Son beş yıldır duyduğumuz çığlıklar, esasında bir
susma biçimidir. Suskunluk, Suriye ile ilgilidir. Batıdakiler, Ankara’nın
üzerine çökmüş kara bulutların dağılacağına; Doğudakiler, Rojava’da bir güneş
doğacağına inandıklarından susmuşlardır. AKP’ye karşı muhalefet, bu nedenle
“laiklik-gericilik” ikiliğine indirgenmiştir. Suriye, sustuğumuz,
susturulduğumuz yerdir.
Suriye iç savaşı konusunda ABD’deki ya da başka
yerlerdeki solcuların onda biri kadar bile bir mücadele sergilenmemiştir.
Dolayısıyla oradaki kan, muhalifi-muktediri, herkesin gömleğindedir.
* * *
Suriye’de Pentagon ve CIA arasında bir bilek güreşinin
yaşandığından bahsedilir. Libya’daki yıkım sonrası oradaki silâhların ve
çetelerin Suriye’ye akacağı kanal Türkiye üzerinden kurulmuştur. Bunun bir
sebebi de kanal inşaatının ucuza mal olacak olmasıdır.
İslamcı ekiplere yol veren, destekleyen, içinde cirit
atan CIA; onları bulundukları yerde ezen, ezmesi için Kürd’ü örgütleyen, Esad’a
istihbarat sağlayan, Rusya ile bu konuda anlaşansa Pentagon’dur. Hepsi de
bataklıkta toplanıp ölecek birer sinek derekesindedir. Aynı hamlede düşman
görünenler dost; dost görünenler düşmandır.
Bu açıdan, “İslamcılar yeryüzünden silinince
sosyalistlere gün doğacak” diye ellerini ovuşturanlar, fena bir vehim
içerisindedirler. Emperyalizmin kıskaç harekâtı, onları da içermektedir. Yeni
Ortadoğu’da eski sosyalizme asla yer olmayacaktır. Herkes, Amerikan ölçülerine
göre yenilenmek zorundadır.
Bunu söyleyen, emreden, DSİP ve türevleridir. Kıskaç
harekâtının bölgesel boyutuna bir de yerel boyut eklemlenmektedir. Türkiye’de
sol-sosyalist yapılar, yeni dönemin binası içerisinde bir tuğla olmak adına,
DSİP-TKP kıskacına örgütlenmeye mecburdurlar. 1 Eylül ve 30 Ağustos
tartışmaları, bu minvaldedir.
Bir taraf emperyalizmin ordularını; diğer taraf Türk
ordu geleneğini hepimize sevdirmekle görevlidir. Her ikisi de iradesine kul
oldukları orduları AKP döneminde ari ve temiz tutmaya mecburdur.
Ordulararasındaki bağlar böylelikle gizlenmekte, geçişkenliğe karşı bu sayede
susulmaktadır. İki örgüt arasında omerta kanunları işler.
* * *
ABD, İran’la anlaşma öncesi bir hamle yapmış,
Erdoğan’a altın-gaz takası üzerinden İran’la iş yürütmesine izin vermiş, bu
işin kirli çamaşırları CIA-Fethullah aracılığıyla ortaya dökülmüştür. Paranın
önemli bir kısmının orduya gittiği söylenmektedir. Eğer öyleyse, bizi Can
Dündar’a asker kılan, gene aynı ordudur.
Kıskaç harekâtı, balık avı misali, işliyor: balığın
ağzına takılan zoka serbest bırakılıyor, sonra da sertçe çekiliyor. Bu zoka
herkes, hepimiz için geçerlidir. Fethullah zokasını yutanlar, hiçbir şey
olmamış gibi yollarına devam ediyorlar. Kimse, hesap vermiyor. Üç kuruşluk
varlıkları için devrimci varoluş eziliyor.
Benzer bir hikâye, “MİT krizi”ni de içeriyor. Sobadaki
kestaneleri maşayla almaya meraklı Obama emretmiş, silâhlar akmış, olayı ifşa
etmek de gene CIA-Fethullah’a düşmüştür. Cümlemiz, iktidardaki bu pazarlığın
figüranı, tezahüratçısı kılınmıştır.
* * *
DSİP kadar TKP çizgisi de zokadır. Bu iki çizgi
semboliktir, bugün tüm sol, bu iki çizgi altında toplanmıştır. 30 Ağustos
konusunda yaşanan tartışmalarda bu zokanın damağımıza geçtiği anki sancı örtbas
edilmektedir. Dolayısıyla, ham hayallerle “bu ülkede tek devrimci gelenek var,
o da Kemalist ordu geleneği, herkes onuna diz çöksün” diyenlerin bu gelenekten
bir “halk kurtuluş cephesi” çıkartabileceklerine dair beklentileri, oyalamaya
dönük bir siyasettir.
“Emperyalist” dedikleri, emperyalizmin piyonu olarak
kullanılıp atılmış Yunan ordusudur. Sovyetler sayesinde kurulan devlet masalına
inananlar, Sovyetler’e rağmen kurulan devleti allayıp pullamak, bu pratiği de
“devrimci” sosuna banmak zorundadırlar. Her iki kesim de Sovyetler’in devrimi
ile değil, devleti ile bir bağ kurmakta, o ilişkinin bağbanı olmaya
çabalamaktadır.
Bu bağbanlar, eskiden yok hükmünde kabul ettikleri
Sovyetler yerine ABD devrimi ile ilişki kuruyormuş gibi görünüp, o devletten,
üstelik devletin bugünkü çıkar ilişkilerinden yirmilere bakıyorlar.[2] Halklar,
bunların asla umurunda değildir. Bu çevreler, ABD ve batı metropollerindeki
orta sınıfların hasretle andıkları, özlemle yad ettikleri hayatlarını biz
fukaraya önermekten başka bir şey yapmıyorlar. Onların “iyi niyet” taşları
cehennemimize giden yolu döşüyor.
* * *
Bülent Uluer’in 1920 Türkiye’sinde halk direnişinde
milliyetçilik görmesi ile bu tür solcuların anti-emperyalizm görmesi, aynı
madalyonun iki yüzüdür. Herkes, neye ve kime karşı mücadele edeceğini
unuttuğundan, devrime ve sosyalizme olan inancını-bilgisini silip attığından,
bu tür masabaşı hesaplar içine giriyor. Bağban olununca her tür mahsul
alınabilir zannediliyor. Sadece kendi öznelliğine güvenenlerin, sadece ona
bakanların aldandığı nokta burasıdır. Onlar, öznellikleri dışında her şeye
karşı suskundur. Öznelcilik, gizli bir susma akdidir.
Çığlıksa susma biçimidir. Ne konuda yaygara
kopartılıyorsa, başka bir yer karartılıyor demektir. Cerablus konusundaki
tartışma, 15 Temmuz’la bağlantılıdır. Pentagon-CIA arasındaki bilek güreşi
devam etmektedir. Dün “IŞİD ve AKP aynı şey” diyenler, bugün internet
kanallarında “Türk askeri ile IŞİD birbirine girdi, 51 Türk askeri telef oldu”
diye haber yapıyorlar. Önemli olan, baktığımız değil, bakmadığımız yerdir.
Pentagon-CIA kıskacında hareket etmek zorunda olan
AKP, “yerli ve milli”den dem vuruyor. Oysa o, bugün Pentagon’un yerliliğine ve
milliliğine tabidir. Sıradan bir Amerikalı, Pentagon’un ülkesinin özçıkarlarını
koruduğuna inandırılmaya mecburdur. Aynı durum, bizim için de geçerlidir.
Pentagon çoğu zaman iyi polisi; CIA kötü polisi oynuyor.
Kirli işler CIA’ye; onları temizlerken atılacak adımlarsa Pentagon’a düşüyor.
Asıl soru şudur: AKP Türkiye’si, bu oyunda figüran ve piyondan fazlası olabilir
mi?
* * *
DSİP içinde Fethullahçı çıkmasına neden şaşırılır?
“Fethullah Konferansları” isimli çalışmanın logosunun HDP logosuna benzerliği
neden garipsenir? Kendi özgürlük kavgaları olmayanların, ABD’nin özgürlük
ordularına bağlanmasına neden kızılır? Anti-emperyalizm, hiçbir şey yapmamanın
kılıfı değil midir? Kimlik ve etnisite siyasetinin bu gerçeklerin örtüsü olduğu
niye görülmez?
“ABD bizi bu sefer satacak mı satmayacak mı?” diye
kırılan lades kemiği, Kürd’ün belkemiği olabilir mi? Medyada şişirilen
isimlerin belirli güçlerin ajanı olduğunu görmek bu kadar mı zor? Onların
ağzından çıkana göre değerlendirmede bulunanların, siyaset yürütenlerin devrim
ve sosyalizm gibi dertlerinin olduğu söylenebilir mi?
Kıskaçtır, bazen gevşetilir. Bu rüzgârla isimlerini
yaldızlayacağını, Twitter ve Facebook takipçi sayılarını artıracağını,
bürolarını kalabalık kılacaklarını düşünenler, fena yanılıyorlar. Şeytana
satılan ne varsa, geride ödenmesi gereken büyük bir bedel bırakacaktır.
Suriye’ye yönelik her yeni hamlede AKP aleyhine olacak
bir haber sızdırılıyor. Herkes, “laiklik-gericilik” ikiliğiyle oyalanmaya
mecbur ediliyor. Emperyalizm, her türlü ihtimali düşünüyor. Hiçbir yeri boş
bırakmaksızın ilerliyor. Rakip güçleri tokuşturmayı, kendisini kurtarıcı olarak
satmayı, her fırsatta mevcudiyetini yaldızlamayı seviyor. Bu nedenle, Millet
Camii’ndeki Kadirî zikrine “şeriat geliyor” yaygarası kopartmak yanlıştır. Asıl
sorun, Anadolu irfanının tağut olan devlete kul-köle edilmesidir.
Kıskaç harekâtı, bu toprakların İslamî direncine
yönelik de işliyor. Bu noktada devrimcilere-sosyalistlere devleti aklamak,
korumak, ona yandaşlık yapmak, “ama sana yakışmıyor” demek düşmez.
Her gün beş vakit insanlar “hayye ale'l felah”
denilerek kurtuluşa çağrılıyor. Kurtuluşumuz, gizli ya da açık ordulara
bağlanmak değil, kendi özgücümüze örgütlenmekte, onu örgütlemektedir.
Eren Balkır
31 Ağustos 2016
Dipnot:
[1] Mehmet Can, “90 Yıllık Efsane: Kurtuluş Savaşı”, Marksist.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder