Diana Johnstone Söyleşisi
Maidhc Ó Cathail
10 Mart 2016
Son çıkan kitabınızda Hillary Clinton’ın “Kaosun
Kraliçesi” olduğunu söylüyorsunuz.
Hillary’yi tarif etmek için neden
bu tarz bir küçümseyici lakabı tercih ettiniz?
Bunun tek sebebi, Libya. Hillary Clinton, Libya’ya
savaş açılmasında oynadığı önemli rolle çok gurur duyuyordu. O ve danışmanları, ilk başta bu savaşı “Clinton doktrini”nin temeli olarak
kullanmayı planlıyorlardı. Bu plan, ileride başkanlık kampanyasında kullanılacak bir slogan olarak “zeki güç” kullanımı ile rejim değişikliği gerçekleştirme stratejisine dayanıyordu.
Bu kitabı yazmam konusunda gerekli ilhamı verense
Libya’da yaşanan felakettir. Buna bir de Rusya’yla savaşılmasına dair giderek yoğunlaşan tehlikeyi de eklemek gerekir.
Savaş kaosa sebep olur. Clinton, son yirmi beş yıldır ABD’nin başlattığı her savaşın ateşli bir müdafisi olmuştur. Bu savaşlar, ülkeleri yıkıma sürüklemiş, yönetilmesi mümkün olmayan bir mülteci krizine yol açmıştır. Kaos, Hillary’nin o yere göğe sığdırılamayan “dış politika deneyimi”nin bir tezahürüdür.
Sırf kadın diye Hillary’yi başkan görmek
isteyen kadınlara ne demek istersiniz? İddianıza göre, “III. Dünya Savaşı’ndan kaçınmak ABD’nin başına bir kadının geçmesinden
daha acil bir meseledir.” Hillary’nin III. Dünya Savaşı’nı başlatacağını nereden çıkartıyorsunuz?
Burada iki ayrı soru var. İlkine cevabım şu: savaşı herhangi bir kişinin bilinçli bir şekilde başlatacağı kanaatinde değilim. Şimdiki durum, I. Dünya Savaşı arifesine benziyor. O günlerde büyük güçler silâhlanmıştı ve bir kıvılcım bekliyorlardı. Gorbaçev, nahif bir biçimde soğuk savaşa son verdiğinde bile tepeden tırnağa silâhlı ABD Rusya’yı silâh sistemleri, saldırgan askerî tatbikatlar, NATO’nun genişletilmesine dönük hamlelerle zaten kuşatmıştı. Bugün de Putin’in şeytanlaştırılması savaş propagandası düzeyinde ilerliyor. Ruslar, ABD’nin kendilerine savaş açmaya hazırlandığına inanma konusunda çokça sebebe sahipler. Savunma amaçlı tedbirler almaları kaçınılmaz. “Kötü düşman”a karşı yürütülen bu aşırı askerî hazırlıklar ve propaganda, ileride önemsiz bir olayın kıvılcım görevi görmesini mümkün kılıyor.
Sorunuzun ilk kısmına gelince; “Hillary’ye sırf kadın
diye oy vermek” benim için bir anlam ifade etmiyor. Evet, kadınlar genel manada
kadınları etkileyen, eşit işe eşit ücret, becerilerin eşit ölçüde takdir edilmesi, doğum hakları, annelik izni ve çocuk bakımı gibi başlıklarda bir araya
gelmeliler kuşkusuz. Ama Clinton bir birey ve tüm kadınları ifade etmiyor. Kadınlar, bir kadının başkan seçilmesi hakkı için mücadele edebilirler. İyi ama böyle bir hak zaten var. Bu hakkın belirli bir kadının başkan seçilmesine
indirgenmemesi lazım.
ABD başkanlığı esasen sembolik bir konum. Karar alma süreçlerine dair önemli yetkileri haiz. Clinton, savaş ve barış konusunda yetersiz ve tehlikeli kimi hükümlerde bulunduğunu gösterdi. Bu özelliği sebebiyle onun başkan olmaması gerek.
Kitabınızdaki bir bölümün başlığı “Libya: Clinton’ın Kendi
Savaşı”. “İsyancılar”ın
desteklenmesi konusunda Fransa’yı ikna eden, İsrail
yanlısı
Bernard-Henri Lévy’nin oynadığı rolü göz önünde
bulundurursak, Afrika’nın eskiden en zengin ülkesi konumunda bulunan Libya’nın NATO
eliyle yıkıma uğratılması hususunda neden sadece Hillary’yi suçluyorsunuz?
Bernard-Henri Lévy, “bir Yahudi olarak Libya’ya askerî
müdahaleyi desteklediğini” birkaç kez söyledi. Muhtemelen o,
Kaddafi’nin devrilmesinin İsrail için hayırlı olacağını düşünüyordu. Fransız hükümetini motive eden belki de Kaddafi’nin planına dönük korkusu idi. Bu
plan, Fransa’nın eski Afrika sömürgelerinde (Fransa
hazinesinin desteğiyle basılan, on dört ülkede kullanılan para birimi) CFA Frank’ın yerine altın destekli Afrika
parasını basmayı içeriyordu. Ama gene de
Libya direnişinin üstesinden gelecek
operasyonu yürütme konusunda ne Fransa’nın ne de Britanya’nın belirli bir
kapasitesi vardı. ABD liderliği bu konuda bölündü. Clinton, Obama’da ve Savunma Bakanı Gates’te mevcut olan savaşa girme konusundaki
isteksizliğin üstesinden geldi.
Libya’nın yok edilmesi için gereken araçları ABD temin etti.
“Savaş Partisi” başlıklı bölümde “Savaş Partisi,
iki partili sistemin her iki kanadına hâkim olduğundan
beri eldeki geçmiş performans, Cumhuriyetçilerin Hillary’nin iyi görünmesine
yetecek ölçüde kötü bir aday
göstereceklerini ortaya koyuyor” diyorsunuz. Görünüşe göre, siz herkesin şaşkınlıkla izlediği Donald
Trump’taki bu yükselişi önceden öngörmüşsünüz, öyle değil mi?
Aslına bakılırsa pek öngördüm diyemem. Esasen
Trump’tan daha kötü olan Ted Cruz’un öne çıkmasını bekliyordum. Robert Reich’ın
da işaret ettiği üzere, Cruz radikal sağcı bir fanatik. Gerici kanaatlere sahip biri. Yanlış yapmaya meyilli bir aday. Trump, onun ağzını her fırsatta kapamasını bildi, onun laflarını çalarak Cruz’a konuşma fırsatı vermedi. Cruz, en azından Rusya’yla savaştan kaçınılması gerektiğini düşünen biriydi.
Bernie Sanders’ın da yükseleceğini beklemiyordum. Clinton karşısında düzgün bir seçenek buldukları için gençler arasında ciddi bir karşılık bulmuş görünüyor.
Her iki isim de Amerikalılar arasında ülkenin işlevsizleşmiş politik sistemi konusunda derin bir memnuniyetsizliğin olduğunu gösteriyor.
Queen of Chaos isimli çalışmanızda şu öngörüde bulunuyorsunuz: “Bugünkü gerçeklerden
baktığımızda, 2016’daki başkanlık yarışı Haim
Saban ve Sheldon Adelson arasında geçecekmiş gibi görünüyor. Her iki durumda da kazanan İsrail olacaktır.” Saban’ın Clinton’ın başkan olması ihtimaline sadakatle bağlı olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz,
bunun ABD dış politikası için anlamı nedir?
Eğer ABD politikasının şimdiye dek fazla İsrail yanlısı olduğunu düşünüyorsanız, bir de “Hillary, Beyaz Saray’a girdikten sonraki sürece bir bakın” derim. Medya patronu
Haim Saban, Clinton’ı başkan yapmak için gerekli her türlü harcamayı yapacağını söyledi. Bunun üzerine Hillary başkan olunca hemen
Netanyahu’yu Beyaz Saray’a davet etme sözü verdi. Bunu da
Amerika ile İsrail arasındaki “kopması mümkün olmayan dostluk ve
birliğe dair bağları yeniden kurmak ve BDS hareketini yok etmek için bir fırsat olarak kullanacağını” söyledi. Devamında İsrail’in İran’ı “terörist devlet” olarak niteleyen değerlendirmelerini
yineledi. Daha önce de İsrail politikalarını eleştirmenin “antisemitizm” olduğunu söylemiş, Gazze halkını o sefil topraklarından İsrail’e saldırılar düzenlediği için suçlamıştı.
Obama dâhil önceki başkanlar, İsrail’in kontrol edilemez
faaliyetlerinden bıktıklarını sıkça ifade etmişlerdi. Hillary ile birlikte İsrail’in Gazze’yi yıkması, hatta İran’a saldırması önünde hiçbir engel kalmayacak.
Clinton, İsrail’in Suriye’yi parçalama ve yok etmeye
dair o gizli politikasıyla örtüşen bir isim.
Dünyada kendisine hangi kadınların “ilham verdiği” sorulduğunda Hillary, Rus punk rock grubu Pussy Riot olduğunu söylüyor. Bu, bize onun hakkında neler söylüyor? ABD-Rusya ilişkileri konusunda ne tür anlamlara sahip?
Bir hayal etsenize, Hillary’nin Bill ile bir müzede
grup seks yaptığını. Radikal anarşist Nadezhda Tolokonnikova sisteme karşı gerçekleştirdiği bir performans sanatı dâhilinde bunu yapmıştı. “İlham” alıyor mu? Aslında Hillary, tam
olarak düşündüğünü söylemeyen biri. Bu soruyu da Putin’e ne kadar karşı olduğunu göstermek için fırsat olarak gördüğü kesin. Komik olan şu ki Tolokonnikova
ABD seçimlerinde Bernie Sanders’ı tercih ettiğini söyledi.
Eğer
Hillary’nin dış
politikasının ana örgütleyici
ilkesi “Koruma Sorumluluğu” ya da KS ise bu ilkenin tüm dünyada
insan hakları için ne kadar beter bir şey olduğunu nasıl izah edebiliriz?
Hillary anlamamış olsa da Libya’da yaşanan felaket KS’nin tehlikeli bir
doktrin olduğunu ispatladı. Bingazi’deki belirli İslamcı isyancıları “korumak” için kolları sıvayan NATO’nun KS’ye dayalı müdahalesi Sirte gibi
modern bir kenti tümüyle yok etti, Libya’daki siyah nüfusun ırkçı linç kampanyalarına maruz kalması için gerekli kılıfı sağladı, binlerce sivilin ölümüne neden oldu, ülkenin yerlerde sürünmesine yol açtı.
KS doktrini, somut, herkesin gördüğü kanıtlar temelinde müdahale edecek, tarafsız, herkesin bildiği bir polis gücü mevcut olduğunda anlamlı olabilir. Oysa durum bu şekilde gelişmedi.
Libya’da “insanî acil durum”, rejimin içteki
muhaliflerince imal edildi ve uysallaştırılmış ana akım medya eliyle servis
edildi. Yaşananlara dair tespitler tümüyle hatalıydı, karşıt görüşler ifade eden kaynaklar hep göz ardı edildi (Bkz.:
Maximilian Forte, Slouching Towards Sirte: NATO’s War on Libya and Africa [“Sirte’ye
Yaslanmak: NATO’nun Libya ve Afrika Savaşı”])
Dünyadaki mevcut güç ilişkisi açısından KS doktrini,
ancak büyük bir güç eliyle küçük bir güce tatbik edilebilir. Bu da büyük gücün olaylara dair kendi
yorumu üzerinden gerçekleşir. Gerçekte ise KS, ABD
eliyle beğenmediği rejimlere karşı kullanıldı.
Tespitinize göre, Nobel Ödüllü Obama, “faydası olmayan
savaşlara girme konusundaki tereddüt açısından seleflerini bile geride bıraktı. Böylesi bir tereddüdü Hillary’den
bekleyemeyiz.” ABD ordusunu kullanma noktasında Clinton’ın Obama’ya kıyasla
daha az tereddüt yaşayacağını nereden çıkartıyorsunuz?
Basit: Obama ne vakit tereddüt ettiyse, Hillary’de
böylesi bir tereddüde asla rastlanmadı. Libya’ya savaş açılmasını isteyen oydu. Suriye’de uçuşa yasak bölgeyi isteyen gene
oydu. Rusya’ya karşı daha güçlü hamleler yapılmasını istedi. Eski sözcüsü Victoria Nuland Kiev’deki Rusya karşıtı darbeye öncülük eden isimdi. Kaddafi’nin canice
katledilmesi karşısında kıkır kıkır gülmesi bile onun düşmanlarına yönelik insanî herhangi bir duygu
taşımadığının ispatı. Hillary onları insanlık dışı kabul ediyor zira. Merhametten yoksun bir kişi olarak ABD’nin her türden silâhlı çatışmada galip geleceğine inanıyor. İşte en tehlikelisi de bu. O, her düşmanını mümkün olduğunca savaşa zorlamaya hazır. Görünen o ki “kötü adamlar”ın nihayetinde yenileceğini düşünüyor, bu düşmanlara nükleer silâhları bulunan Rusya da dâhil.
Obama’da Hillary’deki özgüven yok. Obama’nın insan
öldürüp duran insansız hava araçlarını savurgan bir biçimde kullanması, ABD’nin
elindeki kara gücünün sınırını gösteriyor. Savaş Partisi, Obama’ya sürekli baskı uyguluyor. Suriye’de kimyasal silâhlar kullanılıp kullanılmadığının tartışıldığı günlerde olduğu gibi, Obama bazen bu baskıya direniyor. Bilindiği gibi, o dönemde savunma bakanı değişmiş, Clinton yerine Kerry gelmişti.
Kitabınızın “Savaş Partisi” başlıklı son bölümünde “Hillary
Clinton’ın yükselişi karşısında Demokrat Parti’nin ‘daha az kötü’ olarak gösterilmesinin tümüyle yanlış” olduğunu söylüyorsunuz. Eğer
demagojik Donald Trump Hillary’nin karşısına çıkartılıyorsa, seçmenleri
Hillary’nin iki kötü içindeki
daha az kötü olmadığı konusunda ikna etmek mümkün mü?
Görünüşe göre bu, imkânsızmış gibi görünüyor. Kim bilir, belki
de savaş tehlikesini asli mesele hâline Trump getirecek. Ama bana kalırsa bugün Trump ile Clinton
arasındaki seçim yarışının kararı mide düzeyinde verilecek,
meselelere pek bakılmayacak. Belki ben yanlış değerlendiriyorumdur, ama dış politika asli meseleymiş gibi görünse de, bu seçimde belirleyici değil. Trump elitleri ürkütüyor, internet yorumlarında ise Hillary’ye dönük husumet zirveye ulaşmış durumda. Eğer Sanders bir
aldatma taktiği gereği aday olamazsa, bu husumet daha da güçlenecek. İşler böyle giderse, Kasım seçimi Amerika’da en çok nefret edilen iki
insan arasında geçecek.
Siz, iki partili sistemin her iki kanadına hâkim olan
savaş partisinin karşısına barış
partisini çıkartıyorsunuz. Bu noktada takdir gören iki kadının, Cynthia McKinney ve Coleen Rowley’nin barış ekibinin
parçası olarak
bir barış adayının desteklenmesine hizmet edebileceğini söylüyorsunuz. Oysa bu iki isim, Hillary’nin etrafındaki
Madeleine Albright, Suzanne Nossel, Susan Rice ve Samantha Power’dan pek farklı değiller, öyle değil mi? Bir gün
Amerikan halkının aradaki
farkı bilince çıkartacağı konusunda iyimser misiniz?
“Barış partisi” derken, politik bir
partiyi aşan bir şeye işaret ediyorum. Ülkeyi ve dünyayı dünya hâkimiyeti denilen,
delilik düzeyine ulaşmış, kibirli politikadan kurtarmaya niyetli, bilgili,
ilkeli insanlar ağını kastediyorum. Asıl mesele, neokonların ve liberal müdahalecilerin dışişleri bakanlığını ele geçirmiş, Pentagon’a hücum etmiş olması. Barış partisi, diplomatlardan, akademisyenlerden,
subaylardan, siyasetçilerden ve yayın yönetmenlerinden oluşabilir. Bence III. Dünya Savaşı’ndan kaçınmak isteyenler neokonları incelemeli. Bunlar, düşünce kuruluşları, editör sayfaları, finansal çıkarlar ve yönetim kurullarına yapılan sızmalar üzerinden siyaset aygıtını ele geçirmişler. Bu süreç terse çevrilebilir mi, çevrilebilirse nasıl çevrilebilir? Bu soruyu cevaplamak bana düşmez. Ama gene de bu sorunun sorulması gerek.
Halk düzeyinde barış partisi, ekonomik
talepler üzerinden teşkil edilebilir: askerî bütçenin kesilmesi, böylelikle faydalı, üretken ülke içi faaliyetlerin
finanse edilmesinin sağlanması, gereksiz askerî üslerin kapatılması, NATO’nun dünyayı fethedecek denli genişlemesinin durdurulması, her yıl üç milyar dolarla İsrail’in desteklenmesine son verilmesi gibi talepler
dillendirilebilir. Amerikalı zenginler, Amerikan
halkı ve Amerika’nın geleceği yıkımlara yol açan savaşlar için israf ediliyor. Gerçek düşman, ABD’deki ordu-sanayi kompleksi. Bu yapı, hükümet
finansal yatırımlar üzerinden kârlar sağladığı için ayakta ve genişlemeye devam ediyor. Eğer Amerikan halkı bu gerçeği bilince çıkartırsa, barış partisi de doğal olarak büyüyecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder