“Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe asla Birr'e nail
olamazsınız.”
[Âli İmrân:92]
“Dinci
faşizm” tabirini diline pelesenk edenler, dinsiz faşizm istiyordur, hatta
doğrudan ona hizmet ediyordur.
Sosyalist
olduğu iddiasını dillendiren, eski “TİP’li” olduğunu söyleyen Doğan Özgüden,
Ankara’daki Hitit Güneşi Kursu’nun kaldırılması önerisine tepki olarak şunu
söylüyor:
“Irkçı
Türk tarih tezine bir reddiyedir Hitit Güneşi. Türk-İslam sentezi Anadolu’nun
gerçek tarihini silmeye seferber. Taşındıktan sonra anıtın yerine herhalde
Kâbe-i Muazzama'nın kopyasını dikerler. İzin verilmemeli.”
Bu
sözler, ABD’nin Portland kentinde iki genç kıza saldıran beyaz Amerikalının
mahkemede, “siz benim yaptığıma terörizm diyorsunuz, ben vatanseverlik” diye
bağırdığı, sosyal medyada “Beyazlar için bir anavatan oluşturmanın şart
olduğunu” yazdığı günlerde sarfediliyor. Ve hepsi de İslam’ı “Arap bedevilerin
uydurduğu masal” olarak göstermeye çalışan bir devletin genel bağlamı dâhilinde
yaşanıyor. Portland, bir çimento türü ve devletin harcı bu tür saldırılarla
karılıyor.
Akraba,
soy, ırk üstünlüğünü dümdüz etmiş, eşitleyici bir iradenin ezilmesi, bu tür
değerlendirmeler ışığında gerçekleşiyor. Amerika, parasına yazdığı “E
Pluribus Unum”[1] sözünün hakkını veriyor. “Çokluk birlikten türer”
anlamına gelen bu söz, önce bir’i egemenlere göre tarif ediyor, sonra da o
birin etrafında her “rengin” tavaf etmesini istiyor.
Demek
ki bir’e karşı birr’i çıkartmak gerekiyor. Birr, iyilik, salih amel, takva gibi
anlamları ihtiva ediyor. “Müslim, Gayrimüslim, herkese iyilik yap” emri
üzerinde yükseliyor. Onların bir’i ise, sadece kendi çıkarlarına göre amel
etmeye vurgu yapıyor.
İsmail
Beşikçi’nin “Evlad-ı Kerbelayız” diyen Dersimlileri, ocakları sahtekârlıkla,
yalancılıkla suçlaması da bu bağlamda gerçekleşiyor. Anlaşılıyor ki Beşikçi,
ifrada varıyor ve resmi Kürd tarihini yazmaya soyunuyor. Bir tür bir olmak,
geçmişi düzlemeyi emrediyor.
Bu
bağlam, “sen benim ülkemde ne arıyorsun?” diyerek Afgan genci tehdit ettiği
günlerde örülüyor.
Doğan
Özgüden gibi isimlerin anlamadığı şu: Hitit Güneşi, bu toprakları mülk edinme
derdine düşenlerin kullandığı mitolojinin parçası. Hatay alındığında, paşalar
bir tarihçiye alelacele tez yazdırıyorlar ve “Hatay’ın 4.000 bin yıllık Türk
yurdu olduğuna dair tarihsel belge” böylece temin ediliyor.
Bahsi
geçen heykel de Hattilere ait. “Hatay” ismi de Hititler öncesine uzanan bu
topluluğa atıfla veriliyor. Türk tarih tezine göre Hititler, Türk! 1935’te
Alacahöyük kazısında bulunuyor, önce devletin dili, tarihi ve coğrafyasını inşa
etmek için kurulan DTCF’nin, ardından da Ankara’nın simgesi oluyor. Yani heykel
“Irkçı Türk tarih tezine reddiye” değil, tam da onun bir tezahürü. Ara not
olarak şunu da eklemek gerek: aslında heykel yıkılmıyor, sadece Çorum’a
taşınıyor. Yani devlet iddiasından vazgeçip “burası İslam yurdu, eski putlar
simge olamaz” demiyor.
* * *
“Modern
dönemle birlikte, devlet, kitleleri kendi bedenine eklemlemek için yeni bir
büyük metafizik soy zinciri üretir: vatandaşlık kavramı. Devlet kendi
teritoryal sınırları dâhilinde barınan insanlara dayattığı bu metafizik
zincirle onları kendi mülkiyeti kılar. Vatandaşlık kimliğiyle kendisine
bağladığı insanların ‘kullanım hakkına’ sahip olur; onları politik ve ekonomik
çıkarları doğrultusunda dilediği gibi eğip büker, mobilize eder, sömürür. Diğer
yandan bu zincirle devlete bağlanan insanlar kendilerini devletin paydaşı ve
uzantısı olarak görür ve bu duyguyla hareket eder. Devlet, yani egemen sınıf bu
duyguyu kendi çıkarları doğrultusunda kullanılır. ‘Ortak bir tarih’,
‘milli/manevi değerler’, ‘bayraklar’ vesaire kitleleri harekete geçiren araçlar
olur. Metafizik soy zincirlerini benimseyen insanlar bu mobilizasyona bir
adanmışlık duygusuyla katılır ve hatta bunun için kendilerini ‘feda’
ederler.”[2]
Bu
tür cümleler, daha sıklıkla diziliyor. Yazar, bu tespitinin devamında
“metafizik zincir”den birey olarak kopulabileceğini söylüyor. Özünde herkes,
kendi özel’liğini üstün görüp başkalarına reçete diye satmaya çalışıyor.
Sonuçta da birey denilen başka bir metafiziğe bağlanılıyor. Temelde devlet de o
mutlak bireyin en yüce hâli olarak örgütleniyor. “Teritoryal sınırlar”, en ufak
mülk sahipliği ile çiziliyor. Devlet, bu sahiplik konusunda dinî-millî olanı
kendi lehine istismar ediyor. Dine ve millete yönelik her eleştiri, meselenin
özüne vurmadıkça, o sahiplik ilişkisine hizmet ediyor. “Dinci faşizm”
eleştirileri, dinsiz faşizmi görmüyor, görülmesini istemiyor. Sezar’da
görüldüğü gibi, yukarıda olanlar, tanrı ile ilişkiyi iktidara ve mülke bağlıyor
ve asla o ilişkiye ve imana ihtiyaç duymuyor. Doğası gereği devlet, her daim
dinsiz ve gayrimilli olmaya yazgılı. Sonuçta yukarıdaki yazar türünden,
devlet-birey ikiliğine dayalı, liberal tezler, dönüp dolaşıp devlete
bağlanıyor.
Devlet
içerisinden belirli isimlerin belirli ilişki biçimlerini eleştirmesine pek
güvenmemek gerekiyor. Bugün Güzel Kur’an Okuma Yarışması düzenleniyor,
TRT yayınlıyor. Jüride, geçmişte bir albümünde sözleri Fethullah Gülen’e[3] ait
bir şarkıyı dillendirmiş, o çevreyle rabıtalı olduğu söylenen Halil Necipoğlu
var. Nasıl oluyorsa, 2005’te Ertuğrul Özkök[4] bu zat için övgü dolu bir yazı
yazmış. İlahilerin new age’e evrilmesi karşısında büyülenmiş. Bugünse o
yarışmayı eleştirmek, Fethullah’ın tertiplediği Abant toplantılarının müdavimi
Tayfun Atay’a düşüyor, o eleştiriye devletle rabıtalı Haksöz sahip
çıkıyor.[5]
Haksöz içinde,
yetmişlerde faal olan Milli Mücadele örgütünden kişiler var. Bu örgüt,
bağrından ilginç isimler çıkartmış vaktiyle. Ne hikmet ki 71 darbesine birçok
Müslüman çevre karşı iken bu örgüt sahip çıkıyor. O dönemde örgütün bizzat ordu
eliyle kurulduğundan söz ediliyor. Sonra da bu pratiğe birilerinin “dinci
faşizm” demeleri isteniyor. Aslında Haksöz, sadece gerilimi hafifletmek,
bir miktar gaz almak gibi işlevler görüyor.
Bu
süreçte acı olan, solcuların bir bütün olarak “bu, selamünaleyküme karşı
merhabanın kavgasıdır” diyen Bekir Coşkun’a örgütlenmiş olmaları. Tayfun
Atay’ın “post-İslamist çığır içinde dinin her yerde kılınarak
hiçleştirilmesine” üzüldüğünü sanmamak gerekiyor. Dini hiçleştirme operasyonu,
her cephede ve veçhede, çeşitli araçlarla ilerliyor.
Bugün
varsa, bir tür laiklik mecburi. Yarın varsa ve bilinmiyorsa, din kaçınılmaz.
Geçmişin yüceliğine ve bugünün kutsallığına iman edildiği koşullarda, dinin
hiçleştirilmesi bir zorunluluk hâlini alıyor. Tüm okumaları buradan yapmak
gerekiyor. Ama illaki onların bir’ine karşı birr’i çıkartmak gerekiyor.
Eren Balkır
31
Mayıs 2017
Dipnotlar:
[1] Russell Jacoby, “Çokkültürcülük Efsanesi”, 11 Ekim 2009, İştiraki.
[2]
Özcan Doğan, “Metafizik Soy Zincirleri: Devlet, Din, Millet, Bayrak”, 17 Mayıs
2017, Birikim.
[3]
Halil Necipoğlu, “İnleyen Bir Nayım”, Youtube.
[4]
Ertuğrul Özkök, “Camideki Adam”, 13 Şubat 2005, Hürriyet.
[5]
Tayfun Atay, “Okunup Dinlenen Kur’an’dan ‘Seyredilen’ Kur’an’a”, 29 Mayıs 2017,
Haksöz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder