Wallerstein’ın
dünya sistemini makul bir analiz birimi olarak vurgulaması sayesinde, Avrupa
dışı toplumlara dair incelemeler gerekli hâle gelmiştir. Dünya Sistemi Teorisi
bu anlamda uygulama noktasında bereketli bir teoridir, sonuçta Osmanlı
İmparatorluğu[1] ve Türkiye[2], Afrika[3], Güney Asya[4], Doğu Asya[5] ve Latin
Amerika[6] gibi çeşitli alanlara tatbik edilmiştir. Ancak Wallerstein’ın analiz
birimi olarak dünya sistemine yaptığı vurguda bir miktar talihsiz ama kasti
olmayan[7] Avrupamerkezci önermeleri destekleyen, her şeye sinmiş bir tür
içselcilik mevcuttur.
Dünya
Sistemi Teorisi’nde, işlem dâhilinde kullanılan “işbölümü” ve “uzmanlaşma” gibi
kavramlar, Adam Smith’in Milletlerin Zenginliği isimli içselci
[itnternalist] klasik sosyal teoriden türetilmiştir.[8] Sonrasında bu
kavramların nasıl biçim değiştirdiklerini dikkate almaksızın, ilgili kavramlar,
uluslararası ölçeği kapsayacak şekilde, hiçbir aracı olmadan
anlamlandırılmıştır. Yurtiçine atıfta bulunan analojiye dair yanılgının
tuzağına düşen Dünya Sistemi Teorisi[9], farklı toplumlar çokluğunun birlikte
varoluşundan ve aralarındaki etkileşimden doğan, birbirinden farklı tespitleri
teoriye katmaz.[10] Bunun yerine, toplumlararası ilişkilere dair belirlemeler,
tek bir bütün olarak algılanan dünya sistemine ait ve o sistemi işleten ana
mantığa tabi kılınırlar.[11]
İçeriden
dışarıya bakan bir gözün başvurduğu bu yöntem, Dünya Sistemi Teorisi’nin [DST]
geliştirdiği tarih çalışmasında da kullanılır. Harici ve küresel faktörlere çok
fazla vurguda bulunmasına karşın DST, ontolojik düzlemde tek tip bir
Avrupamerkezci “içkinlik mantığından” kurtulamaz.[12] Sonuçta Wallerstein,
feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinin Avrupa’nın sınırları dâhilinde, kıtaya
özel ve özerk bir tarzda meydana geldiğine dair Avrupamerkezci görüşü yeniden
üretir.[13] Asya’daki imparatorluklar, kapitalizme doğru ilerleme potansiyeline
ilişkin kimi emareler sergilemiş olmalarına karşın[14], Avrupa’da 1300-1450
arası dönemde feodalizmin krizi ve bu krizin çözülmesiyle, “belirli bir coğrafî
sahada kapitalist dünya ekonomisinin tarih sahnesine çıkması mümkün
olmuştur.”[15]
Bundan
sonrasında dünya tarihi, Avrupa’daki bu icadın dışarıya nasıl yayıldığıyla, tüm
dünyayı nasıl kuşattığıyla, “elde kalan tüm yeniden dağıtım üzerine kurulu
dünya ekonomilerinin ve küçük müşterek sistemlerin süreç içerisinde ortadan
kaldırılmasıyla” ilgilidir.[16] Özetle, on dördüncü yüzyıl sonrasında yaşanan
toplumsal dönüşümler, temelde Avrupamerkezciliğe ait lineer gelişmecilikle
alakalı terimlerle anlaşılmıştır. Bu anlayışa göre, Avrupa’daki toplumsal
formlar “Doğu”ya aktarılmaktadır. Bu yaklaşımda, Avrupamerkezciliğin atacı ve
despotik Doğu ile kapitalist Batı arasında yaptığı ayrıma tanık olunmaktadır.
Artık Doğu çevredir, Batı da merkezdir. Bu şemada “Batı, bir kez daha
modernitenin öncü yaratıcısı olarak takdim edilirken, Doğu, “belirleyici özellikleri
bulunmayan, artığı pasif biçimde merkeze aktaran, kendi bağrında kapitalizmi
yaratamayan, geriletici ve hiç de istisnai olmayan bir varlık olarak tarif
edilir.”[17] Bu da Doğu’ya ait failliğin iki kez çöpe atılmasını sağlar.[18]
“Bu anlayışa göre, Doğu’daki elitler, kapitalist dünya sistemi içerisinde kendi
maddi yeniden üretimlerini daha iyi imkânlarla güvence altına alabilmek adına
Batı’nın talimatlarına iradî olarak uymak zorundadırlar.”[19] Batı dışı direniş
biçimleri, ya görmezden gelinmekte ya da bunların kapitalist dünya sistemini
bilmeden, pasif olarak yeniden ürettiği üzerinde durulmaktadır.[20]
Bu
son husus özellikle çok çarpıcı, zira Marx’ın teorisinde, kapitalizmin
genişleme kaydettiği farklı kapsama süreçlerine yer veriliyor. Ona göre,
kapsama süreci, mülkiyeti, tabiyeti ve emek sürecinin sermayenin kendisini
değerleme eğilimine uygun bir forma dönüştürülmesini içerir. Bu sürecin iki ana
momenti olan biçimsel kapsama ve gerçek kapsama, mevcut emek süreçleriyle
çatışma durumlarını ifade eder. Biçimsel kapsama, sermayenin önceden varolan
üretim biçimlerini etkisi altına almasıdır. Sermaye, bu üretim biçimlerine
dokunmaz ve mevcut hâliyle emek süreci üzerinden artığı temin eder. Gerçek
kapsama ise önceden varolan emek süreçlerinin ya dönüştürüldüğü, ya yok
edildiği ya da sermayenin imajı dâhilinde yenisinin icat edildiği durumları
ifade eder.[21]
Her
iki durumda da kapsamanın niteliği ile emek-sermaye arasındaki ilişki, sınıfsal
çelişkiler dâhilinde ve onlar aracılığıyla belirlenir. Üreticiler, bu sınıfsal
çelişkiler dolayımıyla, yönetici sınıfın artık emeğe erişim ölçüsünü ve
biçimini tersten mümkün kılarlar veya ona karşı direnirler ve onu sınırlamaya
çalışırlar.[22] Yani üretimin sermayeye bağlandığı, farklı ve çok sayıda forma
sahip olan “dünya genelindeki işbölümü”, basit mânâda kârın maksimize
edilmesiyle ilgili teknik ihtiyaçlar uyarınca farklı sömürü biçimlerinin açığa
çıktığı, sermayeye ait bir işlev değildir. O, aslında hangi üretim
yöntemleriyle yüzleşirse yüzleşsin, sermayenin mücadelelerine ait çok çeşitli
sonuçların bir çıktısıdır. Dünya Sistemi Teorisi’nin kapitalizmin bu tarz
mücadeleleri içeren bir süreç dâhilinde biçimlendiği ve yeniden biçimlendiği
çoklu ve lineer olmayan tarihleri ele alamaması, sonuçta onun “çevrenin”
tarihini “merkez”in tarihi üzerinden yazmasına neden olmaktadır.
Bu
noktada Wallerstein’ın analizinde, nispeten daha somut bir mesele açığa
çıkmaktadır: o, temelde kapitalist üretim tarzı ile kapitalist olmayan üretim
tarzlarını net bir biçimde ayırmakta ve bu üretim tarzlarının birlikte, bir
bileşke dâhilinde varolabileceği ihtimalini dışlamaktadır.[23] Bu, özünde
teoriyi sakatlayan bir sorundur, zira bu sorun dâhilinde Wallerstein,
kapitalizme geçişe ait her türde teorileştirme girişimini büyük ölçüde şüpheli
kılmaktadır. Eric Mielants’in tespitiyle:
“[…] ‘Geçiş dönemi’
denilen kavramı, birlikte varolan en az iki üretim tarzının gerekli olduğu, bir
tarzın diğerine hükmettiği ile ilgili tespit üzerinden yorumlamak mümkündür.
Eğer bir üretim tarzının doğuşunu, diğerinin yok oluşunu analiz etmek istiyorsak,
bir noktada bu iki tarzın birlikte işlediğini kabul etmek zorundayız. Eğer bu
birlikteliği görmezsek, feodalizmin Avrupa’da on altıncı yüzyılda ortadan
kaybolduğuna dair argümanla yetinmek zorunda kalırız.”[24]
Aynı
şekilde C. P. Terlouw da şu tespiti yapmaktadır:
“Bu uzun geçiş aşaması
boyunca feodalizm, yavaş yavaş kapitalizme dönüşmüş ve onun tarafından
aşılmıştır. Yani esasında en az iki yüz yıl boyunca feodalizm ve kapitalizm,
tek bir dünya sistemi içerisinde, birlikte varolmuşlardır. Dolayısıyla
Wallerstein, bir yandan açıktan, tek bir dünya sisteminde iki üretim tarzının
birlikte olamayacağını söyler ama bir yandan da örtük olarak da 1450-1650 arası
dönemde bu birlikteliğin geçerli olduğunu iddia eder. Çok uzun bir dönem
boyunca bir dizi üretim tarzının tek bir sistemde birlikte varolabileceğini
kabul edersek, ufak ve tümüyle mantıklı bir adım atarak, dünya sistemi
tarihinin herhangi bir momentinde bir dizi üretim tarzının eşzamanlı olarak
varolabileceğini söyleyebiliriz.”[25]
Wallerstein’ın
Avrupamerkezciliği temelde, onun birden fazla üretim tarzının birlikte
varolmasını ve aralarındaki etkileşimi teoriye yedirememesi ile alakalıdır.
Kapitalizmin oluşumu öncesi varolan toplumsal ilişkiler, oluşum sonrası yaşanan
gelişmelere dair anlayışımızla ilişkilendirilmemektedir, bu sebeple elimizde
sadece ya faillik ya da sonuçlar açısından, dünya sistemine ait, farklılaşmadan
yoksun bir resim kalır. Ernesto Laclau’nun ifadesiyle, Wallerstein’ın dünya
sistemi, “boşlukta salınan, homojen bir bütünlüktür”, yani bu sistem, tarih ve
teori düzleminde, farklılıkların dile dökülmesi yerine onların imha edilmesiyle
oluşturulan bir sistemdir.[26] Dünya Sistemi Teorisi, birden fazla, farklı
üretim tarzının birlikte varolabileceğini redde tabi tutarak, toplumsal
farklılığı ve çokluğu, ayrıca onlardan kök alan etkileşimleri inkâr eder. “Batı
dışı” dünyanın tarihinin “Batı”nın tarihine dâhil edilmesini sağlayan
mekanizma, teori ve tarih düzleminde daha başında tıkanır.
Alexander Anievas
Kerem Nişancıoğlu
[Kaynak:
How The West Came To Rule, Pluto Press, 2015, s. 16-19]
Dipnotlar:
[1] Reşat Kasaba, The Ottoman Empire and the World Economy: The Nineteenth
Century (Albany, N.Y.: SUNY Press, 1988); Yayına Hz.: Huri İslamoğlu-İnan, The
Ottoman Empire and the World-Economy (Cambridge: Cambridge University
Press, 1987).
[2]
Cağlar Keyder, State and Class in Turkey: A Study in Capitalist Development (Londra:
Verso, 1987).
[3]
Giovanni Arrighi, ‘Peripheralization of southern Africa, I: changes in
production processes’, Review, Cilt. 3, Sayı. 2 (1979), 161–191;
Immanuel Wallerstein ve William G. Martin, ‘Peripheralization of southern
Africa, II: changes in household structure and labor-force formation’, Review,
Cilt. 3, Sayı. 2 (1979), s. 193–207; William G. Martin, ‘Southern Africa and
the world-economy: cyclical and structural constraints on transformation’, Review,
Cilt. 10, Sayı. 1 (1986), s. 99–119.
[4]
Ravi Palat vd., ‘The incorporation and peripheralization of South Asia,
1600–1950’, Review, Cilt. 10, Sayı. 1 (1986), s. 171–208; K. N.
Chaudhuri, ‘The world-system east of longitude 20: the European role in Asia
1500–1750’, Review, Cilt. 5, Sayı. 2 (1981), s. 219–45; Ravi Palat vd.,
‘Of what world-system was pre-1500 “India” a part?’, Yayına Hz.: Sushil
Chaudhury ve Michel Morineau, Merchants, Companies and Trade: Europe and
Asia in the Early Modern Era içinde (Cambridge: Cambridge University
Press, 1999).
[5]
Y. So Alvin, ‘The process of incorporation into the capitalist world-system:
the case of China in the nineteenth century’, Review, Cilt. 8, Sayı. 1
(1984), s. 91–116; Satoshi Ikeda, ‘The history of the capitalist world-system
vs. the history of East-Southeast Asia’, Review, Cilt. 19, Sayı. 1
(1996), s. 49–77; Stephen K. Sanderson, ‘The transition from feudalism to
capitalism: the theoretical significance of the Japanese case’, Review, Cilt.
17, Sayı. 1 (1994), s. 15–55.
[6]
Ramon Grosfoguel, ‘From Cepalismo to neoliberalism: a world-systems approach to
conceptual shifts in Latin America’, Review, Cilt. 19, Sayı. 2 (1996),
s. 131–54.
[7]
Wallerstein esasında Avrupamerkezciliğin çok farklı yüzlere sahip niteliğine
vurgu yapan, Avrupamerkezci olmayan tarihin yazılmasına dair meseleler üzerinde
bir isim. Ne var ki o, kapitalizmin kökenlerine ilişkin olarak, içselcilik
meselesi üzerinde durmuyor. Bkz. Wallerstein, ‘Eurocentrism and its avatars:
the dilemmas of social science’, New Left Review, Series 1, Sayı. 226
(1997), s. 93–108.
[8]
Brenner, ‘Origins of capitalist development’, s. 34.
[9]
Hedley Bull, ‘Society and anarchy in international relations’, Yayına Hz.: H.
Butterfield ve M. Wight, Diplomatic Investigations içinde (Londra: Allen
& Unwin, 1966), s. 35–50.
[10]
Benzer eleştiriler konusunda bkz. Theda Skocpol, ‘Wallerstein’s world
capitalist system: a theoretical and historical critique’, American Journal
of Sociology, Cilt. 82, Sayı. 2 (1977), s. 1075–90; Aristide R. Zolberg,
‘Origins of the modern world system: a missing link’, World Politics,
Cilt. 33, Sayı. 2 (1981), s. 253–81.
[11]
Örneğin bkz. Christopher Chase-Dunn, ‘Interstate system and capitalist
world-economy: one logic or two?’ International Studies Quarterly, Cilt.
25, Sayı. 1 (1981), s. 19–42.
[12]
John M. Hobson, The Eurocentric Conception of World Politics: Western
International Theory, 1760–2010 (Cambridge: Cambridge University Press,
2012), s. 236.
[13]
Immanuel Wallerstein, The Politics of the World-Economy: The States, the
Movements and the Civilizations (Cambridge: Cambridge University Press,
1984), s. 23.
[14]
Wallerstein, Modern World-System, I, s. 51–63.
[15]
Wallerstein, Politics of the World-Economy, s. 23.
[16]
Wallerstein, Politics of the World-Economy, s. 153.
[17]
Hobson, Eurocentric Conception, s. 236.
[18]
Hobson, Eurocentric Conception, s. 240.
[19]
Wallerstein, Politics of the World-Economy, s. 123.
[20]
Hobson, Eurocentric Conception, s. 240–2.
[21]
Bkz. Marx, Capital, I, 975–1059.
[22]
Brenner, ‘Origins of capitalist development’, s. 60.
[23]
Wallerstein’ın değerlendirmesi şu yönde: “1450-1750 arası dönemi feodalizmden
kapitalizme geçişe tanıklık eden uzun bir ‘dönem olarak tanımlamada geçiş
kavramının somuta dökülmesi riski mevcuttur, zira sadece ‘saf’ kapitalizme ait
dönemleri sıfırlıyoruz ve elimizde geçiş döneminden başka bir şey kalmıyor” (The
Modern World-System, Cilt. II: Mercantilism and the Consolidation of the
European World-Economy, 1600–1750 (Berkeley, Calif.: University of
California Press, 2011 [1980]), s. 31). Modern Dünya Sistemi isimli
eserinin birinci cildinin yeni baskısına yazdığı önsözde Wallerstein daha da
ileri giderek, farklı üretim tarzlarıyla tanımlanmış, birbiriyle etkileşim
içerisinde olan farklı toplumların önemini görmezden geliyor, bu yönde bir
değerlendirmenin “toplumsal gerçekliği anlama becerimize pek bir katkısının
olmayacağını” söylüyor (2011 baskısı, s. xxi). Bu yaklaşım, temelde
toplumsal-tarihsel gelişimin etkileşime açık, farklı ve birden fazla hattı
takip eden biçimlerini ve yörüngelerinin yaratacağı etkilere mani oluyor.
[24]
Eric Mielants, The Origins of Capitalism and the ‘Rise of the West’ (Philadelphia,
Pa.: Temple University Press, 2008), s. 22.
[25]
C. P. Terlouw, Regional Geography of the World-System (Utrecht, Neths:
State University of Utrecht, 1992), s. 57–8.
[26]
Ernesto Laclau, Politics and Ideology in Marxist Theory (Londra: New
Left Books, 1977), s. 45.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder