Pages

09 Kasım 2016

Trump Filistin İçin Ne Anlam İfade Ediyor?


Birçok insanın tanık olmayı ummadığı bir günde, biz bazı şeyleri kesin olarak dile getirebiliriz.

Bunlardan biri şu: Hillary Clinton seçilseydi, Filistinlilerin hakları için verdikleri mücadeleyi destekleyenler açısından o, felâkete yol açacak bir başkan olacaktı.

Clinton’ın başarısız kampanyası, Başkan Obama’nın doğal halefi olacağı yolda sendelemesine neden oldu. Obama, tarihte İsrail’e en büyük askerî yardım paketini koşulsuz sunmuş bir Demokrat’tı.

Demokratlar arasında yapılan önseçim sürecinde yürüttüğü kampanya esnasında Clinton, kendisini İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Filistin halkına karşı yürüttüğü mücadelede en savaşçı ve en şahin müttefiki olarak pazarlamıştı.

O, seçilmesi hâlinde Filistinlilerin öncülüğünde, şiddete dair araçlara başvurmayan BDS hareketine mani olacağına söz vermişti.

Clinton, İsrail’in hesap vermesini sağlayacak en mütevazı girişimlere bile karşı çıktı. Öyle ki geçen bahar, Birleşik Metodist Kilisesi üyelerine, İsrail işgaline yardım eden ve oradan kâr sağlayan şirketlerin tecrit edilmesini öngören karara karşı oy kullanmalarını istedi.

Clinton, kendisini her daim aşırı bir Filistin karşıtı olarak konumlandırdı. Oysa Demokrat Parti tabanı, Filistinlilerin hakları konusunda eskisine nazaran daha kucaklayıcı bir tavır içerisindeydi.

Clinton’ın İsrail’e yönelik aşırı desteği, bağışçıları ayartan partililerin ve kendisinin kullandığı yollardan biri. Onların, çantada keklik gördükleri ülkenin geniş kesimleriyle irtibatlarının olmadığı görüldü.

Hillary Clinton başkan olamadı.

Başkan Trump

Başkan seçilen Trump konusunda söylenebilecek tek şey, onun ne yapacağını kimsenin kesin olarak bilmemesi.

Kampanyasının başında o, İsraillilerle ve Filistinlilerle eşit ve adil bir ilişki kuracağını söyledi. Böylelikle İsrail’in en bağnaz ve yeni muhafazakâr destekçilerini Clinton’ın kucağına itti.

Ama tepkiyle karşılaşınca hemen çark etti ve Netanyahu’ya Kudüs’ü “İsrail Devleti’nin bölünmemiş başkenti” olarak tanıyacağını söyledi, ayrıca İsrail’i işgal altındaki Batı Şeria’da yerleşimler inşasına devam etmesi konusunda yüreklendirdi.

Trump, süreç içerisinde sakinleşmek istemediğinin göstergesi olan kimi çıkışlara imza attı. Temmuz’da partideki adaylığının kesinleşmesi ardından, bir muhabirin yönelttiği, diğer Cumhuriyetçi adayların “geleneği”ni takip ederek, İsrail’i ziyaret edip etmeyeceği sorusunu şu şekilde cevapladı:

“Böyle bir gelenek var ama ben gelenekçi değilim.”

Bu türden değişimler, karşımızda sabit herhangi bir görüşü olmayan, dengesiz bir insanın durduğunu gösterse de Trump’ın en İsrail yanlısı konumları, Obama’nın politikalarından özü itibarıyla pek farklı değil. Obama döneminde yerleşim inşasındaki hız, Bush dönemindeki hıza yetişmişti.

İçgüdüsel Korkular

Geçen akşam yaptığı zafer konuşmasında Trump, eskiden beri dillendirilen konu başlığına geri döndü: “Bizimle iyi geçinen tüm ülkelerle iyi geçineceğiz. […] Mükemmel ilişkiler kuracağız. İlişkilerimizin daha da mükemmelleşeceğini umuyoruz.”

Bunlar, Trump’ın yükselişine katkı sunan güçlerin içgüdüsel korkularını daha da harladığı dünya ve ABD’deki insanları pek rahatlatacak sözler değil: ondaki Müslümanlara ve Meksikalılara yönelik tahrik edici ve ırkçı saldırgan dil, kadınlara karşı saldırılara verdiği destek, küresel ısınmayı reddetmesi ve kendisine destek veren Ku Klux Klan gibi antisemitik beyaz üstünlükçülere gösterdiği müsamaha, rahatsızlık veren ana hususlar.

Bu rezil Amerikalı ırkçıların İsrailli muadilleri, bugün Trump’ın zaferini kutluyorlar.

Geçmişte Arapları öldürmekle övünen İsrail eğitim bakanı Naftali Bennett, Trump dönemini yere göğe sığdıramayanlardan.

“Trump’ın zaferi, güvenliğimizi ve adilane olan davamızı incitmesi muhtemel, ülkenin orta yerinde bir Filistin devletinin kurulması fikrinin derhal geri çekilmesi noktasında İsrail için muazzam bir fırsattır.”

Ama söz edilip durulan o iki devletli çözüm ölmüştü ve Clinton da bu gerçeği zaten değiştiremeyecekti.

Mücadele

Filistin davası, artık eşitlik mücadelesine geçiş yapmış durumda. Bu mücadele, özünde ABD’de iki parti üzerine kurulu müesses nizamdan gördüğü destekten beslenen ve oradan güç alan, İsrail’deki ırk ayrımcılığına, yerleşimci-sömürgeci pratiğe ve işgale dayalı sisteme karşı.

Filistinliler, mücadelelerinin hangi yoldan ilerleyeceğine karar vermek için ABD’deki seçimin sonuçlarını beklemiyorlar.

Kazanan Trump oldu ama bazı şeyler hiç değişmedi. Son on yıl içerisinde Filistinlilerin haklarına yönelik destek, ABD’de, bilhassa gençler arasında ve liderleri eliyle başarısızlığa sürüklenen Demokrat Parti tabanı içerisinde arttı.

İnsanlar, geçmişe nazaran şu hususu daha iyi idrak ediyorlar: ABD’nin İsrail’e verdiği destek, sadece beyaz üstünlüğüne, insanların kitleler hâlinde hapse atılmasına, kontrolsüz polis şiddetine, ABD militarizmine ve emperyalizmine yönelik desteğin en yoğun olduğu yerlerden gelmiyor.

Bu desteğin diğer bir kaynağı da liberal, insan hakları yanlısı mahfiller. Bunlar, sömürgeci ile sömürüleni, mazlumla zalimi, işgalle direnişi eşitleyen Clinton’a destek attılar.

Bu tabanın içine düştüğü ümitsizlikten çıkmak dışında başka bir seçeneği yok. Onun seçimin sonucu ne olursa olsun, kendi hakları ve dünyadaki başka insanların hakları için örgütlenmek ve mücadele etmek dışında başka bir yolu bulunmuyor.

Hakikat şu ki mücadele etmekten başka bir seçeneğimiz yok.

Ali Ebunima
9 Kasım 2016
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder