Sosyalizm
hakkında söz sarfetmek için önce kapitalizmden işe başlamak gerekir. Bildiğimiz
üzere, kapitalizm kâr güdüsüyle hareket eden bir sistemdir. Kapitalizmin
merkezinde bu güdü vardır. Kapitalizmin tüm hastalıklı yanları, düşük ücretler,
kötü çalışma koşulları, işçilerin özerkliğinin kalmaması ve örgütçülere karşı
saldırılar kâr güdüsüyle alakalıdır. Kapitalistler kâr elde etmek isterler. Her
şey bu güdüyü takip eder.
Bu
temelde sosyalizm, kapitalizmin adaletsiz yapısına yönelik bir tepki olarak
ortaya çıkmıştır. Eğer kapitalizm kâr güdüsüne dayanıyorsa, sosyalizm de adalet
ve eşitlik fikrinden kaynak alır. İşçiler, tüm sorunlara karşı her zaman
mücadele ederler. Sosyalizm, mücadeleye can veren, adil düzenle, zulüm ve
hâkimiyetten arınmış bir toplum vizyonu ile alakalıdır.
Bize
göre asıl soru şudur: kapitalist sömürüye karşı olan güçler ve sosyalist
direniş, dünyanın farklı bölgelerinde farklı görünümler mi alır?
2013’te
Bangladeş’te Dakka’da bir konfeksiyon fabrikasında bir kaza yaşandı. Bu kazada
1.100 kadar işçi, çöken fabrika duvarlarının altında kalıp can verdi. Bu
trajedinin yaşanmaması mümkündü. Fabrika idaresi, binanın çökme ihtimalinin
farkındaydı, ama işçileri gene de çalışmaya zorladı.
Bu
olay, tüm dünyanın dikkatini çekmesine karşın, fabrikadaki çalışma koşullarında
hiçbir değişiklik yaşanmadı. Ama Dakka’daki işçiler, daha iyi ücret ve koşullar
için örgütlenmeyi sürdürdüler. Baskılar süreç içerisinde arttı. Aralık 2016’da
yapılan greve binlerce işçi katıldı. Sonuçta son iki ay içerisinde onlarca
örgütçü tutuklandı. 1.500’den fazla işçi işini kaybetti. Fabrikalarda işçiler,
sözlü ve fiziksel saldırılara maruz kaldı, işçilerin sendikaya üye olmaları
engellendi.
Bangladeş’teki
hikâyenin Meksika, Endonezya, Brezilya veya başka yerde de yaşandığını
biliyoruz. Örneğin bu yılın başında Hindistan’da mahkeme, çok uluslu bir
otomobil fabrikasında on üç işçiye müebbet hapis cezası verdi, bazıları da daha
düşük cezalara çarptırıldılar. Bunların suçu, örgütlenmekti. Bu noktada bir de
Güney Afrika’da yaşanan Marikana madenciler katliamından bahsetmek gerek. O
katliamda 34 madenci vurularak öldürüldü.
Soru
şu: Küresel Güney’de bu tür şeyler, burada gördüklerimizden çok mu farklı?
Trump’ın
Yüksek Mahkeme başkanı adayı Neil Gorsuch’ın katıldığı son senato
oturumlarında, Alphonse Maddin isimli kamyon şoförüyle ilgili mesele ele
alındı. Bu mesele, tüm ülkenin dikkatini çekti. Maddin, sıcaklığın sıfırın
altında olduğu koşullarda tır kullanırken frenler bozuldu. Yardım çağırdı,
saatlerce yardım gelmediği için tırın arka kısmını ayırdı ve aracı güvenli bir
yere çekti.
Bu
kararından dolayı Maddin işini kaybetti.
Tıpkı
Bangladeş konfeksiyon işçileri gibi Maddin de yaşamak ve geçinmek arasında
tercih yapmak zorundaydı. ABD’de olduğu gibi dünyanın her yerinde işçiler, bu
türden zor çalışma koşullarına karşı ve daha iyi ücretler için
örgütlendiklerinde baskılara maruz kalıyorlar.
2015’te
Walmart beş mağazasını kapattı. 2.200 işçi işini kaybetti. Su tesisatının
tamiri bahanesiyle kapatılan bu mağazalarda, işçilerin sendikaya üye olmasına
mani olacak tedbirler alındı.
İşçilerle
kapitalistleri harekete geçiren güdü aynıdır.
Sosyalizmin
batılı olduğu suçlaması, sırf sosyalizm batıda doğdu diye batı dışı dünyayla
alakasının olmadığını dile getirmektedir. Oysa işçiler, bulundukları yerden
bağımsız olarak, sömürüye dayalı çalışma koşullarına ait güçlere tabidirler.
Kâr güdüsüyle hareket eden patronlar için çalışan işçiler, ihtiyaçlarını
karşılayacak imkânlardan yoksundurlar.
Her
yerde işçiler koşullarını iyileştirmek istiyorlarsa, yegâne seçeneklerinin
mücadele etmek olduğunun farkındadırlar. Bu nedenle her türlü tehlikeye ve
riske rağmen işçiler mücadele ederler.
Her
Zaman Enternasyonalist
Başından
beri sosyalizm, hem kavramsallık hem de menzil açısından enternasyonalisttir.
Frantz
Fanon’a Fransız sosyalizmine karşı mücadelesinde, komünist Chris Hani’ye Güney
Afrika’da ırk ayrımcısı hareket içerisinde faaliyet yürütmesinde, Amílcar
Cabral’a Portekizlilere karşı verdiği mücadelede, Walter Rodney’ye Karayipler
genelinde haklarından mahrum edilmiş kesimler için verdiği mücadelesinde, Che
Guevara’ya Küba ve Latin Amerika’daki mücadelelerinde asıl can veren, sosyalizm
fikridir. Onlara ve başka isimlere göre sosyalizm, sadece Britanya veya
Amerika’daki sendikacıları ilgilendirmeyen bir teori ve felsefedir.
Bu
noktada akla M.N. Roy gelebilir. Roy, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında
Bengal’deki bir köyde dünyaya gelmiştir. Hint bağımsızlık hareketi içerisinde
devrimcileşen Roy yirmili yaşlarda ülkeden ayrılır ve Britanya’ya karşı silâhlı
ayaklanma için para toplama amaçlı faaliyetler içerisine girer. Önce
Endonezya’ya ardından Çin’e, Japonya’ya oradan da ABD’ye gider. Silâh ve para
elde etmek için politik bağlar kurar. Seyahatlerini genelde ismini gizleyerek
gerçekleştirir.
Takip
altında olduğu için ABD’de fazla kalamaz. Oradan Meksika’ya gider. Burada
örgütlü işçilerle ilişki kurar ve 1919’da bugün Meksika Komünist Partisi olarak
bilinen örgütü kurar. Lenin, Roy’un sömürge meselesini incelemesini ister.
Süreç içerisinde Roy, sömürge uluslarda milli burjuvazinin rolü konusunda
Lenin’le tartışır.
1920’de
Roy, Taşkent’te Hindistan Komünist Partisi’nin kuruluş faaliyetlerine katılır.
Sonraki dönemde Hindistan’a döner ve hapse atılır. Roy, burada da yazılarını
yazmaya devam eder.
Roy
gibi bir devrimci bağlamında ele alındığında, sosyalizmin Avrupmerkezci olup
olmadığı sorusunun saçma olduğu görülüyor. Roy, bir değil iki komünist parti
kurmuş bir isimdir.
Dolayısıyla
asıl soru şudur: sosyalizmin batılı veya Avrupamerkezci olup olmadığı sorusu
bugün neden gündeme geliyor?
Yenilginin
Ürünü
Bu
tür bakış açıları yenilgi dönemlerinde karşılık buluyor. Neoliberalizmin
yoksullara, işçilere ve ücretlere kırk yıldır saldırdığı, barınma, sağlık,
eğitim gibi ihtiyaçların kamu eliyle karşılanması imkânının ortadan
kaldırıldığı, sendikaların ve işçi sınıfının güçsüzleştiği koşullarda sol kendi
mirasına olan güvenini de yitirdi.
Böylelikle
akademik sol içerisinden bahsi geçen türden sorular duyulmaya başlandı. Sol,
hareketlerin cansuyundan da mahrum kaldı. Hareketlerin kültürlerini teşkil eden
güce ve dayanışmaya dair anlayış temelsiz kaldı.
Hareket
yoksa, işçi sınıfına can veren şeyler de bilinçten silinip gider. Eğer işçi
değil de orta veya üst orta sınıftan biriyseniz, hareket ortaya çıkmadığı
sürece işçilerin ihtiyaçlarına ve çıkarlarına yüzünüzü dönmezsiniz. Hareketler,
altmışlarda ve yetmişlerde ülkedeki, özellikle üniversitelerdeki manzarayı
önemli ölçüde değiştirmişlerdir. Ama o günden beri uzun bir kuraklık dönemi
hâkim olmuştur.
Bugün
akademiye, işçi siyasetinin çekimine kapılmak için hiçbir gerekçesi bulunmayan,
tuzu kuru bir sınıf hâkimdir. Bunlar, sınıfsal imtiyazlarını muhafaza etmekle
ilgilidirler.
Sosyalizmin
batılı olduğuna dair anlayış, işte bu ortamın bir ürünüdür. Bazen bu anlayış
radikalleşmekte ve Küresel Güney için, onun adına konuşmakta, sosyalizmin
dünyanın ilgili kısmındaki gerçeklere uygun olmadığını söylemektedir. Onlara
göre, sosyalizm gibi batı kaynaklı düşünceler, batı dışı dünyadaki kültürel
deneyimleri ile alakasızdırlar.
Bu
türden bir yaklaşım, esasında sosyalizmi itibarsızlaştırmaktadır. Sol
içerisindeki bu konum, özünde iktidar yapılarını tehdit etmemektedir.
Radikalmiş gibi görünür, çünkü hakiki Batı dışı dünya adına konuştuğunu iddia
eder. Bu, gayet zekice bir hamledir.
Bu,
yüzünü çoğunlukla sömürgecilik, ırk, cinsiyet gibi konulara dönen akademide
yaygın olarak karşılaştığımız bir konumdur. Bu konulara eğilmede bir sorun
yoktur. Her türden ayrımcılığa ve hakarete karşı olan biri, ırkçılığa karşı
çıkan biri veya bir feminist değilseniz tabii ki sosyalist olamazsınız.
Sorun
başka bir yerdedir. Bu türden meselelere dair analizler, sermayenin mantığından
ve sınıf mücadelesinden bağımsız olarak yapılmaktadır.
Pısırık
Bir Radikalizm
Bugün
karşımızda olan, imtiyazlıların ırkçılık karşıtlığıdır. Bu karşıtlık, ne
iktidarı tehdit etmektedir ne de yoksulların ve azınlıkların çileleriyle
alakalıdır.
Solun
Bernie Sanders’ın başkanlık adaylığına dair eleştirilerinde bu türden bir
yaklaşım söz konusudur. Örneğin Ta-Nehisi Coates, Bernie’yi asgari ücret veya
ücretsiz üniversite gibi ırklara kör bakan, yapısal dönüşümleri savunduğu için
eleştirmektedir. Coates’in ifadesiyle, bu türden genel programlar esas olarak
beyazların lehine olacak şekilde sonuçlanmaktadır.
Bu
türden bir ırkçılık karşıtlığının asıl görmezden geldiği husus ise, asgari
ücret arttırıldığında yoksulluktan bir miktar kurtulacak olan işçilerin
çoğunluğunun beyaz olmayan işçiler olduğu gerçeğidir. Ücretsiz okul da önemli
ölçüde siyah işçiler lehine bir öneridir.
Ben,
New York Şehir Üniversitesi’nde hocalık yapıyorum. Bu üniversitedeki
öğrencilerin yüzde 75’i azınlık gruplarına mensup öğrenciler. Öğrencilerin
yarısından fazlasının ailelerinin yıllık geliri 30.000 dolardan az.
Öğrencilerin, ücretsiz okul önerisinin kendi çıkarlarına olduğuna dair düşünce
konusunda bir bilince kavuşmalarına gerek yok.
O
zaman yapısal eşitsizlikleri dönüştürmeyi amaçlayan bu türden genel programlara
yönelik bu muhalefet, ırkçılığın devamını sağlayan eşitsizlikleri neden
görmüyor? Çünkü bu ırkçılık karşıtlığı, kapitalizmi eşitsizliğin ana sebebi
olarak görmüyor. Bu yaklaşım günümüzde hayli popüler. Sonuçta da işçi sınıfına
mensup azınlıkların ihtiyaçlarından ve çıkarlarından hiç bahsetmiyor. Bu,
imtiyazlı sınıfın ırkçılık karşıtlığı.
Eğer
bir ülkede genel ekonomi politikalarının özelde beyaz olmayan yoksulların
hayrına olmadığına düşünüyorsanız, o vakit sizin sosyalist politikaya
uluslararası düzlemde de eleştirel yaklaşmanız gerekir. Eğer sosyalist
politikalar, ABD’deki ırksal azınlıkların deneyiminden bahsetmiyorsa, onun batı
dışı dünyadaki kültürel gerçekliğe de yabancı olduğunu söylemeniz gerekir.
Her
iki durumda da bu radikalizm, kültür adına, sömürülen insanların temel
ihtiyaçlarını görmeyen bir yaklaşımın ürünüdür.
Aynı
güçler, Küresel Güney’de de iş başında. Bunlar, kontrol ve denetimden azade
olan neoliberal büyümeye tanıklık ediyorlar. Bu coğrafyada örgütlü sol direniş
de zayıf. Sosyalizmin ekonomik dönüşüm ve genel haklarla ilgili fikirleri
sürekli saldırıya maruz kalıyor.
Hindistan’da
öğrenci iken kaliteli ve herkese açık eğitim için mücadele yürütmüştük. Diğer
toplumsal ve politik meseleler konusunda da çalışmalar yaptık. Amerika’ya göre
solun kültürel düzeyde ve seçim düzleminde daha fazla karşılık bulduğu bir
ülkede sol faaliyet içerisinde olduğum için şanslıydım.
Eğitimde
adalet ve işçi hakları için verdiğimiz mücadelenin batılı bir mücadele olduğu
sözünü o günlerde de işitmiştim. Batılı düşüncelerin bizleri kandırdığı o
zamanlar da söyleniyordu. Ama bu suçlamalar ve eleştiriler, özünde sağa aitti.
Sağın
kapitalizmle derdi yoktur. O, durmadan sosyalizmin batılı olduğunu söyler.
Küresel
Dünya’da milliyetçi sağın sosyalizmi meşru zeminden uzaklaştırmaya çalışması
gayet anlaşılır bir durum. Asıl merak ettiğim, aynı düşüncenin, yani
sosyalizmin Avrupamerkezci olduğunu, onun batı dışı dünyadaki deneyime
uymadığını söyleyen düşüncenin daha çok akademiden kök alan batı solunda neden
kendisine yer bulduğu.
Bu
konumun ne anlama geldiği üzerinde durmak gerek.
Bir
konfeksiyon atölyesindeki Bangladeşli kadın, kovulma ve fiziksel saldırılara
karşın örgütleniyor. Bu kadın, başkalarıyla bir araya geliyor, sendika kurmaya
çalışıyor ve düzgün bir hayat yaşayabileceği koşullara dair bir vizyona ve
anlayışa sahip oluyor.
Bahsi
geçen anlayış, bu kadın işçinin Bangladeş kültürüne uygun hareket etmediğini
söylüyor. Zira burada insanlar, ağır çalışma koşullarının adaletsiz olduğunu
düşünmüyorlar ve bu tür koşullara karşı mücadele etmiyorlar. Bangladeş halkı,
temel bir ihtiyaç olarak, baskıdan kurtulmayı öngören bir pratik içerisine
girmiyor.
Bu
işçinin sosyalist düşüncenin iğvasına kapıldığı söyleniyor. Bu kadının kendi
kültürüyle bağlantılı olmayan bir yola girdiği iddia ediliyor.
Evrensel
Bir Kavga
Net
olmamız gerek: sosyalizmin batı dışı dünyaya yabancı bir düşünce olduğuna
inanan bir radikalizm, bu coğrafyadaki işçilerin maruz kaldığı zulme karşı
mücadele etme imkânını göz ardı ediyor demektir. Bu yaklaşıma sahip kişiler,
özünde batı dışı dünyanın adil ve özgür bir toplum tahayyül edemeyeceğini
söylemektedirler.
Dolayısıyla
ABD’deki radikal isimler, sosyalizmin batılı bir düşünce olduğunu
söylediklerinde temelde tüm dünyada faal olan sağın safına geçmektedirler.
Sosyalizmin
evrensel olduğu düşüncesini benimsemek, kültürel kimi özellikleri inkâr etmek
anlamına gelmez. İnsanlar, belirli kültürler ve topluluklar içerisinde yaşarlar
ve gelişirler. Ama insanlar, kapitalizm, mahrumiyet ve güçsüzlük üretmeye devam
ettiği sürece, hiçbir kültür dâhilinde tam anlamıyla gelişip serpilemezler.
Sosyalizm,
insanlıktan çıkmış toplumsal düzene karşı verilen mücadelenin ana itici gücüdür
ve insanın gelişim koşullarını oluşturur. Sosyalizm evrensel bir itkidir.
Nivedita Majumdar
18 Nisan 2017
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder