Nuray Mert, çözüm sürecinin çok çıkmasına neden olduğu, liberal bir ses.[1] Onunla boğuşmak da aynı liberalizmle malul. Buna mecbur. Çözüm süreci ve HDP ile birlikte daha çok duyduk bu sesleri.
O günlerde
Nuray Mert, “HDP Türkiye partisi olsun diyenlere katılmıyorum, aksine HDP Kürt
partisi olmalıdır” diyordu. Ayrıca o dönemde eleştirilen HDP adaylarına
istisnasız sahip çıkıyordu. Oysa bugün Rojava’da olan kimi sosyalist örgütler,
o adayların bazılarını beğenmedikleri için kendi adaylarını göstermişlerdi.
Nuray Mert “HDP Kürt partisi olsun” derken, onun
PKK’nin yerini alacağını ummaktadır. Sivil siyaset ve demokrasi kavgası galebe
çalmış, medya bu konfetilerle süslenmiş, HDP ile yeni bir çıkış örgütleneceği
vehmi ağır basmıştır. Ama her “güzel” hikâyenin bir sonu vardır.
İrfan Aktan da aynı kapıdan girmiştir.[2] Eski
arkadaşları sayesinde o konfetilerden biri olmuş, birden Hakkârili olduğunu
anımsamış, ÖDP’nin kapısını suratına çarpmış, oradan ayrılıp, yeni “demokrasi
kavgası”na yelken açmıştır. Nuray Mert’le kapışması, yeni zeminin meşruiyeti
ile ilgilidir. Bu, ne Türk ne Kürt aydını olabilmenin, daha doğrusu işine
geldiğinde Türk, işine geldiğinde Kürt olmanın ceremesidir.
Muzaffer Oruçoğlu, “herkes gerçeklere ya uzaydan ya
mezardan baksın” diyor ya, gerilim bununla da alakalıdır. İrfan Aktan, zaten
hepten ve her daim haklı olduğunu düşündüğü gücün yanına hizalanmayı önemsiyor.
Başkası mümkün değil. Bu, fikrî ve pratik faaliyeti doğalında askıya alıyor.
Ezilen bir hareketin bileşeni olmayı zûl kabul ediyor, bunu utanç verici ve
aşağılayıcı buluyor. Zaten yazısında İrfan Aktan, Nuray Mert’in tespitine hak
veriyor. “Dolayısıyla bir mücadeleyi kendiniz için verirsiniz, Kürtler için
değil” diyerek kendi konumunu da özetliyor. O, gerçeğe ya uzaydan ya da
mezardan bakıyor. Gerçekle her türlü bağını koparttığını ikrar ediyor.
Zihindeki bir işlem, pratiği bu şekilde kuşatıyor. Sonra da başkalarıyla
“idealist” diyerek alay ediyorlar!
* * *
Eskiden, Özal zamanında, “herkes kendi kapısının önünü
süpürsün, her şey güllük gülistanlık olur” derdi liberaller. Sonra temizlik
işçilerinin büyük kentlerde başlattığı grev, bunun böyle olmadığını gösterdi.
Her yerde çöp dağları oluştu. O dönemde sol, en azından “herkes kendi kapısının
önünü süpürürse, meydanlar, ortak alanlar ne olacak?” sorusunu sorardı. Nuray
ve İrfan, bu dönemi liberal sığınaklarda geçirdiği için, bu bilince erişebilmiş
değil.
Ayrıca İrfan Aktan’ın sıkışınca her daim devreye
soktuğu Cezayir analojisi de yersiz. Dolayısıyla, karşısında Sartre görmek
istemesi de anlamsız. Dahası, Sartre’ın Cezayir’i Fransa’nın bileşeni olarak
gördüğü ve oradaki çapaklı direnişi psikolojik vak’aya indirgediği de bir
gerçek. Sömürgecinin aydını, sömürüden vazgeçemez. Sömürülenin kavgasını, ancak
sağaltılması gereken, patolojik bir olgu olarak görebilir. Aktan ve Mert
gibiler arasında bir ayrımdan söz edilemez. Birey denilen devletlerinden, o
uzaydan ya da mezardan bakıldığında, her şey marazmış gibi görünür. Nereden
bakıldığı önemlidir.
Cezayir’i kana boğan paraşütçü birliğinin komutanı,
“bana ‘faşist’ diyorlar, bu kanıma dokunuyor, ben Direniş’in [La Résistance]
bir parçasıydım, o faşistlerle ben mücadele ettim” diyor.
Kürd’ün mücadelesi ile Cezayir direnişi arasındaki
analoji, ancak kâğıt üzerinde mümkün. Fransa’daki Cezayirliler, “kimliğimizde
bir sömürgecinin ismi yazamaz” deyip kimliklerini yakıyorlar misal. Mesele, o
komutanın veya “sömürgeler kalmalı, ama ilerletilmeli” diyen sosyalistlerin
yanından bakmaktadır.
Bu analojinin imkânsızlığında, Aktan da kendi
mahallesinin huysuz liberal muhaliflerine çatabiliyor. Tek derdinin
“demokrasinin nimetleri” olduğunu söylüyor. Mert’i mahallenin kafesinde kahve
yudumlarken, sigaya çekiyor ve “ona buranın insanı ol, kâfi” diyor. “Olmadı,
git ÖDP’ye destek ver” diye nasihat ediyor. Kendi yaptıklarını anlatıyor ve
Mert’e “bari benim gibi ol” diyor. Ona, “özel ve güzel liberalizme halel
getirme bari” demiş oluyor. Örtük olarak, “beni de zor duruma sokuyorsun”
anlamına gelecek laflar ediyor.
Taraf, Diken
ve T24’e (dondurmacı) Duvar diye bir halka ekleniyor. Dolayısıyla Aktan,
bu yayınlar bağlamında, liberalizminin sakatlanmasını istemiyor. İşine
geldiğinde hemen Kürt’e sokuluyor. Kürt olmaktan değil, kendi meselesinden
bakıyor Kürt’e. Kendi liberal lafını Kürt’e konuşturuyor. Kürt’ten bakmak,
aşağılayıcı ve işe yaramaz kabul ediliyor.
Mert, lütufta bulunuyor, yeni paraşütçü birliklerine
selam çakıyor, Aktan da geri kalmış Kürt’e Sartre ve Fransız aydını gibi,
muhalif, ama Paris’ten bakmayı matah bir şeymiş gibi, satıyor.
* * *
Ezilenlerin mücadele birikimi, özellikle yirmi yıldır
geri, uygunsuz, yetersiz ve zararlı kabul ediliyor. Öğrenilen de öğretilen de
bu. Hepsinin elinde sihirli değnek olsa, herkesi bir dokunuşta liberal,
sosyalist, komünist yapabilseler, bu imkân karşısında ya korkup kaçarlar ya da
“bozuk bu değnek!” deyip, kahvelerini yudumlamaya devam ederler.
Çünkü ezilene yönelik korku, ondaki bilinemez, kontrol
edilemez yan, sol örgütlerin varlık sebebini tehdit eden bir güçtür.
Liberalizmden rol çalınmasının, ona öykünülmesinin, onunla tartışılmasının ana
nedeni budur. Sonra “burjuvazinin her şeye hâkim olması, her şeyi ilerletmesi
gerek” yalanına sığınılır. Böylece hiçbir kolektif dinamiğe, ezilen hareketine
ait olmamanın kılıfı da bulunmuş olunur.
İrfan Aktan’ın Mert’ten önce harekete geçirmesi
gereken milyonları vardır. Okların Mert’e dönmesinin sebebi, o milyonların
hareketsizliği, Aktan’ın bahanesiz, gerekçesiz, bağlamsız kalmasıdır. Mücadele
keskinleştikçe, liberalizm gene sığınaklarına kaçacaktır. Mert-Aktan polemiği,
bu kaçışa dair bir emaredir.
Eren Balkır
11 Eylül 2016
Dipnotlar:
[1] Nuray Mert, “Yine Sevimsiz Gerçekler”, 5 Eylül 2016, Cumhuriyet.
[2] İrfan Aktan, “Şu İrfan Aktan Hadisesi”, 12 Eylül
2016, Duvar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder