“Kolektif siyasi eylemler söz konusu olduğunda
sistemin bilindik stratejisi, magazinleştirme, karikatürleştirme ve
kitschleştirmedir”[1] tespiti doğru ise yazar, özünde solun büyük bir kısmını,
en azından son beş yıldır, sistemin bir parçası olarak görüyor olmalıdır. Çünkü
sol, Gezi gibi kolektif siyasi eylemlere tam da yazarın dediğini yapmıştır. Bu
edimi hâlen sürmektedir. Kolektif siyasi eylemi magazinleştiren,
karikatürleştiren, kiçleştiren, solun bizatihi kendisidir.
* * *
Gezi’de şehid düşen Ali İsmail’in yaşından ve
gençliğinden bahsedildiğinde “vah yazık” sesleri yükseliyordu kitleden.
Sistemin örgütlediği ve örgütlendiği moment, burasıdır. Hayat bireysel
tercihlere kapatılmakta, politizasyon imkânları bu tercihlerdeki kısıtlanmada
aranmaktadır. Maalesef Vatansever de o allı pullu, akademik metninde aynı yerde
durmaktadır. AKP’yi “burjuva devrimi” olarak selamlayan bir dergide yazmak, bu
oluşa mecburdur.
Çünkü yazara göre “kişisel olan siyasidir” mottosu,
asli nirengi noktasıdır. Bu, yıllardır “siyasi olan kişisel olanı sınırlandırmasın”
yaygarasının bir sonucudur. Sinan Çetin’in Prenses filmini giderek
içselleştirenlerin bugün AKP’ye cevap üretmeleri zaten mümkün değildir.
Doksanlarda sohbetlerin, iç oda tartışmalarının ana
konusu, politizasyon meselesidir. Politikanın nerede arandığı, ne tür bağlara
ve bağlama sahip olduğu meselesi, kısıtlayıcı bulunduğu için o sohbetlerin ve
odaların eşiğinden içeri girememiştir.
Aslı Vatansever, yaranın farkındadır, ama farkındalığı
yaralı değildir. Tek çiziğe, kırışıklığa tahammül edemeyen, özünde burjuva
değerini görme derdinde olan bir kurumun, akademinin parçasıdır, politikaya
ancak onun sınırları dâhilinde, bir konu [subject] olarak yer
açabilmektedir. Demek ki “sınırlandırmasın” diyenler, kendi sınırlarının
mahkûmudurlar.
Yazarın tek yarası, politikanın fiilî ağırlığıdır.
Kişisel olanda aranan politika, ağırlığın azaltılması içindir. Had bilmemek ve
hesap vermemek derdiyle politika, kişiselin sınırlarına çekilir. Devlet, gene o
kişi dolayımıyla örgütlenir. Kişinin kolektifle ulaşacağı menzil ve ufuk, bu
tür düsturlarla karartılır. Sistem, o menzile ve ufka düşmandır. Tüm hamleleri
bunun içindir.
* * *
20 Kasım Kartal mitingi, Yeni Kapı’dır. Kürd hareketi
ile CHP arasında tampon olarak örgütlenebileceğini zanneden Haziran’ın bu
mitinginin ilk bir saati, HDP’li gençlerin sloganlarını susturmak, dövizlerini
indirmekle geçmiştir. Kemalizme coşkulu bir selam çakan Kemal Okuyan Jr.’ın
fazla şekle, üsluba boğulmuş konuşmasında, bir tek CHP’ye “niye gelmedin?” diye
kızılmıştır. Miting, genel mânâda beklenen coşkuya karşın, sönüktür. Demek ki
coşku bile CHP’ye endekslidir. CHP’lileri örgütleyeceklerini zanneden yüksek
siyaset, CHP’nin en alçak siyasetine gerilemiştir. CHP’nin haddi ve sorumluluğu
vardır; ondan insan kapmak isteyenler, farklarını ancak hadsizlik ve
sorumsuzluk üzerinden çekebilmektedirler.
Kronolojik açıdan 15 Temmuz ardından TBMM’de oluşan
mutabakat, CHP-Haziran’ın Taksim mitingi ile boyutlandırılmış, çerçeveyi ise
Tayyip Yenikapı’da çizmiştir. 20 Kasım’da HDP’nin “meclise geri döneceğiz”
açıklaması yapması, bu açıdan tesadüfî değildir. Her şey tutarlıdır. Kriz
momenti sürprizlere kapalıdır.
Politika, büyük ölçüde kişiselleşmiştir. Kişinin
dertleri, bir tek Tayyip sayesinde politikleşebilmektedir. O süreçte önceye ve
sonraya yer yoktur. Dalda pişmiş armutları uygun bir silkelemeyle sepetine
doldurabileceklerini düşünmektedirler. Kimsenin, tarihsel-toplumsal gerilimlere
ve oradan oluşan çatlaklarda yaşanan sınıflar mücadelesine örgütlenmek gibi bir
derdi yoktur. “Bu bazı gruplar” ifadesi de sorunludur. Soyut kavramları örtü
olarak kullanıp yaraları ve farkları silmek yanlıştır. Kendini dünyayı yerinden
oynatacak kudrette görenler, kudret bağlamında oluşan farkları ve ayrışmaları
da göremeyecek, elindeki çekici her çiviye sallayacaktır.
Bu bulanıklıkta sol, AKP’de kendi ayna aksini
görmektedir. Buradan politika çıkmaz, çıkmayacaktır. Sosyalist olmak bile
kimliğe indirgenmiştir. Kişisel olana kapatılmıştır. “Vatansızım, ne idüğü
belirsiz insanım, yüceyim, yücedeyim”den başka bir şey söylenmemektedir. Çöpe
atılan eski ezberlerin kıymeti artık bilinmelidir.
* * *
“Aktif tanıklar” derneğinin de politika üretmesi
mümkün değildir. O dernek, sadece ranttan beslenirken, vicdanını temize çekmek
isteyenleri yan yana getirir. Geçmişin “dayanışma” sözcüğü dahi bu süreçte
dönüşür. Eskiden “karşılıklı sorumluluğa, tekâfül-ü içtimaiye”ye denk düşen
dayanışma, bugün sorumsuzluğun alanı hâline gelmiştir.
Doksanların ÖDP’sinde “Özgürlük” sözcüğü Devyol’un; “Dayanışma”
eski TKP’lilerin önerdiği kelimelerdir. İki kelime de tepe kadrolar onların
içlerini boşalttıktan sonra “partilenebilmişlerdir”.
Eğer faşizm olmamış devrimin boşluğuna doğuyorsa,
antifaşist mücadele o boşluğun hesabını vermeyenlere karşı verilecek kavgayı da
içeriyor olmalıdır. Ayrım ve fark yaralamalıdır, yaralar kanamalıdır.
Bir sol siyasetler toplantısında Gezi konuşulurken bu
karalamanın sahibi fakir, ancak şunları söyleyebilmiştir: “Gezi’nin ilk
günlerinde İstiklal’den ara sokaklara kaçan kitlenin önündeki bir grup, yolun
ortasındaki çukura o karanlıkta insanlar düşmesin diye kenetlenip bir halka
oluşturmuşlardır. Gezi hiçbir şey değilse işte bu halkadır, cemdir.” O
toplantıda bahsi geçen parti ve emeğin partisi olduğunu söyleyenler, “biz
Gezi’yi başka şekilde anlıyoruz” demişlerdir. Mitingler, kitlesiz pankartlar,
inanılmayan kelimelerin yan yana dizildiği sloganlardan önce bu mesele
sorgulanmalıdır.
* * *
Ancak kendisi gibi olana tahammül eden, küçük
gettolarından gayet memnun olanlar, fark yaralarından, yaralarının fark
edilmesinden rahatsızdırlar. Bu yüzden kendi benzerlerini aramaktadırlar.
Kişisel olmayanın siyaset dışına atıldığı, siyasete lâyık görmediği mevcut
gerçeklikte, kişileri aşan dinamikler, kavgalar, iğdiş edilmek,
magazinleştirilmek, karikatürleştirilmek ve kitschleştirilmek zorundadır. Buna
karşı vereceğimiz cevap, “ben genel bütünü gören, ona aktif tanık olan, özel
bir hedefe, esasen evine dönmeye çalışan özel bir kişiyim” olamaz.
Siyasi olanın kişiselleştirilmesi, kişisel olanın
siyasileştirilmesiyle at başı ilerler. Devrimcilik, politika, her daim eksik
olanın namluya sürülmesidir. Fark yaralarının kanatılması, o kanla geriye
dönüşsüz ayrımlar çekilmesi, elzem olan budur.
Eren Balkır
23 Kasım 2016
Dipnot:
[1] Aslı Vatansever, “Siyasi Eylemden Kişisel Trajediye”, 22 Kasım 2016, Birikim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder