Sovyetler
Birliği yaşarken, bu ülkeyi ziyaret eden gazetecilerin 3 temel hikâyesi vardı.
1-)
Taksiciler.
2-) Garsonlar
3-) Tuvalet kâğıdı.
Bu
üçlü üzerinden koca sistemi analiz ederlerdi.
Taksiciler
biraz ürkek, biraz nabza şerbet verdikleri cevaplarla gazetecilerin yazı
dizilerinin baş aktörleri olurlardı.
Garsonlar
da az önemsiz değillerdi.
Olay
hep aynı cümleyle başlardı.
“Restorana
girdik, garsonların hepsi bizi buz gibi ifade ile karşıladılar. Menü zaten
berbattı.
Ne
zaman ki doların ucunu gösterdik, her şey değişti. İki duble votkadan sonra
sistemin ne halde olduğunu garsonların dilinden anlamıştık.”
Ve
sistemin analizi tuvalet kâğıdı ile biterdi.
“Zaten
her otelde bulmak zordu, bulunsa da zımpara gibi olurdu.”
“Böyle
bir rejim ayakta kalmazdı zaten.”
Bu
gözlem tekniğinin birinci maddesi hep aklımda kaldı.
Taksiciler...
Aslına
bakarsanız referanduma haftalar kalmasına rağmen ortalıkta hiç öyle seçim
havası yok.
“Nasıl
başlarsa öyle gider” sözünü baz alırsak, tarihin en heyecansız, en coşkusuz, en
adam sendeci ruhu dolaşıyor sokaklarda.
Oysa
cumhuriyet tarihinin en stratejik tercihini yapacağız.
Evet
çıkarsa hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Bir
devrin hızla sonu gelecek.
Tek
adam ne isterse, neye karar verirse o hüküm olacak.
Kurumlar,
kurallar vs. hepsi çöpe gidecek.
Bence
18 maddelik yeni anayasanın da bir önemi yok.
“Şef
her durumda haklıdır ve her dediği yasadır” diye tek maddelik Anayasa
yapılsaydı keşke. Koca koca adamlar boş yere her gece TV'lerde tartışmazlardı.
Yok fren mekanizması yok denetim kurulları, yok gensoru olur mu? Meclisin işi
ne, vekiller ne yer ne içer gibi bir sürü laf etmezlerdi.
...
Biliyorum
aklınız taksiciler de kaldı.
Geleceğim
o konuya.
...
Girdiği
her seçimi kazanan, her maçı alan, her durumda mağdur olan bir iktidar var.
Bugüne
kadar konjonktür, uluslararası gelişmeler hep onlardan yana oldu.
Haklarını
yemeyelim, çalışkanlar da.
Bazen
Erdoğan’ı izlerken ben yoruluyorum. Pazar gününde bile iki açılış yaptığını,
bir konferans konuşmacısı olduğunu görüyoruz.
Bir
de dünyayı her ay üç kez dolaşıyor. Neredeyse memleketin en önemli kararlarını,
konuşmalarını uçakta alıyor, açıklıyor.
Herkes
Erdoğan’ın kitlesini konsolide etme becerisinden söz ediyor.
Düşünsenize,
15 yılık bir parti neredeyse %40 sarsılmaz yıkılmaz bir kitle yarattı
arkasında.
Bütün
keskin zikzaklarına rağmen ciddi bir sıkıntı yaşamıyor.
Hepsine
tamam.
Ancak
bu kez durum sanki öyle değil.
AKP’nin
büyüsü bozuldu.
Ekonomik
kriz, darbe teşebbüsü, Suriye politikasındaki çuvallama, Rusya ile uçak uçağa
gelip, “tezek yakarız” dedikten hemen sonra çark ediş, çözüm projesinin
başlaması ve çöküşü değil esas konu.
Bunların
hepsi ile birlikte esas olan şu:
Vatandaş
bunca gerilimden yoruldu.
İnanın
yoruldu.
Bu
ülkede hep söylenir, güçlü bir orta sınıf vardır ve bu kitle huzur ve güven
ister, arar. Macera sevmez. Başına ne geleceğini bilmek ister ve bu orta sınıf
politikanın yükseldiği, yapıldığı temel zemindir.
Bu
zemin, bu büyük çoğunluk, bu seçimlerin kaderini belirleyecek.
Bu
kez iktidarın işi zor.
Sezgilerimiz
ve gözlemlerimiz bizi yanıltmıyorsa, hâlâ kendi kitlesini ikna etmiş değiller.
İktidara
oy verenler, sanki konuyu tam anlamış da değil. İstikrar diye bütün seçimlerde
hep aynı partiye oy verdiler ve hep çoğunluk oldular. Ee peki daha ne isteniyor
ki.
Bu
insanların önemli bir kısmının sandığa gitmeyeceğini düşünüyorum.
Yazılıp
çiziliyor zaten. Anketler Evet ve Hayır’ın birbirine çok yakın olduğunu
söylüyorlar.
Anketler
“birbirine yakın” diyorsa, bilin ki durum açık ara Hayır’dan yanadır.
...
Taksicilere
dönersek.
Son
üç ayda işim gereği çok sayıda taksiye bindim. Her taksiye bindiğimde Sovyet
taksicileri ve gazeteciler aklıma geldi.
Bu
defa sorular sistem ile ilgili değil referanduma yönelikti.
Bir
tane bile “evet oyu vereceğim” diyen denk gelmedi.
Teyit
için yazmış olayım, geçen yıl benzer sorulara iktidar yanlısı yanıt oranı %50
civarındaydı.
Taksiciler,
koskoca Sovyetler Birliği’nin tükendiğini söylediğinde, ne yalan söyleyeyim,
biz inanmamıştık.
Şimdi
referandumda “hayır oyu vereceğiz” diyorlar, kararı size bırakıyorum.
...
Hayır
cephesine gelince...
“Cumhuriyet
yıkılacak, sistem değişecek” diye karalar bağlayan kesim, hâlâ buna uygun bir
hareketlilik içinde değil.
Bu
kesimin kitlesel partisi CHP, göstermelik bir kampanya ile her zamanki gibi
yasak savıyor.
Laik
ve Atatürkçü kesimin Nazi dönemindeki Yahudilerin “bir şey olacak ve bu kötü
günler bitecek, sessiz olalım” iyimserliği, saflığı gözümün önüne gelmiyor
değil hani.
Bir
arkadaşım dedi ki, “bütün CHP çalışması, aslında önümüzdeki dönem parti
içindeki konumların mücadelesi. Kim vekil olacak , kim belediye başkanı vs.”
Koyun
can, CHP’liler et derdinde demek ki.
Hayır
için sokaklarda koşturan, canını dişine takan, bedel ödeyen insanları tenzih
ederiz elbette.
....
Gelelim
bu haftanın burjuvasına.
Filli
Boya bir reklâm filmi yaptı, sormayın.
Yandaş
bir trol demiş ki “halkın %60’ının kabul etmediği bir mesajı vermek
aptallıktır.”
Burada
sorun, cumhuriyetin saksıda yetiştirdiği burjuvalarımızın korkaklığı. Zamanında
Ecevit'e ve arkasından yükselen sol dalgaya ayar vermek için boy boy ilân veren
bu tekelci burjuvalar, 15 yıldır bir kibar, bir efendiler sormayın.
“Biz
paramıza, kazancımıza bakarız” der elbette burjuvalar, iyi de Reina’ya gidemez
hale gelmek onlar için hiç dert değil mi?
...
Sonuç
yerine.
Evet
de çıksa.
Hayır
da çıksa
Herkese
kolay gele.
Ruhi Uzunhasanoğlu
10 Mart 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder