Mısır’da Tahrir öncesi işçi eylemlerinin fitilini
tekstil işçileri tutuşturmuş. O eylemlerde kadınların belirli bir ağırlığı var.
İlk eylemlerde kadınların ağzından dökülen öncelikli slogansa “Erkekler
nerede?”
Haziran 2010’da İskenderiye’de bir kafede öldürülen
Halid Said isimli genç ve daha birçok olay üzerinden 25 Ocak’ta eylem çağrısı
yapılır. O gün ulusal polis günüdür. Gençler Tahrir Meydanı’na doluşurlar.
Duvarlara yansıyan bir slogan şu şekildedir: “İşçiler nerede?”
Toplumsal-tarihsel dinamiklerin içinde yürüyen bir
tefrik ve terkip vardır. Burada dikkatli olunması gereken husus, tefrikin
devlet terkibine; terkibin burjuva tefrikine kurban edilmemesidir. Yani
ayrıştırma işlemi önemlidir, ama bu işlem kitleleri devlete köle etmemelidir.
Birleştirme işlemi önemlidir ama bu işlem kitleleri burjuvaziye kul
etmemelidir. Bu açıdan, “nerede?” sorusu dışlayıcılık içerir, “nasıl?” sorusunu
tümden dışlar. Mücadelenin bölerek ve birleştirerek ilerleyişinde sorunlu bir
sapmadır.
* * *
“Kadınlar gününe erkekler gelmesin” vurgusunu
burjuvazi ve devletle birlikte düşünmek zorunludur. Ana-bacı-yâr olmak
istemeyen, tanrının yeryüzündeki gölgesi olmayı arzulayan birey-kadının nereye
ve nereden seslendiğine bakmak gerekir. Kendi öznel kimliğimizin bütünlüğü
neyin dolayımıdır, bu araştırılmalıdır. Mücadelenin diyalektiği açısından
erkeksiz bir kavga kime hizmet eder, bu anlaşılmalıdır.
Benzer bir durum Alevîcilik için de geçerlidir.
Menkıbeleri, tarihyazımı, mitolojisi ile Alevîlik, İttihatçılıktan Kemalizme
miras kalmış bir kurgunun ürünüdür. Bu ayrımın geçmişte Selçuklu-Osmanlı
iktidarına karşı ayaklanmış kitlelerin tasnif ve tefrik edilmesi ile alakası
görülmelidir. Böylesi bir ayrım, Zülfikar kılıcını bilerek ya da bilmeyerek
düşmanın eline teslim edecektir.
Esasen Alevîcilik, isyan etmiş Alevîliğin toprağa
gömülme girişimidir. İttihatçıların ve Kemalistlerin başka bir Alevîliğe
tahammül etmesi beklenemez. Tarihi oradan başlatanların o tarih öncesinde
Alevîliğin ortaya koyduğu kavgayı istemedikleri açıktır. Onlar için Alevîlik de
Sünnilik kadar gericidir.
* * *
Bugün AKP iktidarı üzerinden Sünniliğin terörize
edilmesine, pejoratif bir düzleme hapsedilmesine, iğdiş edilmesine, iktidara
zarar verecek yönlerinin törpülenmesine şahit olunmaktadır. Bu açıdan, AKP’nin
Sünniliğin iktidarı olarak takdim edilmesinde İttihatçı-Kemalist iktidarın
elini görmek gerekmektedir.
AKP, Abdülhamid-İttihatçılar-Kemalizm dizgesinin bir
bileşenidir. Orada sakalları kesilen Alevî dedeleri ile deli muamelesi gören,
tasfiye edilen Cemaleddin Efgani, yan yanadır.
Bugünkü Sünnilik kadar bugünkü Alevîlik de esasen
altmış-yetmiş yıllık bir hikâyedir. Daha gerilere dönük referanslar, o referans
noktalarının tasfiye edilmesi ile alakalıdır. Halkın kolektif muhayyilesindeki
değerler somut, maddi çıkar ilişkilerine kurban edilmektedir. Oradaki akışın
diyalektiği iktidar nezdinde öldürülmektedir. Bugün “Alevîyim” ya da “Sünniyim”
demek, “devlete bağlıyım, onun açtığı alana razıyım” demektir.
Yüzlerce yıl Osmanlı’yı yönetmiş bir ailenin üyesi
olan Fuat Köprülü’den Alevîliği öğrenenler, bugün “Alevîlik İslam dışıdır”
demektedirler. Köprülü, tek bir dedenin elini sıkmadan, tek bir ocağı ziyaret
etmeden, oturduğu iktidar koltuğuna uygun bir Alevîlik icat etmiştir. Bugün
politik olarak bu Alevîliğin tehdit altında olduğunu söyleyenler, dolaylı
olarak, onu icat eden devletin tehdit altında olduğunu söylemekte ve gene
dolaylı olarak devlete hizmet etmektedirler. Alevîliğin kurtuluşu, kendi
saçlarını tutup bataklıktan çıkması demek değildir. O kurtuluş, Sünni ile
birlikte mümkündür.
Sünnilik ise tağuta boyun eğdirilmiş bir ideolojidir.
Abdülhamid’den bugüne tüm Sünni gelenek, itiraz, muhalefet, başkaldırı ruhunu
terke zorlanmıştır. Bangladeş’teki Nakşiler, “sosyalizmi kurmak için
çalışacağım” diye yemin ederlerken, Ekim Devrimi sonrası Kafkas Nakşileri Çar’a
karşı başkaldırırken, bizdeki Nakşilik, ancak devlete emir eri olabilmektedir.
Burada İslam değil, kontrgerilla ve NATO talimnameleri belirleyicidir.
* * *
Terkip ve tefrik iç içedir. Ayrıştırıldığında tekfir
solda ve sağda hüküm sürer. Şahsen üniversite yıllarında bir faşistten
işittiğim, “sizin bu okulda varolmanızı bile istemiyoruz” cümlesini bugün
solcular İTÜ gibi okullarda Müslümanlara bağırmaktadırlar. Bu tekfircilikten
kurtulmak için hedefe devleti ve burjuvaziyi almak şarttır. Asıl tekfir
edilmesi gereken onlardır. Neyin terkip, neyin tefrik edileceği bu tekfir ile
görünür hâle gelir.
Kolektif, müşterek bir kavga vardır. Asıl, onun
terkibine ve tefrikine bakmak elzemdir. Yani devletin ve burjuvazinin terkibine
ve tefrikine dikkatle, ihtiyatla yaklaşılmalıdır. Kadını erkekten, Alevî’yi
Sünni’den, Kürd’ü Türk’ten ayıran devletse buna karşı çıkılmalıdır; birleştiren
burjuvazi ise o birleşme reddedilmelidir. Aslolan, kavganın birleştirmesi ve
ayırmasıdır.
Bugün kadın hareketi, emekçi kadınların kavgasını
toprağa gömmek için teşkil edilmektedir. Atölyelerde, evlerde, tezgâhlarda,
sokaklarda sömürüye ve zulme maruz kalan kadınlar, soyut, zararsız bir mecraya
mahkûm edilmektedirler. Bu konuda devlet ve burjuvazi el eledir. Kendi
çıkarımız için burjuvazinin estirdiği rüzgârdan istifade edip devlete karşı güç
kazanalım derken, o emekçi kadınlar kavganın müşterek mevzilerini
kaybetmektedirler. Dolayısıyla, o kadına saldıran erkek, devletin esiridir.
İspanya İç Savaşı’nda Fas’tan getirilen askerler gibidir. Bu açıdan, erkeğe
düşmanlığı örgütleyenler, dolaylı olarak burjuva devletine hizmet
etmektedirler.
Benzer bir durum Alevîlik için de geçerlidir. Alevîlik,
devlet dışı, sivil bir toplum kuruluşu olarak algılanmakta, onun tarihsel
kavgasının su misali kendi çatlağını bulmasına izin verilmemektedir. Önsel
birer devlet veya burjuva patron gibi düşünenlerin Alevîliğe başka türlü
yaklaşması mümkün değildir.
Eren Balkır
6 Mart 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder