Başlıkta kastedilen, ellilerin başından itibaren
kurulan dernekler değil.
Şu:
Sömürü ve zulüm güçleri, kitleleri kontrol ve disiplin
altında tutmaya muhtaç. Zulümle birlikte ezilenler arasında birileri ön plana
çıkıyor. Bu kişilere, verili ezilen kimliğinin “yüceliğine” dair bir ezber
öğretiliyor. O ezilen kimliği, başkalarından üstün olduğu yanılsamasına
kapılıyor. Bu yanılsama da doğalında burjuvazinin ara, orta sınıf olduğu
dönemdeki muhalif bilincine bağlanıyor, daha doğrusu, burjuvaziyle bu bilinç üzerinden
bağ kuruyor. O bilinci ve pratiğini kendisine referans alıyor. Tersten, şu
tespit yapılabilir: kendi ideolojisini üstüncülük üzerinden kuran her özne,
ister istemez burjuvazinin bir uzanımı, gölgesidir. Kendi özneliğini burjuvazi
üzerinden, ona göre kuruyordur.
Buradan şu söylenebilir: komünist siyaset, Marx ayracı
öncesi ütopistlerin alanında yeniden formüle edilmektedir. İster geçmişe ister
geleceğe referans versin, komün’cülük, bugünkü ilişkilerde yoktur, zaten
olmamak içindir. Çünkü kitlelere, sınıflara, kolektif dinamiklere değil,
belirli özel kişilere ve onların üstün olma arzularına oynar. Bu üstüncülük,
bugündeki karmaşanın, keşmekeşin, çelişkilerin, aşağılanmanın merhemidir.
Komün’cülük, en fazla, değerdüşümü, değer kaybı korkusu yaşayan orta sınıfın
içini serinletecek bir masaldan ibarettir.
Marx ayracı ise “bize göre komünizm, teşkil edilmesi
gereken bir durum, gerçekliğin kendisini uyarlayacağı bir ülkü değildir. Biz,
şeylerin mevcut hâlini ortadan kaldıran gerçek harekete ‘komünizm’
diyoruz. Bu hareketin koşulları, bugün varolan öncüllerden doğarlar” diyor. Bu
nedenle “tüm insanlık kardeştir” diyen Adiller Birliği’ne “hayır değildir”
cevabı veriliyor ve dünyanın iki sınıftan müteşekkil olduğu anımsatılıyor.
Burada kastedilen, bu harekete, komünizme karşı
olanların “komünistlik” kisvesi altında kurdukları, adına “örgüt” dedikleri
derneklerdir. Bu dernekler, özel kişilerin özel hayal dünyalarına ve pratik
yaşamlarına layık, onların dişlerine uygun “özel” olabilecek kişileri
buldukları yapılardır. Buna “komünist siyaset” demek mümkün değildir, çünkü
bunların mevcut hâl ile bir dertleri yoktur. O hareketin öncüllerine her zaman
küfretmek zorundadırlar. O dernekler, sadece belirli kişilerin üstün olma
dürtülerini, ayrıksı ve özel olma arzularını, ezilen olma hâlini askıya alan,
boş uzaya fırlatıp atan niteliğini istismar edebilirler ve ancak tarihte
görülen antikomünist sol geleneğe bağlanabilirler.
Bu derneklere, “hiç çalışmayıp, teknolojiyle uğraşan,
resim yapabilen” özel kişiler üye olabilirler. Sapla saman burada karışır ve
komünizm, bu kişilerin ağzında “toplumsal ölçekli bir yaşam tarzı”na
indirgenir.[1] Yaşam tarzı için üretici güçlerin gelişmesi beklenir.
Dolayısıyla, bugünde komünist siyaset yürütmek imkânsızlaşır. Bu komünist
siyaset anlayışı, “Bugünde sosyal demokrasiden veya liberalizmden başka bir
seçenek yok” demek için geliştirilmiştir. Bu seçenekse egemenler adına
ezilenleri disipline; sömürülenleri terbiye etmekten başka bir şeyi düşünemez.
Sosyal demokrasiye veya liberalizme kul-köle olmuş sol
siyaset, sınıfsal, kolektif, iktidar karşıtı dinamiklerin din ve ırk dâhilinde
işlediğine asla inanılmaz. Din ve millet içerisinde sömürene ve zalime karşı
mücadele hattı açmayı bilmiş tarihsel komünist hareket, bu dernekler eliyle
katledilmeye mecburdur. Onların görevi budur. “Hiçbir Marksist eser, komünizm
hakkında ayrıntılı değerlendirmelere yer vermez” denilir, ama tüm o Marksist
eserden daha fazla komünizm hakkında malumat verilir ve geçmişte neden
değerlendirmelere yer verilmediği asla sorgulanmaz.
Böylesi saf ve basit bir hayale milyonlar nasıl
bağlanmaz, anlaşılır gibi değildir. Esasen sıradan insanların sıradan, saf,
basit gerçeklikleri bu tip yazarların sandığından daha fazla “komünizm”
barındırır. Burjuvaziye öykünüldüğü, onun öyküsü anlatıldığı için, sıradan
insanları aşağılamak öğrenilmiştir, sadece aşağılamak öğretilmektedir. O
dernekler bunun içindir.
Komünizm, ileri, ayrıksı, öncü, üstün, güçlü, gerçek,
canlı olma imkânı veren bir şurup olarak pazarlanmaktadır. Yoksulun, biçarenin,
geçmişi bayrak edenin, kolektif güç imkânlarını diri tutanın, kendi bireyliğini
değil, aidiyeti öne alanın, eldeki nasırın, göz ucundaki yaşın, kalptaki
kırıkların, insandan sayılmamanın örgütlenebileceği bir gücün oluşma ihtimali
sıfırdır. Sosyal demokrasi ve liberalizm, bu ihtimal sıfır olsun diye vardır.
Burjuvazi, komünizmin mevcut durumdaki her tür
imkânından korkar. Bahsi geçen dernekler, o korku sonucu alınan önlemlerin bir
parçasıdır. Başkasının AKP eliyle palazlanmasına laf edilir, ama kendi derneği
üzerinden çalıştırılan “yoldaşlar”ın asgari ücrete talim ettikleri,
sigortalarının yatırılmadığı, dernek başkanlarının yaptığı müteahhitlik işleri,
borsa faaliyetleri, turizm işleri pek görülmez.
Mevcut hâle son verecek harekete bu nedenle
düşmandırlar. En fazla, değerdüşümü, irtifa kaybı konusunda yaşanan kaygıyı
örgütleyebilirler, o da her zaman sabun köpüğüdür. Çünkü “komünist dünya
devrimi”nden “sol siyaset”e ricat edilmiştir ve sol siyaset de önü sonu “pratik
eleştirel bir hareket” olmalıdır.[2] Gençlik, sınıfsız-sınırsız bir varlık
olarak, merkeze yerleştirilmelidir. Yeri geldiğinde bu merkeze “kadın”
oturtulmalıdır. İleri, öncü, üstün kişilerin sınırlı ve sınıflı olmaları tabii
ki mümkün değildir.
Esasında bunlar, eskiden “işçi sınıfı”nı da
sınırsız-sınıfsız bir kurgu olarak istismar ediyorlardı. Onlar hep ilericiydi,
sınıfa ilericilik öğretmek istediler, olmadı. Şimdi yeni denizlere yelken açmak
istiyorlar. Kapitalizm karşıtlıkları da temelsiz. Giderek daha fazla, “vahşi
kapitalizm” eleştirileri yapan liberallere yakınlaşıyorlar. (Marx-Engels, Alman
İdeolojisi’nde şunu söylüyor: “Aziz Max, komünizme ‘sosyal liberalizm’
diyor, çünkü o, 1842’de radikaller ve Berlin’in en ileri ‘özgür düşünürler’i
arasında liberalizm kelimesinin kötü şöhretinin ne kadar yaygın olduğunun gayet
iyi farkında.”)
Özünde “üretici güçler vs.” diyerek kapitalizmi de
yüceltiyorlar. Kapitalizmi, bireysel üstünlükçülüklerinin altını oyduğu için
eleştiriyorlar. Sınıfsallıkla, ezilmişlikle ilgili bir eleştiriye dilleri asla
dönmüyor. Çünkü üreten elle tüketen el, asla aynı düşünmüyor.
Âşık Veysel ile Ruhi Su da bir değil. Veysel’in Ruhi
Su için “o balkonda, saksıda yetişmiş bir çiçek” dediği iddia ediliyor.
TKP’liler de kendisini “saksı”ya benzetiyorlar.[3] Sonra birileri KP kurmak
isteyince, onlara “Avrupa Birliği’nin istediği partiyi mi kuracaksınız?” deyip
alay ediyorlar. Üç ay sonra AB’nin istediği KP’yi kendileri kuruyorlar. Burada
bir “halklaşma” derdi kesinlikle yok. “Halk”, sadece o derneğe üye olmaya
layık, potansiyel kalabalık olarak anlaşılıyor. Şimdi ise “TKP’yi neden
kurduk?” sorusu, içteki pazarlığın bir tezahürü olarak iş görüyor. Birbirlerini
daha aydınlanmacı ve ilerici olmaklık üzerinden eleştiriyorlar.[4] “En yeni
kim?” ve “En iyi teori kimde?” yarışması içerisindeler sürekli. Görev
istiyorlar.
Kapitalizmin dinamizmine de bel bağlamak, suçu, günahı
ona yazmak gerekli tabii. Kapitalizmi en iyi kendileri anladığı için yeni
dönemi de onlar görebiliyor, bir süre gençler, bu “yeni” denilen masal ile
uyutuluyorlar. Her şeyin üzerinde durduklarından, herkesten üstün
olduklarından, hiç çalışan elle, basit-sıradan insanların dertleri ile
düşünemiyorlar. Devlet, mafya ile ulaşamadığı, giremediği yerleri örgütlüyorsa,
burjuvazi de nüfuz edemediği, kontrol altında tutamadığı yerlere bu derneklerle
giriyor.
Komünizm öyle bir olmazlığa fırlatılıp atılıyor ki
herkes, bugündeki sancıda devrimci olanı göremez hâle geliyor ve düşmanın
dünyasına örgütleniyor. Türklükle yücelen ülkücüye, bir tür ütopya ile yücelen
solcu denk düşüyor. En alttan, yerin bir karış altından, oranın
derdinden-öfkesinden bakabilmek gerekiyor. Devletten ve burjuvaziden
öğrenilecek bir şey bulunmuyor.
Eren Balkır
14 Eylül 2016
Dipnotlar:
[1] İlker Belek, “Komünizm: Ne Güzel Bir Gelecek”, 12 Eylül 2016, Sol.
[2] Haluk Yurtsever, “Hangi Sol, Nasıl?”, 13 Eylül
2016, İleri.
[3] Alper Dizdar, “TKP’yi Neden Kurduk?”, 10 Eylül
2016, İleri.
[4] Ahmet Cemal, “Zorunlu Bir Tekrar: Aydınlanma
Tehlikelidir”, 14 Eylül 2016, İleri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder