Dünya Jeffrey Goldberg’e çok şey borçlu. Obama ile
yaptığı, Atlantic’te yayınlanan kapsamlı ve uzun mülâkat, dış politika
anlayışına büyük bir katkı yapıyor. Bu sayede bir süre sonra görevinden
ayrılacak olan başkan, dış politika meselelerine dair görüşlerini ve en geniş
manada dünya için öngördüğü programını uzun uzadıya izah etme fırsatı bulmuş.
“Obama Doktrini”nin bu şekilde sergilenmesi hem büyüleyici hem de etkileyici.
Ama gene de şöylesi bir çıkarımda bulunmadan yapamıyor
insan: görevde kaldığı süre boyunca uyguladığı siyasetin ana yönelimleri ile
dünyayı biçimlendiren olaylara dair söylemini kıyasladığımızda, başkanın
“liberal realizm”inin bir yerde tıkandığı görülüyor. Esasında bu, hiç de olumlu
bir felsefe değil. Göründüğü kadarıyla bu türden fikirler, nihayetinde ahlak
dışı politikalara doğru yozlaşıyorlar. Tüm çıplaklığıyla yaşanan söz konusu
dönüşüme Obama’nın Beyaz Saray’ı boşaltmaya hazırlandığı koşullarda dünyanın
önemli bir kısmında tanık olunuyor.
Mülâkatın ilginç bir yönü de şu: Obama, George HW Bush
ve onun ulusal güvenlik danışmanı Brent Scowcroft’un dış siyasetini
onayladığını itiraf ediyor. Oysa esasen bu, tuhaf bir durum. Zira Obama
Demokrat Partili. Bush ise Cumhuriyetçi (aslında Obama’nın bir kenara itme veya
aşma konusunda hevesli olduğu Bush’un dış siyaseti büyük ölçüde babasının
nüfuzu altında şekillenmiştir.) Ama “oğlu da babası gibi” türünden
genellemelerin ötesinde bu tarz apaçık ama tuhaf bir kıyaslama bir süre sonra
izah edilebilir bir hâl alıyor.
Goldberg’in konuştuğu kişinin hayran olduğu
kişilerden, bilhassa (“Obama’nın bir keresinde ‘o adamı seviyorum’ dediği”)
Scowcroft’tan söz edilmesini büyük bir hevesle istemesi anlaşılır. Pembe bir
tablo sunan sözlerinde şunu aktarıyor: “Bush ve Scowcroft, 1991’de Saddam’ın
ordusunu Kuveyt’ten çıkarttı.” Ama Obama hikâyenin tamamını anlatmıyor, kendi
döneminde yaşanan birçok trajik gelişme konusunda Saddam’ın devrilişinin
önceden kimi fikirler verdiğinden hiç bahsetmiyor.
Irak ordusunun yenilip Kuveyt’i boşaltmaya mecbur
edilmesinden sonra Bush generallerini durduruyor. Bush bunun yerine, o kötü
şöhrete sahip konuşmasını yapıyor ve Irakların “meselelerin kontrolünü kendi
ellerine almaları”nı ve Saddam’ı devirmelerini söylüyor.
Birçokları, bunu despottan kurtarılmış bir Irak’ın
yeniden inşasına yönelik ABD’nin destek vereceğine dair bir güvence olarak
anlıyor, büyük bir keyifle ayağa kalkıyor ve rejimi devirmeye çalışıyorlar. Ama
hiçbir şey olmuyor. Saddam’ın ordusu helikopterleriyle isyancıları katlediyor
ve Irak’ın kontrolünü yeniden ele geçiriyor. Bush yönetimindeki “realistler”,
bu gerçeği kabullenip uluslararası politikadaki daha önemli meselelerle
uğraşmak için yola koyuluyorlar.
Obama’nın dış politikaya dair fikirleri birçok yönden
bu trajik yolu takip ediyor ve her türden despot ve yayılmacı için örtük ya da
açık Amerikan desteğinin önü açılıyor.
Goldberg, mülâkatın kenarlarını göz alıcı nakışlarla
süslüyor: “Son günlerde başkan şaka yapmaya da başlamış. ‘Ortadoğu'da tek
ihtiyaç duyduğum şey birkaç zeki otokrat’ diyor.” Bu yorum sıkıntılı, sadece
başkanın kimi düzeylerde bir despotun istikrar getirdiği takdirde tercih
edilebileceği iddiasını sahiplendiği için değil.
Söz konusu yaklaşım yapısı gereği ahlakdışı. Birçok
yönden bu yaklaşım, dış siyasetin iktidardakilerin yükünü hafifletmesinden çok
insanlığın hayrına işlemesi gerektiği düşüncesinin inkârı. Bu, yanlış olması
sebebiyle berbat bir görüş. Despotlar istikrar sağlamazlar. İktidarı tehlikeye
girdiği vakit Kaddafi’nin Libya’yı nasıl kasten yıkıma sürüklemesine
bakılabilir örneğin. Hayatta kalmasını Suriye’nin ve halkının önüne koyan Esad
da başka bir örnek. Obama’nın yorumu şaka yollu dile getirilmiş ama ahlakdışı
politik hesaplamaları da bir biçimde ifşa ediyor.
ABD’nin dünya meselelerinde geri planda kalmasını
isteyen Obama Rusya’nın askerî genişlemesini tolere ediyor, “kırmızı çizgimiz”
demesine, kullanılan kimyasal silâhlara karşın Suriye’de Esad’ın iktidarda
kalmasına rıza gösteriyor. Libya’da yaşanan çöküşü başkan başkasının sorunuymuş
gibi ele alıyor (sadece Avrupalılara fazla güvendiği için hatalı olduğunu
söylüyor). Suriye, Yemen ve Irak üzerinden İran’ın yaptırımların kaldırılması
üzerinden güçlenmesine ses etmiyor, İran ile hasmı Suudi Arabistan’ın “komşu”
olduğunu söylemekle yetiniyor.
Obama’nın stratejisinin liberal ve gerçekçi olduğunu
düşünenler yanılıyorlar, zira bu strateji, bolca otokrat üretiyor ya da en
azından varolanların hayatta kalmasını sağlıyor, diğer yandan da devletlerin
yozlaşmasını, korkutucu ve devasa boyutta bir şiddetin doğmasını koşulluyor.
Oysa Ortadoğulular ve başka yerlerde yaşayan insanlar
Amerikan başkanına umutla bakıyorlar. Obama’nın kendi lehine işleyen böylesi
bir politik mirası tüketmesi üzücü. “Obama Doktrini” ilk kez teşhir ediliyor
ama onun bütünüyle başarısız olduğu görüldü. Hatta bu doktrin, birçoklarının
hayal bile edemeyeceği ölçüde yüksek maliyetlere sebep olan bir hata.
James Snell
16 Mart 2016
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder