Pages

30 Mart 2016

Viral


“Virüsler yoluyla bulaşabilen” anlamında bir sözcük bu. Sosyal medyada hızla yayılan paylaşımlara, videolara, epostalara vs. atfen kullanıyor. Gezi’den beri böylesi bir salgının ve saldırının altında olduğumuz açık. Peki buna karşı gerekli panzehre, tahkimata sahip miyiz?

Bu konuda gerekli süzgeç, panzehir ve tahkimat görevini örgütlerin görmesi gerek. Ama görünen o ki örgütler, bu viral salgına daha fazla teşne. Niceliğin niteliği, biçimin özü ele geçirdiği momentte örgütler, “kısa günün kârı” diyerek söz konusu salgını besliyorlar ve ondan besleneceklerini düşünüyorlar. Yanılıyorlar.

Bir de işbölümünden söz etmek lazım. Bazı aklı evveller, ukala dümbelekler, “o işin aslı öyle değil” diyerek gene aynı telden çalıyorlar. Gene aynı viral âleme oynuyorlar. Salgın için gerekli teorik kırıntıları serpiştiriyorlar kendi ilkokuldan kalma duvar gazetelerine. Ve en fazla, ihtiyaç sahibi devrimciye para gönderen, çile çeken işçiler için açılan hesaba kredi kartı numarasını giren kişiler olarak işgörüyorlar. “Arka planı gösterenler” olarak mevcut işbölümündeki yerlerini alıyorlar, rollerini oynuyorlar, içkilerini yudumlayıp yemeklerinin hazzına varıyorlar.

2008 krizinden beri belirli bir tahkimatın yapıldığı açık. Türkiye ayağında Fethullah ile girilen iç gerilim ve Suriye ile girilen dış çatışma, bunun sonucu. Yaşananlarda egemenlerin bu krizi olumlu bir kanala sokma gayretlerini görmek lazım. Viral âlemde kişilerin ağzından dökülenlere, öznel konum üzerinden fazla değer ve anlam yüklüyoruz. Bir adım geri çekilip sürece bakmak lazım. O âlemde akan ideolojinin felç edici yönü görülmeli. Bunun bir dışavurumu da daha az basın açıklamasının yapılması ya da o açıklamalarda insanların konuşanı dinlemek yerine, cep telefonlarından gözlerini alamamaları. Eskiden kortej yanında yürüyen, ajitasyon çeken kadrolar bir bir bu âlemde istihdam ediliyorlar. Esasen göz de kulak da onların.

2008 krizi önemli bir moment. Bu dönem dâhilinde aklın ve vicdanın iğdiş edilmesi, uyuşturulması, tepkisizleştirilmesi gerekiyor. Krizin aşılmasının başka bir yolu var mı? Bir ABD savcısı ile tüm muhalefetin Amerikancı olması bu viral siyasetin bir semeresi, bu görülmeli.

Bu âlemde bir bildiri dolaşıyor şimdilerde. Kızıldere’yi anıyor. “Reformizme, revizyonizme, legalizme ve tasfiyeciliğe” küfrediliyor bildiride. Mahir’in bu çizgiye meydan okuduğu söyleniyor. Ama kimse şunu sormuyor: “Mahir’in o sözleri esasen Türkiye İşçi Partisi’yle alakalıydı. Bugün ‘ben yeni TİP’im’ diyen HDP’ye karşı böyle bir bildiri kaleme almanın ne anlamı var?” HDP, reform, revizyon, hukuk ve yenilenme hareketi değil miydi? Cümlemiz geri kafalı, ezberlere iman etmiş cahiller olarak etiketlenmemiş miydik?

Bülent Forta da bu ortamda “Kızıldere Ada Müzik’tir” diyebilmeli mesela. Marka, reklâm, meta ilişkileri üzerinden yürüyor nasılsa siyaset. “Kızıldere Haziran’dır” diyenlerin Haziran’ın ilk günü politik olarak nerede olduğu tarihte kayıtlı. O tarih, kendi dediği kabul görmeyince küsüp ertesi gün geri çekilenleri de gördü. Haziran’ın altını oyan, mülkiyet-rekabet ilişkileri değil miydi?

Bu ilişkilere viral âlem de deva olamayacak, bu kesin. Sadece dostlar alışverişte görsüncüleri bir süre oyalar. Zevahir kurtarılır, insanlar biraz oyalanmış olur.

İslamcılar kimilerine laik; Kürd hareketi de kimilerine Türk olduğunu anımsattı. Viral âlem, bu ipin arasındaki gerilimde vücut buluyor bugün. O gerilim bir huzur, bir rahat noktaya sabitleniyor, ona da “özne olmak” deniliyor. Toplumsal ve tarihsel çatlaklar kimsenin derdi değil. Artık kimse, politik olandan, halk olandan, kolektif olandan ve belirli bir tarihsel bağlamdan bakmıyor. Toz gibi savruluyoruz.

Eğer öyle ise bir kar tanesi gibi hareket etmek gerek belki de. Çatlaklardan sızmak, erimek, akmak, tekrar donmak, gene çözülmek… Böylelikle o kayayı parçalamak. Egemenlerin siyasetinde oluşan iki kutuptan birine yedeklenmek değil çare. Bağlam yoksa, bağ da yok, anlam da. Anlamımızı ve kıymetimizi başka yerlerde buluyoruz. Havuç-sopa, her zaman işe yarayan bir yöntem anlaşılan.

Viral âlem, esasen bu çatlakların üzerini örtüyor. Birey olarak oturduğumuz bilgisayarımızın karşısında duran varlık veya cep telefonumuzun uzanımı olarak o çatlaklardan rahatsızız. Egemenler bunu iyi biliyorlar.

İran’daki “yeşil devrim”e katılanların, Tahrir’de mücadele edenlerin uyarıları kulak arkası ediliyor sonra. Almanya’da Güney Afrikalıların uyarıları gibi… Kısa günün kârı peşinde olanlar, başarıya endeksliler, aynadaki simasına tapanlar vs. Bunlarla bir yol olmuyor.

Yol, kolektif mücadelenin açtığı kapılardan girerek oluşuyor. Onu devrimci kılan da bu. Sol ve sağ CHP’nin kucağına sürüklenmeye mani olacak da bu. Onun sağı da solu da bir. Halka düşman. Kendisini devletin mutlak sahibi addediyor.

Buraya sürüklenenlerin, sosyal âleme yansıyanlarda halkı, kitleleri, dip dalgayı görmeleri mümkün değil. Görmemek için sürükleniyorlar. Her seçimde bu yüzden afallıyorlar. Bir gün fuatavniden, bir gün ordudan, bir gün ABD’den, bir gün Rusya’dan, bir gün başka bir güçten medet umuyorlar. Tüm direniş ve muhalefet imkânlarını günbegün soğuruyorlar. Bu, “cambaz bak” numarası değil miydi?

Allah’ın ABD’lileri ise Trump ve ona “faşist” diyenlerin birlikte bir müsamere oynadıklarını söylüyorlar.[1] “Neoliberalizm çöktü, milyonlarca işçi-emekçinin öfkesini Trump istismar ediyor, liberaller de bu öfkenin sorumluluğunu üstlenmemek için Trump’ın üzerine çarpı atıyorlar ve o öfkeden korkanları örgütlüyorlar.” Bir başka ABD’li ise “aşırı sağcı popülizmdeki yükselişi seçkinlerin gülünç antifaşizmi besliyor.” diyor.[2]

Tüm bu süreç, viral âlemde fukara halka tepeden bakan, onu hor gören, aşağılayan bir dilde karşılık buluyor. AKP kanalları ise o halkın safındaymış gibi görünerek, halktaki yukarıya dönük her türden tepki ve öfkeyi kendi gölüne doldurmak için çabalıyorlar. Her şeyden azade, her şeyden yüce öznelliğimiz, sorumluluk, disiplin, işbölümü, hiyerarşi, paylaşım, ortaklaşma, dayanışma gibi kelimeleri lügatten siliyor.

Yukarıdaki fotoğrafta görülen türden ilişkileri alaya almayı öğreniyoruz. Bunları paylaşıyoruz, “evin taşındığında, beni arama” demek için. Mesela bir profesör kadın (Neşe Özgen) kendisinden Alzheimer hastası annesinden kurtulmak isteyen arkadaşlara öğütler veriyor…

Bir yere çekiliyoruz, burası açık. O çekildiğimiz yerde ya ahlak bekçisi ya da hukuk zabiti oluveriyoruz. O ahlakın ve hukukun sınıfsal temellerini sorgulamak, zaten artık gerici bir eylem. “Gerici” olana örgütlenmek, devrimci bir eylem…

Bu viral âlem, TV’lerdeki diziler misali, fukaranın ağzına parmak bal çalıp en ufak sorunun, sıkıntının çaresinin gene burjuvazide veya devlette olduğunu öğütleyip duruyor. İsveç maçı seremonisinde başörtülü Suriyeli kızlara iki kez küfretmeyi öğretiyorlar mesela: bir başörtülü, iki mülteci oldukları için. Bu kafa yapısı, iki sene önce kendisine üç kuruş maaşını vermediği için patronunun kafasını kıran Suriyeli işçiyi görmüyor. Örgütünün eşiğinden sokmuyor. Ya da örgütünü uzak diyarlara kaçırıyor. Sırf sorumluluk almamak, hesap vermemek için yazılar yazılıyor, eylemler yapılıyor. Herkesin kaçış rotası Batı’ya, en iyi ihtimalle, Avrupa’ya. Örgütleniyoruz ama nereye?

Bugün devlet, eskiden Irak’ta Saddam’ın, Suriye’de Hafız Esad’ın yaptığı gibi, Kürd coğrafyasına Arapları yerleştirmeyi düşünüyor. Eskiden Lübnan kamplarında yoldaş oldukları Araplara Kürd viral âleminde ağız dolusu küfürler ediliyor. Devletler sınıfî, millî ve dinî gerilimleri kendi çarklarına yağ diye damlatıyorlar. O çarklar, gene sınıfî, millî ve dinî müdahalelerle kırılabiliyor. Uzaydan veya batıdan medet niyetine beklediğimiz kurtarıcıların o çarklara dair bir sözü yok, bu görülmüyor. Viral âlem, gözümüze çekilen kara bir perde, yırtılmayı bekliyor.

Eren Balkır
29 Mart 2016

Dipnotlar:
[1] Thomas Frank, “Trump Neden Destekleniyor?”, 27 Mart 2016, İştirakî.

[2] David Broder, “Aptalların Antifaşizmi”, 21 Mart 2016, İştirakî.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder