kullanabileceği söylenmiştir. Kültürler arasındaki çarpışma, Hristiyanlığın
zihnindeki şizofreni ahlâk alanını denizlerde görülen belirsizliğe mahkûm
etmiş, denizler kadar tehlikeli bir niteliğe kavuşturmuştur.
Buradan
biri gerçek mânâda ahlâklı bir insan olmak istiyorsa (ki böyle biri olmanın
mümkün olup olmadığı sorusu anlamsız, bence bunun mümkün olduğuna inanmak
zorundayız) o, önce Hristiyan kilisesinin dayattığı tüm yasaklardan, onun
işlediği suçlardan ve sahip olduğu ikiyüzlülükten kopmaya mecburdur.
Eğer
Tanrı anlayışının hâlen daha bir geçerliliği veya belirli bir kullanım alanı
mevcut ise bu anlayış, bizi sadece daha büyük, daha hür ve daha fazla sevgi
dolu kılabiliyor olmalıdır.
Eğer
Tanrı bunu yapamıyorsa, o vakit O’ndan kurtulmanın vakti gelmiş demektir.
James Baldwin
[Kaynak:
The Fire Next Time, Vintage Books, 1962.]
Dipnot:
[1] Louis Farrakhan, “Cennet Cehennem”, 8 Ocak 2018, İştirakî.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder