“Virüsler
yoluyla bulaşabilen” anlamında bir sözcük bu. Sosyal medyada hızla yayılan
paylaşımlara, videolara, epostalara vs. atfen kullanıyor. Gezi’den beri böylesi
bir salgının ve saldırının altında olduğumuz açık. Peki buna karşı gerekli
panzehre, tahkimata sahip miyiz?
Bu
konuda gerekli süzgeç, panzehir ve tahkimat görevini örgütlerin görmesi gerek.
Ama görünen o ki örgütler, bu viral salgına daha fazla teşne. Niceliğin
niteliği, biçimin özü ele geçirdiği momentte örgütler, “kısa günün kârı”
diyerek söz konusu salgını besliyorlar ve ondan besleneceklerini düşünüyorlar.
Yanılıyorlar.
Bir
de işbölümünden söz etmek lazım. Bazı aklı evveller, ukala dümbelekler, “o işin
aslı öyle değil” diyerek gene aynı telden çalıyorlar. Gene aynı viral âleme
oynuyorlar. Salgın için gerekli teorik kırıntıları serpiştiriyorlar kendi
ilkokuldan kalma duvar gazetelerine. Ve en fazla, ihtiyaç sahibi devrimciye
para gönderen, çile çeken işçiler için açılan hesaba kredi kartı numarasını
giren kişiler olarak işgörüyorlar. “Arka planı gösterenler” olarak mevcut
işbölümündeki yerlerini alıyorlar, rollerini oynuyorlar, içkilerini yudumlayıp
yemeklerinin hazzına varıyorlar.
2008
krizinden beri belirli bir tahkimatın yapıldığı açık. Türkiye ayağında
Fethullah ile girilen iç gerilim ve Suriye ile girilen dış çatışma, bunun
sonucu. Yaşananlarda egemenlerin bu krizi olumlu bir kanala sokma gayretlerini
görmek lazım. Viral âlemde kişilerin ağzından dökülenlere, öznel konum
üzerinden fazla değer ve anlam yüklüyoruz. Bir adım geri çekilip sürece bakmak
lazım. O âlemde akan ideolojinin felç edici yönü görülmeli. Bunun bir
dışavurumu da daha az basın açıklamasının yapılması ya da o açıklamalarda
insanların konuşanı dinlemek yerine, cep telefonlarından gözlerini alamamaları.
Eskiden kortej yanında yürüyen, ajitasyon çeken kadrolar bir bir bu âlemde
istihdam ediliyorlar. Esasen göz de kulak da onların.
2008
krizi önemli bir moment. Bu dönem dâhilinde aklın ve vicdanın iğdiş edilmesi,
uyuşturulması, tepkisizleştirilmesi gerekiyor. Krizin aşılmasının başka bir
yolu var mı? Bir ABD savcısı ile tüm muhalefetin Amerikancı olması bu viral
siyasetin bir semeresi, bu görülmeli.
Bu
âlemde bir bildiri dolaşıyor şimdilerde. Kızıldere’yi anıyor. “Reformizme,
revizyonizme, legalizme ve tasfiyeciliğe” küfrediliyor bildiride. Mahir’in bu
çizgiye meydan okuduğu söyleniyor. Ama kimse şunu sormuyor: “Mahir’in o sözleri
esasen Türkiye İşçi Partisi’yle alakalıydı. Bugün ‘ben yeni TİP’im’ diyen
HDP’ye karşı böyle bir bildiri kaleme almanın ne anlamı var?” HDP, reform,
revizyon, hukuk ve yenilenme hareketi değil miydi? Cümlemiz geri kafalı,
ezberlere iman etmiş cahiller olarak etiketlenmemiş miydik?
Bülent
Forta da bu ortamda “Kızıldere Ada Müzik’tir” diyebilmeli mesela. Marka,
reklâm, meta ilişkileri üzerinden yürüyor nasılsa siyaset. “Kızıldere
Haziran’dır” diyenlerin Haziran’ın ilk günü politik olarak nerede olduğu
tarihte kayıtlı. O tarih, kendi dediği kabul görmeyince küsüp ertesi gün geri
çekilenleri de gördü. Haziran’ın altını oyan, mülkiyet-rekabet ilişkileri değil
miydi?
Bu
ilişkilere viral âlem de deva olamayacak, bu kesin. Sadece dostlar alışverişte
görsüncüleri bir süre oyalar. Zevahir kurtarılır, insanlar biraz oyalanmış
olur.
İslamcılar
kimilerine laik; Kürd hareketi de kimilerine Türk olduğunu anımsattı. Viral
âlem, bu ipin arasındaki gerilimde vücut buluyor bugün. O gerilim bir huzur,
bir rahat noktaya sabitleniyor, ona da “özne olmak” deniliyor. Toplumsal ve
tarihsel çatlaklar kimsenin derdi değil. Artık kimse, politik olandan, halk
olandan, kolektif olandan ve belirli bir tarihsel bağlamdan bakmıyor. Toz gibi
savruluyoruz.
Eğer
öyle ise bir kar tanesi gibi hareket etmek gerek belki de. Çatlaklardan sızmak,
erimek, akmak, tekrar donmak, gene çözülmek… Böylelikle o kayayı parçalamak.
Egemenlerin siyasetinde oluşan iki kutuptan birine yedeklenmek değil çare.
Bağlam yoksa, bağ da yok, anlam da. Anlamımızı ve kıymetimizi başka yerlerde
buluyoruz. Havuç-sopa, her zaman işe yarayan bir yöntem anlaşılan.
Viral
âlem, esasen bu çatlakların üzerini örtüyor. Birey olarak oturduğumuz
bilgisayarımızın karşısında duran varlık veya cep telefonumuzun uzanımı olarak
o çatlaklardan rahatsızız. Egemenler bunu iyi biliyorlar.
İran’daki
“yeşil devrim”e katılanların, Tahrir’de mücadele edenlerin uyarıları kulak
arkası ediliyor sonra. Almanya’da Güney Afrikalıların uyarıları gibi… Kısa
günün kârı peşinde olanlar, başarıya endeksliler, aynadaki simasına tapanlar
vs. Bunlarla bir yol olmuyor.
Yol,
kolektif mücadelenin açtığı kapılardan girerek oluşuyor. Onu devrimci kılan da
bu. Sol ve sağ CHP’nin kucağına sürüklenmeye mani olacak da bu. Onun sağı da
solu da bir. Halka düşman. Kendisini devletin mutlak sahibi addediyor.
Buraya
sürüklenenlerin, sosyal âleme yansıyanlarda halkı, kitleleri, dip dalgayı
görmeleri mümkün değil. Görmemek için sürükleniyorlar. Her seçimde bu yüzden
afallıyorlar. Bir gün fuatavniden, bir gün ordudan, bir gün ABD’den, bir gün
Rusya’dan, bir gün başka bir güçten medet umuyorlar. Tüm direniş ve muhalefet
imkânlarını günbegün soğuruyorlar. Bu, “cambaz bak” numarası değil miydi?
Allah’ın
ABD’lileri ise Trump ve ona “faşist” diyenlerin birlikte bir müsamere
oynadıklarını söylüyorlar.[1] “Neoliberalizm çöktü, milyonlarca işçi-emekçinin
öfkesini Trump istismar ediyor, liberaller de bu öfkenin sorumluluğunu
üstlenmemek için Trump’ın üzerine çarpı atıyorlar ve o öfkeden korkanları
örgütlüyorlar.” Bir başka ABD’li ise “aşırı sağcı popülizmdeki yükselişi
seçkinlerin gülünç antifaşizmi besliyor.” diyor.[2]
Tüm
bu süreç, viral âlemde fukara halka tepeden bakan, onu hor gören, aşağılayan
bir dilde karşılık buluyor. AKP kanalları ise o halkın safındaymış gibi
görünerek, halktaki yukarıya dönük her türden tepki ve öfkeyi kendi gölüne
doldurmak için çabalıyorlar. Her şeyden azade, her şeyden yüce öznelliğimiz,
sorumluluk, disiplin, işbölümü, hiyerarşi, paylaşım, ortaklaşma, dayanışma gibi
kelimeleri lügatten siliyor.
Yukarıdaki
fotoğrafta görülen türden ilişkileri alaya almayı öğreniyoruz. Bunları
paylaşıyoruz, “evin taşındığında, beni arama” demek için. Mesela bir profesör
kadın (Neşe Özgen) kendisinden Alzheimer hastası annesinden kurtulmak isteyen
arkadaşlara öğütler veriyor…
Bir
yere çekiliyoruz, burası açık. O çekildiğimiz yerde ya ahlak bekçisi ya da
hukuk zabiti oluveriyoruz. O ahlakın ve hukukun sınıfsal temellerini
sorgulamak, zaten artık gerici bir eylem. “Gerici” olana örgütlenmek, devrimci
bir eylem…
Bu
viral âlem, TV’lerdeki diziler misali, fukaranın ağzına parmak bal çalıp en
ufak sorunun, sıkıntının çaresinin gene burjuvazide veya devlette olduğunu
öğütleyip duruyor. İsveç maçı seremonisinde başörtülü Suriyeli kızlara iki kez
küfretmeyi öğretiyorlar mesela: bir başörtülü, iki mülteci oldukları için. Bu
kafa yapısı, iki sene önce kendisine üç kuruş maaşını vermediği için patronunun
kafasını kıran Suriyeli işçiyi görmüyor. Örgütünün eşiğinden sokmuyor. Ya da
örgütünü uzak diyarlara kaçırıyor. Sırf sorumluluk almamak, hesap vermemek için
yazılar yazılıyor, eylemler yapılıyor. Herkesin kaçış rotası Batı’ya, en iyi
ihtimalle, Avrupa’ya. Örgütleniyoruz ama nereye?
Bugün
devlet, eskiden Irak’ta Saddam’ın, Suriye’de Hafız Esad’ın yaptığı gibi, Kürd
coğrafyasına Arapları yerleştirmeyi düşünüyor. Eskiden Lübnan kamplarında
yoldaş oldukları Araplara Kürd viral âleminde ağız dolusu küfürler ediliyor.
Devletler sınıfî, millî ve dinî gerilimleri kendi çarklarına yağ diye
damlatıyorlar. O çarklar, gene sınıfî, millî ve dinî müdahalelerle
kırılabiliyor. Uzaydan veya batıdan medet niyetine beklediğimiz kurtarıcıların
o çarklara dair bir sözü yok, bu görülmüyor. Viral âlem, gözümüze çekilen kara
bir perde, yırtılmayı bekliyor.
Eren Balkır
29
Mart 2016
Dipnotlar:
[1] Thomas Frank, “Trump Neden Destekleniyor?”, 27 Mart 2016, İştirakî.
[2]
David Broder, “Aptalların Antifaşizmi”, 21 Mart 2016, İştirakî.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder