Sömürülüyoruz.
İliğimiz kuruyana kadar sömürülüyoruz. Sınırsız
iştaha sahip bir avuç insan tarafından hepimiz sömürülüyoruz. Fabrikalarda
elleri nasır tutan babamız, tarlada çalışmaktan beli bükülen anamız,
sömürülüyor. Elleri tüm dünyayı sarabilecek uzunlukta devasa bir hırsız,
hepimizden çalıyor. Bu hırsız, kapitalizmdir.
Bu hırsızlık ve sömürü düzenini aşağılık bir yolla
kuruyorlar. Bizden aldıkları buğdayı bizim emeğimizle öğütüp un yaparak daha
pahalıya bize satıyorlar. Bizden aldıkları kömürü bizim emeğimizle bir torbaya
koyup daha pahalıya bize satıyorlar. Allah'ın bize doğa aracılığıyla verdiği
tüm nimetleri üzerlerinde bir emekleri olmadan satıyorlar. Yani hem halktan hem
doğadan hem de Allah'tan çalıyorlar.
Öyleyse onlardan hakkımızı almak çalmak sayılmaz.
Bizim emeğimizi geri almamıza “hırsızlık” diyorlar ve bizi hücrelere
kapatıyorlar. Bunun için de kendi yarattıkları, fakat hepimizin uyması
gerektiğini söyledikleri hukuku kullanıyorlar. Halkın adaleti, sömürenlerin
hukukuyla gelmeyecek!
Kapitalizm, günümüzde en ücra köşelerde dahi
etkisini göstermekte ve kendisinden coğrafî konumu değiştirerek kaçmak mümkün
değil. Kaçacak yerimiz yok. Bizim sığınacağımız bir Medine'miz kalmadı. Ya
direneceğiz ya da zincirleri biraz serbest bırakılan bir köle olmak için tüm
ömrümüz boyunca sömürüleceğiz. Eğer direneceksek, bu direniş gelişigüzel
olmamalı. Bu direnişin hamurunu sağlam karmak için işçileri, köylüleri ve
ezilen tüm insanları farkındalık ve mücadele bilinciyle donatmalıyız. Direnişin
gerekliliğini bilenler olarak halkın bizim olması gerektiğini de bilmeliyiz.
Halkla ne kadar birsek, o kadar haklıyız.
Halkı sömürüden kurtarmak için tabandan bir
harekete ihtiyaç olduğu sosyolojik bir gerçektir. Bu hareket, barışçı, tüm
yeryüzündeki canlılara değer veren, sömürüsüz bir düzen için mücadele eden bir
hareket olmalıdır. Bu hareket, kendi üretmelidir. Bu hareket, kendini
sömürenlerden emeğinin değerini zorla almalıdır. Bu hareket doğayla
bütünleşmeli ve insanı özüne döndürmelidir. İşte ancak o zaman özgür oluruz.
Sömürgeciler bizden hammadde alamazsa, sömürü
çarkları kırılır. O hâlde artık onlara hammadde satmayı bırakalım. Yalnızca
kendimize yetecek kadar üretelim. Bu üretimi de onlara bağlı olmadan
gerçekleştirmenin yollarını bulalım. Bunu bir köyde dahi becerebilirsek, tüm
küresel emperyalizmin en büyük düşmanı hâline geliriz. Çünkü küresel sömürge
güçleri biliyor ki bunu becerirsek, ellerindeki her şeyi alacağız.
Halkla tamamen bütünleşmeyen bir direniş yok
olmaya muhtaçtır. Halk ile bütünleşmenin yolu ise diyalektik ilişki kurmaktan
geçer. Karmatîler'in propaganda için belirledikleri ilke, bu konuda güzel bir
özet niteliğinde; Halka karşı iyi bir mürşid ol irşad eyle; iyi bir mürid ol
talep eyle! Ancak bu şekilde bir yerelleşme sağlayabiliriz.
Bizim içinde bulunduğumuz
sosyolojik şartlar ve siyasi durum gereği elimizdeki en büyük koz, topraktır.
Toprak, onu kullananındır ve biz de toprağı kullanacağız. Ona emek vereceğiz ve
ondan karşılığını alacağız. Bunu da sisteme karşı yapacağız. İnsanın bizzat yaratmadığı,
doğa tarafından kendisine karşılıksız bahşedilmiş bu zenginliği sahiplenmesi
kabul edilemez. O hâlde toprak hepimizindir. Onu kullanırken kimseden izin
almamıza gerek yoktur. Proudhon'un “Toprağın kirası kime düşer? Tabii ki
toprağı üretene. Toprak kimin eseridir? Tanrı’nın. Öyleyse mülk sahipleri
çekilip gitsin!” çığlığı tüm köylerde yankılanana kadar bize özgürlük yok, bunu
anlamak gerekir.
Hamdan Karmat
17 Nisan 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder