Gezi’de “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı
atılıyordu. Bu slogan üzerine “darbe kokusu aldık, o nedenle itiraz ettik”
denildi. Bu cümleyi sarfedenlerin belirli bir kısmı da dâhil olmak üzere, büyük
bir kitle, döne dolaşa, “Mustafa Kemal’in askeri” oldu.
Şimdi “içki içmek ve onu alenileştirmek politik bir
eylemdir” diyorlar. Öyle ya, şeriat ilmek ilmek örülüyor. Tıpkı İran’da olduğu
gibi bir senaryo tatbik ediliyor. Gerekli müdahale yapılmaz ise kâbuslarda
görülen Humeyni’nin suretinin Tayyip’te görülmesi an meselesi.
Oysa Tayyip, olsa olsa Şah Rıza Pehlevi’dir. Bir
devrim hareketi vücud bulmasın diye barlara da saldırılır, Gezi Parkı hikâyesi
yeniden güncellenir.
Esasen Müslüman kitlenin kendiliğinden herhangi bir
saldırı gerçekleştirmesi mümkün değildir. Farklı ideolojik, kültürel ve politik
gerekçeler sebebiyle bu tür saldırıların maddi zemini yoktur. Bara
saldırılmışsa, orada Radiohead dinletisi yapıldığı biliniyordur, batı basınına
yansıyacağı hesap edilmiştir, bu aşamada tek yapılacak, kameranın tuşuna basmak
olacaktır. O bara saldıran, illaki polistir.
Tıpkı Orlando’ya saldıran en genel manada CIA olduğu
gibi. Seçim yaklaşmaktadır. “Endüstriyel-askerî kompleks” dedikleri yapının
Hillary yönetiminde kârlarını üç-beş kat artırmayı hesapladığı tespiti
yapılmaktadır. Onca transın canı o müesses nizam için yok hükmündedir.
Özellikle sol kesimin o müesses nizamla bir derdi,
hesabı kalmamıştır. Onun yönelimleri, dinamikleri artık sorun değildir. Varsa
yoksa Tayyip’tir. Onun rolü, işlevi budur: muhalif kesim, farklı boyutlarıyla,
devlete örgütlenmiştir.
Son üç yıldır hikâye döne dolaşa darbe meselesine
kilitlenmiştir. Herkes, kaba manada darbeye tavdır. Kıvama gelmek, budur. Veli
Küçük, herkesin zihninde meşrudur. Mustafa Keser’lerin askerleri bugün dayak
yerken, darbenin askeri olmaya çağrılmaktadır. Misal, TKP’li Aydemir Güler, bu
yönde çağrıda bulunmaktadır.[1] O da saldırının kimin eliyle
gerçekleştirildiğini gayet iyi bilmektedir ama onun tek işi, tek siyaseti
darbeye kitle toplamaktır. Bütün operasyon, bağımsız, devrimci hattın devletin
bekasına örgütlenmesi yönündedir.
* * *
Bugün Ak Parti diye bir yapı yoktur. Geçmiş kadrolar
ya tasfiye edilmiş ya da etkisizleştirilmiştir. Tayyip’in cumhurbaşkanı
yapılması ile “darbe”, fiilen zaten gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla, diploma
meselesi emzik niyetinedir. Buradaki tuhaflık, güvenilen tek dağ olarak ordunun
bu diploma edebiyatı ile “aptal” yerine konulmasıdır. En güvendikleri bu odağın
diplomanın sahte olup olmadığını bilmemesi mümkün değildir. Diplomasız biri
ordunun başına komutan yapılmışsa, zaten fiilen görevlidir. Bir görev ifa
ediyordur. Etmesi için getirilmiştir. O göreve ve görevi verene itiraz etmeyen
bir Tayyip düşmanlığı, başka bir yere hizmet ediyordur.
O güvendikleri dağın adamlarından İlker Başbuğ, hızını
alamayıp “imam-hatipler kapatılsın” diyenleri boşa düşürmüştür. “İmam-hatipler
cumhuriyet için lazım” diyen paşa, birilerinin hevesini kursağında bırakmıştır.
* * *
Politika düz, pürüzsüz bir zeminde gerçekleşmez. Bir
direncin, gerilimin mevcudiyeti zaruridir. Sadece kendimize benzerlerle
yürütülecek bir iş değildir. Örgütlenmek, sadece kendimize benzerleri bir
derneğe toplamak olarak görülemez.
AKP, devletin merkezî örgütlenmesidir, onun bir
merkeze örgütlenmesidir. Dolayısıyla, bugün yaşanan tüm saldırılar, o merkezin
pekişmesine dairdir. Başka türlü olması mümkün değildir. “Dinciler içki
içenlere saldırdı” cümlesini ısıtıp herkese satanların anlaması gereken budur:
bu cümle o merkeze aittir, onun içindir.
Merkez, yukarıdaki fotoğrafta ortada duran erkek ve
kadındır. Soldakilerin ve sağdakilerin başları düzlenmeli, devletin belirlediği
kalıba dökülmelidir. Sermayenin emri bu yöndedir. Kara insanlar, biraz olsun
beyazlatılmalı, hiç beyaz olamayacaklarına dair telkinle, köleleştirilmelidir.
Onlar, o devlete kul edilmelidir. “Cehalet” kötüdür, cahiller ölmelidir,
ölmemek için cehaletten kurtarandan asla ayrılmamak gerekir.
O yoksul kara halka düşman olan TKP’nin üyesi Aydemir
Güler ve başkaları, aydınlanmacı pilavı bu yüzden ısıtmaktadır. “Akıl bizde
var, onlarda yok” demek zorundadır. Bu laf, birilerine edilmiş hizmet
yeminidir. Bu yaklaşım, herkesi devletin merkezine, onun aklına doğal olarak
kul etmektedir.
Herkes, akılsızlığa karşı devletin aklına
örgütlenmektedir. “Tüm yobazları kestikten sonra onlara karşı hoşgörü
göstereceklerini” söylemektedir. Bu akıl, Kürd’e de aynı şekilde
yaklaşmaktadır, en iyi Kürd gibi en iyi Müslüman da ölü Müslüman’dır. Merkezin
emri bu yöndedir.
* * *
“Devletten ve sermayeden bağımsız” olan Siyasi Haber
sitesi ise Cihangir saldırısının yıllardır süren toplumsal-politik boyutunu
görmezden gelerek, o akla örgütleniyor.[2] Artan emlâk fiyatları, toplumsal
gerilim, bu solcuların dünyasında bir değer taşımıyor. Bu tür örgütlerin
şefleri, emlâk işleri yapıyor, arazi kapatıyor, mafyatik işlere imza atıyor. O
yüzden, oradaki toplumsal sancıyla hiç ilgilenmiyor.
Diğer yandan, AKP döneminde ne kadar çok bar
açıldığının, o barların ne çok kâr ettiğinin, bira tekellerinin üzerinde kimse
durmuyor. Çünkü artık hepsi, nasılsa antifaşist ve devrimci politik bir hattı
temsil ediyor. Politika en basit, güncel olana çekiliyor. Devlet, “bugünler iyi
gününüz, yaşadıklarınızla yetinin, fazlasını istemeyin” diyor. Birileri, “bu
ülkeye komünizm gelecekse biz getiririz” diye bağırıyor, birileri de ancak bu
sözün çapı kadar solculuk oynayıp safça bir yaklaşımla, o devletin komünist
olmasını umuyor. TKP gibi yapılar, “bu ülkeye komünizm lazımsa biz getiririz”
diyenler adına siyaset yapıyor.
O hat, bu kutsuz günlerde kutlu darbenin utkusu için
zorunlu. Keser döndü, sap döndü, hepimiz o utku için asker olmadık mı, halkın
zaferinden o utku için vazgeçmedik mi zaten?
Eren Balkır
18 Haziran 2016
Dipnotlar:
[1] Aydemir Güler, “Saldırganın Son Günü”, 18 Haziran 2016, Sol.
[2] “Yobazlar Cihangir’de Alkollü Mekâna Saldırdı”, 17
Haziran 2016, Siyasi Haber.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder