“Burjuva ilericisi,
radikal ya da
burjuva materyalisti
‘Kahrolsun din, yaşasın ateizm;
ateist görüşleri yaygınlaştırmak başlıca görevimizdir!’ der.
Marksistse bunun doğru olmadığını, bunun yüzeysel bir görüş,
dar burjuva ilerlemecilerinin görüşü olduğunu söyler.”
[V. I. Lenin, “İşçi Partisinin Din Karşısındaki Konumu”]
Görünen o ki bir-iki reklâm üzerinden din düşmanlığını
aşikâr eyleyen Kaldıraç da bu “yüzeysel, burjuva ilerlemecilerine has görüş”ü
politik programlarının başına yazmış. Açık ki Kaldıraç, yıllar önce “benim
ergenlik dönemime ait tezlerimi mutlaklaştıran ergenler” diye kendisini
eleştiren kurucu babaları Yalçın Küçük’ün yanına hizalanmış. Oturup televizyon
izleyen, oradaki reklâmlardan “derinlikli” ideolojik analizler geliştiren bu
yapının Yalçın Hoca’larının bugün hizalandığı yere dikkat etmesi gerekiyor. Hizalanan
yerin ipuçlarını, ağızdan dökülen, burjuva ilerlemeciliğine ait laflarda bulmak
mümkün.
Her solcudaki ömür planlaması, hep Batı Anadolu’da bir
sahil kasabasına yerleşmeye dairdir. Onun dışında “SDP Yozgat” diye Twitter
hesabı açıp orada olmakla alay etmek gerekecektir. Elbette o sahil kasabasına
giriş biletinin alındığı belirli yerler vardır ve o nedenle bu tip laflar
edilecektir. Edilmek zorundadır.
“Siyasal İslam, Reklâm ve Ramazan” isimli makalenin
yazılma sebebi de buradadır. Yalçın Küçük ile Temel Demirer’in yer değiştirmesi
de.
Yazar, bu ülkede insanların evlatlarını oruca
alıştırmak için yüzlerce yıldır belirli âdetler geliştirdiklerini
bilmemektedir. Misal, küçük çocuklara öğleye kadar oruç tutturulur. Bu
geleneğin bir reklâm aracılığıyla istismar edilmesi, onun değerinden bir şey
kaybettirmez. Yazar, dinsiz bir coğrafyada büyümüş olduğundan ya da belirli bir
cingözlülükle, burjuva tasavvur üzerinden, dinin bireyin fıtratına uygun bir
şey olmadığı düsturunu örtük olarak ifade ederek, bir çocuğun sahura kalkması
bağlamında siyasal İslam eleştirisi geliştirebilmektedir. Bu eleştiri, Marksist
değil, liberaldir. Kolektif bir tarihin ve kolektif bir halkın kolektif politik
duruşunu bu liberal zihniyet asla idrak edemez.
Kaldıraç’ın liberal yazarı bu liberal eleştirisiyle,
devletin birey dışı, kolektif olanı kendisine kapatmasına, ona ipotek
koymasına, oradan gelecek itirazı boğmasına katkı sunmaktadır. Kaldıraç’ın
dayanak noktası, burjuva devletidir. Bu sayede burjuvazinin önü açılsın diye
din-i İslam’ın kökü kurutulmaya çalışılmaktadır. Komünist hareket, makro-birey
olarak devletle mikro-devlet olarak birey arasındaki atışmada bir taraf olmak
zorunda değildir.
Yazar, “AKP’nin kullandığı şey, İslam’ın ta
kendisidir” diyor ama bu yaklaşımıyla AKP’yi perçinliyor. Bu noktada Kaldıraç
ve benzerlerinin batı burjuvazisinin sol-sosyalist yapıları nasıl kullandığına
odaklanmaları zorunludur. Bugün Fransa’da emekçileri ezen iktidar, en az
Kaldıraç kadar sosyalist bir yapıdır. Böyle diye sosyalizme küfredilemeyeceğine
göre, AKP ve devlet, kitleleri mülkiyet ilişkileri bağlamında maniple ederken
İslam’ı istismar etmesi üzerinden İslam’a saldırmak da bir anlam ifade
etmeyecektir. Zarfa değil mazrufa, parmağa değil işaret edilene, kuklaya değil
kuklacıya bakılmalıdır.
AKP ile birlikte birileri, dinsizliğinin politikleşme
imkânı bulduğunu zannedebilir, ama bu politikanın soluğu AKP kadardır. Ancak
onunla nefes alabilecektir. İçten içe biriken Müslümanca itirazın bu tür sol
yapılar için kıymeti yoktur. Onların sadece burjuvazinin kurduğu kitlede
biriken itirazlara odaklandıkları açıktır. 28 Şubat bekçileri olmak kimseye yol
açmayacaktır. AKP, İslamî öfkenin dindirilmesi, burjuvazi ve devlet için
boğulması için vardır. Laiklik, dini-imanı bireye hapsetmekse eğer, AKP bu pratiğin
zindanıdır. O, laik kurgu için kitleleri dönüştürecek en uygun kontrgerilla
aracıdır.
Görülüyor ki Kaldıraççıların İhsan Eliaçık’la yeryüzü
sofralarına diz kırmaları din konusundaki alerjinin kırılmasında bir işe
yaramamıştır. Esasen Kaldıraç’ın reklâmda bulduğu Ermeni dostu, oruç ve iftarın
laikleştirilmesi maksadıyla tercih edilmiştir. Yani o çay, “oruç tutabilecek
yedi yaşındaki bir çocuğa” değil, laik evrendeki gençlere içirtilmek
istenmektedir. Solun belirli bir kesimi, bu laikleştirme-modernleştirme
girişimlerine bile tahammül edememektedir.
Kaldıraç’ın yazıdaki hassasiyeti, bize Charlie Hebdo
ve Pegida ideolojisini anımsatmaktadır. Anımsanacağı üzere, Fransız mizah
dergisi, “Aylan Kurdi iyi ki öldü, ölmeseydi tacizci olacaktı” anlamına gelecek
bir karikatür çizmişti. Aynı zihniyeti Kaldıraç da paylaşmakta, reklâmda sahura
kalkan çocuğu kriminalize edip, onu Ensar’a ve çocuk evliliklerine
bağlamaktadır. Dolayısıyla, o çocuğun katli şimdiden vacibdir!
Bu yargıçlar, savcılar, ancak burjuvazinin “İnsan”
kurgusu dâhilinde şekillenmiş bir sosyalizmden dem vurabilmektedirler.
Ezilenlerin birlikte olma, birlikte nefes alma, ortaklaşma, ortak direniş gibi
aksiyonlarının o “sosyalizmin” eşiğinden geçmesi mümkün değildir. Gezi ile
birlikte ellere tutuşturulan ayfonlara, afyonlara, akıllı telefonlara laf
edilmemekte, insanların kolektif faaliyetlerinin kökü kurutulmak istenmektedir.
Burjuvazinin “İnsan” kurgusu ise mülk ve mülkiyet ilişkileri üzerine kuruludur.
Demek ki Kaldıraç’ın solculuğu, ancak o mülk kadardır. Fazlasına, ötesine asla
tahammül edememektedir. O, Kemalist evrenin bir uydusu olduğunu her durumda
haykırmak zorundadır.
Endonezya’da 1910’larda anti-emperyalist bir mücadele
mevcuttu. Bu mücadelenin içerisinde, kentlerdeki ulema dâhilinde devletle
uzlaşan bir damar öne çıktı. Komünistler, “bu din hep böyleydi zaten, köküne
kibrit suyu!” demedi, “kızıl İslam” damarına kan taşımak için uğraştı. Bu
uğraşı yoksa, demek ki sol, emperyalizmi sosyalizme yönelik olarak atılan ileri
bir adım şeklinde değerlendiriyordur.
Kaldıraç, tatil kasabasında emeklilik hayalleri
kuruyor, fikirdaşlarıyla tavla oynayıp ömür tamamlamayı hayal ediyor olabilir,
ama bu topraklarda da muktedirlere, tağutlara, zalimlere karşı ses çıkartmış
bir dinî damar mevcuttur. AKP, zaten o damarı kesmeye ahdetmiş bir neşterdir,
bir kesiği de ezilenlerden-sömürülenlerden yana saf tuttuğunu iddia eden
solcular atmamalıdır. Komünistin işi, burjuvazinin neşteri, devletin yol temizleyicisi
olmak değildir.
Eren Balkır
10 Haziran 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder