“Suyun yüzündeki köpük dağılır
gider.
Geriye kalan, insanların yararına olandır.”
[Rad Suresi:17]
Üzerinden üç yıl geçti. Temel Demirer ve şürekâsı, bir
din sempozyumu tertipledi. Soru-cevap kısmında bir genç, Demirer’e itiraz
ederek, “…ama Karmatîler gibi İslamî sosyalist dinamikler de var tarihte”
deyince sempozyum sahibi Demirer, gence öfkelenerek, “ben böyle bir şey
bilmiyorum, ben bilmiyorsam, tarihte böyle bir şey yoktur, saçmalamayı kes!”
diye bağırdı, hatta itirazlarını sürdüren, kürsüye gelip konuşmak isteyen
gencin konuşmasına mani oldu. Neyse ki bugün bir çarktır edildi, bugün “Evet
öyle şeyler vardır” diyen, o geleneğe ait Muhtare[1] ismiyle yazılar yazan
İhsan Eliaçık’la Temel Demirer, üç yıl sonra yan yana geldi.
Çarksa edilmek, ediliyormuş gibi yapmak içindi. Birkaç
hafta önce yazdıkları üzerine Orhan Gökdemir, “O kadar da din düşmanı değiliz”
diyen bir yazı kaleme aldı.[2] Cumhuriyet mitinglerinde en ön safta
yürümesinden belliydi. Oysa refiki, “Türkiye’deki siyasi ve toplumsal
yaşantının dinsellikten arındırılmasından” söz ediyordu.[3] Muhayyel ve
müstakbel “sosyalist iktidar”ında dinin kökünü kazıma faaliyetini burjuvazisi
ve devletiyle, bugünde ifa edeceğini düşünüyordu. Zimmet-himmet, Gökdemir’in
tabiriyle, “dolaşım odağı” olmak, bunları söylemeyi gerekli kılıyordu. Özel
olmak için yan yana gelinen Tayyip’e fark koymak gerekiyordu.
* * *
Gökdemir tuhaf: “Dindar olmak, kimseye faiz esasına
göre çalışıyor diye bankaların kaldırılmasını talep etme hakkı vermez” diyor.
Esasında gönlünden geçen, banka patronlarının medya organlarında çalışmanın
verdiği cüretle, o türden dindarların kökünü kurutmak. Gökdemir, bir dindarın
bankalara karşı olmasına tahammül dahi edemiyor. Din düşmanlığının sebebi
uzakta değil, burada.
O yüzden, Marx’ın liberal kulvarda yürürken kaleme
aldığı iki makale üzerine kuruyor fason Marksizmini. Bir kelime oyunuyla
Yahudilik yerine İslam koyuyor. Dinler tarihiyle ilgili çalışmalarına, ta Mısır
ve Yunan dinlerine dek uzanan malumatfuruşluğuna küfrediyor. Metnin mazrufuna
değil, zarfına bakıyor. Teori merakının politik bir içeriği ve anlamı
bulunmuyor.
Gökdemir’in çarkı dönerken, ağzından şu kelimeler
dökülüyor: “İnsan, burjuva toplumunun üyesi olan bencil kişidir.” Buradan da
komünizm simyasına dair formülüne ulaşıyor: “Komünizm, burjuvazinin
soyutladığını somutlamaktır.” Ama Gökdemir, burjuvaya bağ(ım)lılığından ötürü,
“insanın özgürlüğü insanı kurtarmaz, ona burjuvanın insan’ı olma özgürlüğü
bahşeder” diyemiyor.
* * *
Marx’ın salladığı kılıcın açtığı yaraların
burjuvazinin bezine sarılması şart. Bahsi geçen üç yazar ve başkaları bu
sancıyı yaşıyor. Gökdemir’in geçmişte dürüstçe dediği gibi, bu isimler
“Marksist değil, sadece Marx’a referans veriyorlar”, o kadar. Referans, atıf da
o yaranın kanamasıyla ilgili. Burjuvazinin insan-öznesiyle politik, ideolojik,
teorik düzeylerde çok katmanlı bir mücadele veren Marx’ın bireyliğe
kapatılması, zihin pratiğine indirgenmesi, ait olduğu yere küfredilmesi şart.
Mesele, kolektif mücadelenin özel ellerden
çıkartılması, hakikatin herkese açılması, sömürü ve zulme karşı mücadelenin
buradan kurulması.
Bugünkü “Taksim fetişizmi” tartışması da burada.
Portekizli sömürgecilerden öğrendikleri bu kelime [feitiço] hem geri,
kara Afrika’yı hem de yoz, yobaz dindarlığı çağrıştırıyor. Taksim, “1 Mayıs
herkesin olsun” demekse, ondaki büyü, cazibe ve sihrin temizlenmesi zorunlu. 1
Mayıs, gene özel bireylerin mülkü olmalı. Aynı durum, Marx ve Marksizm için hep
geçerli.
Bu temizlikçi kafa geçmişte, “Artık dua etmek
yetmez”[4] diyen kurtuluş teologlarına, tıpkı Vatikan gibi, düşmanca
saldırıyor, “Bunlar solu tasfiye etmek için çalışıyorlar” diyordu.
Latin Amerika’daki bir toplantıda Gökdemir’in şefi
Kemal Okuyan’a güya, “Sizin devrim yapmanız zor, çünkü ülkeniz Müslüman”
deniliyor, o şef de kendi basiretsizliğini ve kifayetsizliğini Müslümanlık
bahanesi ardına gizliyordu.
Oysa o partinin köken aldığını iddia ettiği yapının
kurucusu Mustafa Suphi, Komintern koridorlarında aynı lafı edenlere, “Doğuda
devrim ocaklarını yakacağız” diye bağırıyordu kürsüden. Ocağa, doğuya ve
devrime düşman olmak, İslam perdesi arkasına gizleniyor bugün.
* * *
Vatikan kafasıyla bir yere varılmayacağı açık. O
kafanın gene dinle, imanla o Vatikan’a başkaldırmış, kıyam etmiş bir tarihi
görmesi mümkün değil. İmanın, bilincin düşmanı, ona dışsal bir mikrop olduğu
yalanı, burjuvalara ait.
Mircae Eliade tam aksini, “imanın bilincin temel taşı”
olduğunu söylüyor. O iman olmadan, doğum günü partisine ya da kendilerini özel
zannedenlerin dinsiz tarikatlarına dönüşmek kaçınılmaz.
Mesele bilim ise fizik bilimi, bugün ilerilik-gerilik
meselesinin insanların zihinlerindeki bir kurgu, bir yanılsama olduğunu
söylüyor. Fizikten, hareketten yana saf tutunca, onunla empati kurunca siyaset
yapılacağı zannediliyor. Mademki din bir yanılsama, hangi bilim ve kimin
bilimi, neden söylüyor bunu? O bilim ve o madde adına sadece güç görenle, güçlü
görünmek için o bilime ve maddeye tapan arasında bir fark yok.
Dinle mücadele ediyorlar ve bunu sanki “emekçi
kitleleri o boyunduruktan kurtarmak istedikleri” için yapıyorlar. Koca bir
yalan! Emekçinin derdiyle dertlenmeleri, derdin emekçisi olmaları mümkün değil.
Burjuvanın insan-bireyini putlaştırıyorlar, onu aşan her şeye düşmanlık
ediyorlar. Solculukları dahi burjuva için, ona içre. Tek meseleleri, o
burjuvanın kurduğu zihne-akla uygun bireyler bulmak, gerçeğin belirli cüzünü o
zihne-akla uydurmak. Emekçinin aşkınlığı, ezilenin aşkınlığı, devrimcinin
aşkınlığı… Hepsine düşmanlar! Ne burjuvanın kabilesinden kovulmak istiyorlar ne
de burjuva dışı kabilelerin kavgasına karışmak.
Ve safça, “Ey ahmak İsmail, sen Müslüman olduğun için
kapitalizme kul olmaya mecbursun, bak ben oluyor muyum” diyorlar. Borsada
çevrilen paraları, müteahhitlik işlerini, yoldaşlarını yıllarca sigortasız
çalıştırmalarını, kültürevlerinde burjuva sanatına, TV’sine “kaliteli”
elemanlar yetiştirdiklerini, bir seçim çalışmasında patrondan alınan
bilbordları vs. unut(tur)uyorlar.
Hem İsmail’i sudan çıkmış balığa çevirmek istiyorlar,
hem de o balığı yemeye-satmaya niyetleniyorlar. İsmail de “benim adım İsmail,
ait olduğum yerdeyim” deyince “gerici” oluyor. Onlar Batı’dan, burjuvadan,
devletten hiza alınca ileri oluyorlar, İsmail o hizaya kıyam edince geri.
“Burjuvazinin dinselleşmeye mecbur” olduğunu
söylüyorlar durmadan. O burjuvazinin bankalara itiraz eden, kıyamla varolan
Müslüman’ın ruhunu çalıp dinsiz dindar yaratma kumpasına perde oluyorlar. Çünkü
bunu arzuluyorlar. Cesetlerin eline bayraklarını tutuşturabileceklerini
düşünüyorlar.
Yıllar önce cumhuriyet yürüyüşlerinde dile getirilen
tehdit, bunlarda dil buluyor şimdi. Emekçiler, gene ve inatla
merhabacılar/selamünaleykümcüler diye bölünüyor. Bekir Coşkun galebe çalıyor.
Tüm bu keşmekeşin son bulması, köpüğün dağılıp gitmesi, çekicin çark etmesine
bağlı. O çekicin bayramı kutlu olsun.
Selam, Yaradana selam!
Eren Balkır
30 Nisan 2016
Dipnotlar:
[1] İhsan Eliaçık, “İslam’ın Kayıp Şehri: Muhtare”, 13 Ocak 2010, ihsaneliaçık.
[2] Orhan Gökdemir, “Din Devleti Değil Devlet Dini”,
30 Nisan 2016, Sol.
[3] Özgür Şen, “AKP Laikliği Kaldırmayacak ama Yeniden
Tanımlayacak”, 30 Nisan 2016, Sol.
[4] Suad Şarabani, “Kurtuluş Teolojisi”, 25 Nisan
2016, İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder