15 Temmuz günü insanların yarım ekmek döner, iki kilo
kömür, beş kilo makarna için öldüğünü söyleyenler, nihilizmin batağındadırlar
ve bu topraklarda siyaset yapmama arzusundadırlar. Onlar, siyaseten
mevtadırlar.
Server Tanilli’nin “inanca karşı bilgi”ye dair
cümlelerini dillerine dolayanların, tankın önüne çıkan gencin inancı
kendilerinde olmadığı için her daim mağlup olduklarını görmeleri şarttır.
Körlük, mağlubiyetin nedenidir.
Yenikapı mitingini kafe ve barlarının
televizyonlarından seyredenlerin anlamadığı şudur: siyaset, kendi istediğin
yere minder serip orada kendinle güreşmek değildir.
İdeolojik mücadele, herkesi kendisi ya da en azından
Tanilli kadar aydın kılmakla ilgili değildir. Akademisyenlerin görevi, olguları
ve olayları bileşenlerine ayırmak, kategorize etmek, sınıflandırmak,
kavramsallaştırmaktır. Kitleler ise o olguların ve olayların teşkil ettiği bir
bulamaç içinde yaşarlar. Cenk sahasında gereken zırhı ve silâhı kuşanırlar.
“Araplar, Farslar, Kürtler buranın sahibi, Türkler sonradan geldi” ya da
“Türklükle savaşıyoruz” sözleri o zırhı delemez. Bebeği yıkadıkları suyu dökerken
o bebeğe de kıyanlar, o Türkü ve Müslümanı düşman belledikçe, kendi minderinde
kendi zihniyle güreşip duran acemi güreşçilere dönüşürler. Gözü namazda
olmayanların kulakları ezanı işitmemektedir. Cenk sahasından kaçanlar, kendi
bireysel kavgalarını güzellemekten, yaldızlamaktan, göğe çıkartmaktan başka bir
şey yapamazlar.
Hitler’in birçok argümanını ilk dönemde komünistlerin
gazetelerinden aşırdığı söylenir. Bu kitleye “faşist güruh” diyenlerin önce
Alman KP’si kadar komünist, o parti kadar güçlü ve nafiz olabilmesi gerekir.
* * *
HDP’nin son dönemde ve esasen uzun bir süredir
siyasetini inşa ettiği alan, “Apo’ya özgürlük”tür. Genel siyasete ait tüm olgu
ve olayları bu alan üzerinden değerlendiriyor. Nihilistlere bu alan, mevcut çöl
sıcaklığında cazip geliyor. Sinsi liberaller, bugün Erdoğan’a ettikleri lafları
yarın Apo’ya karşı bileyleyecekler.
O liberalizmle sosyal demokrasi arasında salınıp
durmak, komünistlerin işi olmamalıdır.
Maalesef HDP siyaseti, bu toprakların çarpık,
çapraşık, bulaşık gerçeğinden kaçma yöntemidir.
Türk’ün ve Müslüman’ın içerisinde sınıf mücadelesini
nasıl yürüteceğine dair tek bir cümlesi, tek bir tutamağı olmayanların mevcut
nihilizmi, ancak hiçlik doğurabiliyor. Bu hiçlik, mevcut varlığın kutsanması
için şarttır. Kitlelerin, kolektif dinamiklerin tarihsel kara gücünün
karşısına, burjuvazi tarafından özel olduğuna inandırılmış bireylerin varlık
kavgası çıkartılabiliyor. Siyaset alanına egemen olan, bu kavganın keçeleşmiş
dilidir. Bu dil, bize “sadece kendi yüce varlığınıza iman edin” buyuruyor. Nafiz
olmak için naçiz olmak şarttır. Çünkü değeri tayin eden, burjuvazinin hâkim
olduğu piyasadır. Kimsenin cümlemizi bu piyasaya mal kılmaya hakkı yoktur.
“Kürd sorunu demokrasi sorunudur” cümlesi, bu
keçeleşmiş dilin ve zihnin tezahürüdür. Bir sorunun demokrasi alanına atılması,
çözümün burjuvazide olduğunun ikrarıdır. Bu zihnin TV’de kaleme aldığı
dizilerde yoksullar masum, saf, temiz insanlar olarak takdim edilirken,
zenginler, o yoksulların maddi sorunlarını çözüme kavuşturan güç olarak
övülüyorlar. Burjuvazinin birikimini, tarihini sahiplenenlerin demokrasi
nöbetlerine üzülmemeleri gerekir. Onların dilinde “Kürd”, burjuva bireyin
eğretilemesinden ibarettir. Gerçek Kürd’ü görmez, görmek istemez.
Aynı şekilde, 15 Temmuz’daki Müslüman iradesi de
AKP’lileri ürkütmüş, gösteriler daha da uzatılmıştır. Gaz alınmak zorundadır.
Herkes birbirinin sırtını sıvazlamakta, birbirinin sırtına masaj yapmaktadır.
* * *
Fatih Polat isimli bir gazeteci, Yenikapı mitingindeki
kitlenin sayısal varlığından etkilenerek bir haber kaleme almış.[1] Haberde
kitlenin “sol, sosyalist parti ve hareketlerin de kazanması gereken emekçiler”
olduğunu söylüyor. Bu zihin, nicelikçi olduğu için, geçenlerde de CHP mitingine
koşa koşa gitmiştir. Esasında bu söz, CHP başkanı da o mitingde olduğu için
sarf edilmektedir. Başka bir anlamı yoktur. Ama gene de burada, en azından o
kitleyi Hitler’in kitlesine benzetenlerden farklı bir yaklaşım söz konusudur.
Bugünlerde her yerde “faşist sürüler” görenlerin Avrupa’ya kaçmayı düşünenler
olduğunu anlamak gerekir. Bunların Fransa’daki son eylemlere bin bir kulp
bularak katılmadıkları bilinmektedir. Burada, bugünde, bu gerçekle siyaset
yapmak, onların mayasında, hamurunda yoktur. Dolayısıyla, ilgili kesimin
“demokrasi cephesi” diyerek sürekli kendisine işaret etmesi manasızdır. O
cephenin eşbaşkanı ile Yenikapı’daki Kılıçdaroğlu’nun ağızlarından aynı
cümleler dökülmektedir.
Kılıçdaroğlu, muarrızları kürsüde ne vakit “meclis”
dese gülümsemiştir. Tek siyasi varlığı o meclisin gerçek sahibi olduğuna dair
vehim üzerine kuruludur. “Ne var yani, biz de durdurduk darbeyi, sabaha kadar
mecliste oturduk” diyenlerin meclisin sahibine hizmet ettikleri açıktır. “Bizi
niye çağırmadınız? Bize saksı muamelesi yapamazsınız?” diye serzenişte
bulunmanın da kıymeti yoktur.
Cemil Bayık, bugün “HDP’nin daha ilk günden ‘AKP ile
koalisyon olmaz’ demesini tarihi bir hata olarak gördük. AKP’nin Hükümet
kurmama, saldırılarını arttırma konusunda elini güçlendirmiştir. HDP’nin bir
demokratikleşme programı olursa ‘herkesle koalisyon kurarız’ demesi gerekirdi”
demektedir. O HDP, 10 Ekim’den bir gün sonra kurtuluş için ancak ve sadece
sandığı işaret edebilmiştir. Bu ayakkabı içinden bakarak, yaşananları
sınıfsal-politik açıdan değerlendirmek mümkün değildir, zira o ayakkabı,
sınıfsallık ve politika dışı olmak adına giyilmiştir.
* * *
Meydanlarda “faşist sürüler” görenler, açıktan şunu
söylüyorlar: “Sonuçta ben, bir ağacın altında arkadaşlarımla sohbet etmek
istiyorum.” (Neşe Özgen) O “faşist sürü” dedikleri kitleye mensup insanlar,
böylesi hayalleri olmadığı için aşağılanamazlar. Sosyalizm için burjuvazinin ve
kapitalist ilişkilerin gelişmesi gerektiği, Avrupa solculuğudur. Unutmayalım ki
o solcular, Ekim Devrimi’ne de aynı saiklerle karşı çıkmışlardır.
Aşağılayanlar, kimlerin katına çıktıklarını, kimin yücesinden baktıklarını izah
etmelidirler. Kimlerin ayakkabısını giydiklerini söylemelidirler.
Bu burjuva zihin, ekrana, sokağa, hayata baktığında
kendisi gibi özel bireyler görebiliyor ya da görmek istiyor. Yenikapı’ya
baktığında sadece Tayyip Erdoğan ya da Safiye Soyman’ın Faik’i görülüyor.
Doğrudur, Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın özel şovuna malzeme olmuştur. Taksim
Manifestosu’nu orada okuması, “HDP niye yok” anlamına gelecek sözler
sarfetmesi, “liyakat”in altını çizmesi, birilerinin yüreğine su serpmiş
olmalıdır. Ama aynı zamanda Erdoğan’ın Fethullahçıları “tek tipçi” olarak
eleştirmesi de bu kesimi rahatlatmalıdır. “Vahdette kesret” vurgusu Binali
Yıldırım’dan; “kesreti boşverin, vahdete bakın” sloganı Bahçeli’den gelmiştir.
Bu söylenenlerin kendisi değil, ardındaki mana önemlidir. Kürsüdeki kişilerin
varlığı değil, ardındaki güç ilişkileri önemsenmelidir.
Hayatın içinde AKP’li bürokratlarla, işadamlarıyla iş
tutan CHP’li ve HDP’lilerin hizasından yürütülecek bir mücadelenin geleceği
yoktur. Burjuva siyaset oyununa seyirci kılınan kitlelerin sokakta belirli bir
irade ortaya koymaları değerlidir. O kitlelerin suyuna katılan uyku haplarının
ömrü her daim sınırlıdır.
Hulusi Akar’ın vurgusu “demokrasi ve hukuk”
yönündedir. “Milli ve yerli” olduğunu söylediği Erdoğan’ın “ordu-millet”
ürettiğini söylemektedir. Erdoğan demek ki “camiler kışlamız, minareler süngümüz”
diyerek gelmiş, sonuçta kışlaları camiye, süngüleri minareye çevirmiştir. Bu
ise ancak caminin ve minarenin muhtevasının silinmesi ile mümkün olabilmiştir.
Millet, kendisinin kurmadığı devlete zorla ikna edilmiştir.
Fatih Polat’ın, Foti Benlisoy’un, bir miktar Alper
Taş’ın “anlamlı ve dönüştürücü dil tutturma” istemleri, ancak bu burjuva
gerçeklikle alakalıdır. Onun dışına tahammül etmeleri mümkün değildir.
Burjuvazinin birikimi verili mutlak kabul edilmektedir. Hepsinin zihnindeki
siyaset denkleminin sabit terimi, burjuvazidir.
Herkes, hayata ve politikaya kendi ayakkabısının
içinden bakmaktadır. Oysa aslolan, yalınayaklılardan, baldırıçıplaklardan
bakmaktır.
Eren Balkır
7 Ağustos 2016
Dipnot:
[1] Fatih Polat, “Yenikapı Bize Ne Söylüyor?”, 8 Ağustos 2016, Evrensel.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder