Askerde, muhtemelen gerçek bir olaya dayanan, bir
fıkra anlatılır: kışlada bulunan bir bankın boyanması gerekmiş, komutan
askerlerin yanlışlıkla oturmasına mani olmak için başına bir nöbetçi dikmiştir.
İkinci bir emir gelmediğinden, senelerce bankın başına bir asker nöbetçi
dikilmiştir. Bugün devletin bankın rengini, yerini değiştirdiği, nöbet
uygulamasının anlamsızlığını gördüğü açıktır. Ama şu da görülmelidir: bu fıkra
bile askeriyenin parçasıdır.
Devletin sivil-asker diye bölünmesi, ezen-ezilen,
işçi-burjuvazi ayrımları yerine bu ayrıma kilitlenilmesi, politik bir marazdır.
Bu bölünmeden bahsetmek, “atlı süvari” demektir. Atla süvariyi ayırdıklarında
ata binebileceklerini zannedenler, fena hâlde yanılmaktadırlar.
Sivil-asker ayrımına en çok 12 Eylül mağdurları
örgütlenmektedir. Asıl kırılma bu momentle alakalıdır. Söz konusu ayrımı
yapanların orduyu eskinin kralı, kendilerini Jakoben zannetmeleri, ne büyük bir
yanılgıdır. Bu, mevcut orta sınıf siyasetlerini yaldızlamaktan başka bir şey
değildir.
* * *
Taner Timur’un Mustafa Koç’a ağıt yakıp “jakobenizme
düşmanlık karşı-devrimciliktir” demesi normaldir. Onun gibi solcuların ufku,
burjuvaziden, tüccarlardan ve esnaf-zanaatkârlardan oluşan kesimin ufkunu
aşamaz. Buna göre ordu, sermayenin iç ve dış ihtiyaçlarına uygun bir yapılanma
içine girmelidir.
Timur’un yoldaşı Yalçın Küçük’ün Kral Louis’nin sağ
kolu Colbert’e işaret etmesi, tesadüf değildir. Çünkü ufkundaki “sosyalist
iktidar” ancak bir Fransız Devrimi ile mümkündür. Buna göre ordu
profesyonelleşmeli, ülkenin dışarıdaki çıkarları korunmalı, içerisi
ezilmelidir. Ve evet, Diyarbekir’in ortasında bir genç vurulmalıdır.
* * *
Ordudaki dönüşümü önemli bir devrimci mevzi, bir
ilerleme olarak satanlar, sahtekâr olarak nitelendirilmelidir. Tüm politik
teorisi sivil-asker ayrımı üzerine kurulu olanlar, ordunun tüm topluma sirayet
etmesinin araçlarıdır. Karşılıklı dönüşüm dâhilinde bu ordu, hapishanelere
silâhla, topluma BBG Evi ile saldırmıştır. Bugün askerden kaçan on
binlerce genç, askeriyenin postmodern hâli olan Survivor yarışmasına
katılmak için çabalamaktadır. Bu seneki yarışmada eski bir Özel Kuvvetler
mensubu vardır. Hesaplar mevcut dönüşüme uygundur. Dolayısıyla, her yere ayna
dikip sadece kendisini görenler, “a ben de Kürdüm, ben de Aleviyim o da Alevi
hem de Kürd, demek ki ses yarışmasında ben de kazandım” diyenlerin görmedikleri
gerçek burada saklıdır. Dodan ve o Survivor’cı asker, iç içedir.
İç içeliğin bir anlığına kırıldığı moment, Kemal
Kurkut’tur. Yurtsever medyanın bu gencin katlini hemen gündeme taşımaması,
politik müdahalede bulunmaması, “yazık oldu gence” demesinin sırrı buradadır.
Solun maruz kaldığı son yirmi yıllık teorik-ideolojik-politik dönüşüm, devletin
ve ordunun dönüşümü ile birlikte okunmalıdır. Bu okuma olmaksızın, müdahale ve
mücadele de mümkün değildir.
Dolayısıyla, Demir Küçükaydın’ın yazdığımız yazıya
düştüğü nottaki devletlu ağız garipsenmemelidir. Küçükaydın’ımızın, “algı
oluşturma”dan, “dezenformasyon”dan dem vurması doğaldır. Ona Kıvılcımlı’nın
sözünü anımsatmak gerekir: “Çığlıkta ahenk aranmaz.”
Bu tip isimlerin Marksizmi aşmaları, Marx’tan
uzaklaşıp güya markizleşmeleri, özünde orta sınıf siyasetine yakınlaşma amacını
güder. Fikret Başkaya’nın Ekim Devrimi’ni devrimden saymaması, Fransız
devrimciliği ile alakalıdır. Bu tür isimler, orta sınıfın yönetsel ilişkilerde
rol alma çabasını mutlak, tek devrimci olgu olarak görmeye mecburdurlar.
Kitlelerdeki kaosu, kaosun kitleselleşmesini devlet gibi onlar da sevmezler.
Bu açıdan, Perinçek’in “ordu-millet elele”si iç
liberalizm; DSİP’gillerin ebrulîliği dış liberalizmdir.
Perinçek ordu ve milleti ayırmakta, aradaki tire
işareti olmakla güçleneceğini düşünmekte, devletse “haddini bil, ben varım,
ikisi iç içe geçecek” buyurmaktadır. Her iki tür liberalizmin birbirini
tamamladığını görmek gerekir. Kuveyt emirine takılan nişanda Atatürk’ü
arayanlar, bu dönüşümü perdeleme gayretindedirler. Aynı şekilde, kadının bacak
arasına, cinselliğine, hormonlarına bakan kadıncılar, kadının kolektif-tarihsel
gücünü perdelemek için vardırlar.
* * *
Saf, mutlak demokrasi arayışı devleti görmez,
göstermez. Bu perdenin gerisinde görülmeyen şudur: AKP, devletin basit bir alt
ideolojik aygıtıdır, onda ne İslam, ne Ortadoğu, ne Ortaçağ ne de kişisel bir
kibir mevcuttur. Bunlara işaret edenler, devletin safındadırlar.
Savaş, siyasetin başka araçlarla sürdürülmesi ise Survivor
savaşın siyasette sürdürülmesidir. Bu savaş, her bireyin birbirinin kurdu
olmasıyla alakalıdır. Emekçi kitleler bu tür bağlarla ana trafoya
bağlanmaktadırlar. Ordunun tarihsel dönüşümünde devlet kitleleri silâhlandırma
ihtiyacıyla yüzleşmiş, bundan korkmuş, söz konusu adımı atarken, gerekli
yerlere sigortalarını yerleştirmiştir. Bu sigortaları STK’larda, partilerde ve
derneklerde arayıp bulmak şarttır. Bunların içindeki kurtlarla mücadele
edilmelidir.
Dolayısıyla, ordunun milliyetçilikten vazgeçtiğine
sevinenler, bir avuç efendinin milliyetçi kudretini kitlelere yedirmesine dönük
çabalarına katkı sunarlar. Zira bugün “devletsiz demokrasi”den söz edenler, bu
lafı nedense aynı masada oturdukları devlet görevlilerine değil, ezilenlerin
kudretini örgütlemeye çalışanlara etmektedirler. Küçükaydın’ın yirmi yıldır
sürekli bağırdığı “aşın, taşın, özgürleşin, bireyselleşin” şiarı devlete veya
orduya değil, elinde devleti veya ordusu olmayanlara, bu sebeple Avrupa’ya
koşanlara haykırılmaktadır. Asıl sorun buradadır.
Asıl sorun, en komünistinin bile düne kadar “dönek”
denilen Livaneli çizgisine gelmesidir. Livaneli, “bu cahiller karanlığı sever,
hiçbir şey üretemezler” buyurmuştur. Oysa kendisi, o “cahil” halkın ürettiği
türküleri mülk edinip satarak ünlenmiş bir isimdir. Birçok türküyü kendi
bestesi gibi takdim etmiş, boru gibi sesiyle, müziğin tıkanmasına sebep
olmuştur. Onun önerisi ise aydınlanmış bir avuç efendinin silâhlarıyla birlikte
ülkeye ayar vermesidir. AKP’nin açıklarını bu tür isimler kapatmaktadır. Onlar,
Avrupaî AKP’nin üyesidirler.
* * *
Sivil kıyafetin altındaki hakilik görülmek zorundadır.
Devrimci örgütlerin kadrolarına bu hakiliği veya laciliği önermesi tuhaftır.
Yoksullara hamamböcekleri gibi bakan gözler çoğalmıştır. Mazlumlara işaret edip
zulme ortaklığını örtbas etmeye çalışanların sayısı artmıştır. İhanet zincirini
tutanlar, utanmadaki devrimciliği gerici görmektedirler.
Öğle sıcağında ağır teçhizatıyla o bankın başında
bekleyen erin alnından akan terdir önemli olan. Her gün her kanalda asker, özel
harekât dizilerini piyasaya sürenlerin bu terin değerini bilmesi mümkün
değildir. Doktrin merkezlerine çalışanlar da o teri anlayamazlar. Güzel atlar,
yiğit atlılar… gün onlara hasrettir.
Eren Balkır
23 Mart 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder