Eskiden Neşe Özgen, “insanlar olağan ticaretini
yaparlar, bu suç değildir, ama araya sınır çekerseniz, bu iş birden suç hâline
gelir” derdi. Şimdi der mi bilmiyorum.
İran, yıllardır ambargo altında. Bazı uyanıklar, hem
devletin hem ekonominin hem de kendi cukkalarının ihtiyacına binaen, İran’la
dolaylı, örtük işler yapmışlar. O gün “hırsız” diye bağıranlar, perdenin
arkasındaki, işin sahibi devleti koruyorlardı. Bugün o devlet, üzerini
silkeliyor. Hepsi bu. Bize de kendimiz gibi temiz-saf devlete örgütlenmek
kalıyor.
Yani “aldığınız komisyonları halka dağıtın” da
denilebilirdi o gün. En azından “hırsız”dan daha politikti. Abluka altındaki
İran da halka dağıtılacak paralar da umurlarında değildi. Zira artık herkes,
ideolojik açıdan Fethullahçı olmuştu. Belki de aradaki kayıkçı dövüşü bunun
içindi: geminin yelkenine Fethullahçı muhalefet rüzgârı lâzımdı.
* * *
Eğer Hillary Clinton epostaları doğru ise Tayyip,
Necdet Özelgillerle Suriye konusunda bir cedel içerisine girmiş. Erdoğan,
“Suriye ile ilişkilerimiz iyi, ekonomimiz tıkırında, ne gereği var çatışmaya”
diyor. Askerî müdahaleyi ordu istiyor. AKP tongaya mı düşürülüyor yoksa NATO
ordusu, emirleri mi yerine getiriyor, bugün için bilmiyoruz. Bildiğimiz şu: tüm
terörü, bombaları, açık sınır siyasetini, IŞİD’i vs.’yi bir “meczubun”
hezeyanlarına bağlayanlar, başka bir gerçeği gizliyor olmalılar. Peki bugün
Erdoğan ölse ya da kulağından tutulup indirilse o gerçeği gizleyenler, hesap
vermekten muaf mı olacaklar? “Ne güzel siyaset yaptınız öyle!” deyip
alkışlamamızı mı bekleyecekler?
1997’de bir şey değişmiş bu coğrafyada ve dünyada.
NATO’su, CIA’i paradigma değiştirmiş. FBI’ın o dönemde diplomatik yazışmaları
izlemediği dört ülke var: İngiltere, Belçika, Türkiye ve Azerbaycan. İddiaya
göre bunlar, Pentagon’a göbekten bağlılar.
Kimi Müslümanlar, iyi niyetli olarak, öznelliklerini,
kimliklerini buldukları yere halel gelmesin diye, bu göbek bağının boyunlarına
dolandığını görmüyorlar. Erdoğan’ın gizli ajandası olduğu için bugün dayak
yediğine kendilerini ve başkalarını inandırmak istiyorlar. Üç kuruş rant ve
mevki için İslam’a yapılanlara değdi mi peki? Hesap sorulacak, diri kalan bir
mevzi kaldı mı geride? Bu devleti bilmez misiniz, kimseye zırnık koklatmaz,
hasımlarını birbirine tokuşturur, herkes kendisine muhtaç olsun diye gece-gündüz
işler çevirir…
* * *
O Gladio savcılarının tek satırını merak etmeyenler,
bugün bir ABD’li savcının kavalının peşinden gidiyorlar. O savcılar, “ajanlar
sıradan insanları öldürüyorlar ki halklar yüzlerini devlete dönsün ve daha
fazla güvenlik talep eder hâle getirilsinler” diyorlar.
Preet Bharara isimli zat ise ABD’de, bilhassa Wall
Street’i İşgal Et günlerinde, bankacılara yönelik açtığı davalar ile tanınıyor,
ama kendisine “iyi de 2008’deki krizde tüccarların, mortgage baronlarının,
sanayicilerin hiç mi günahı yok?” diye soruluyor, savcı da “yeterli delil yok”
diyor. Dünyası Twitter olmuşlar da onun Erdoğan’ı eklemesine yüce anlamlar
yükleyerek, yastığa başlarını rahatça bırakıyorlar. Kendisine halı, lokum
gönderenlere ve “bu ülkeye manda tayin et” diyenlere rastlanıyor. Rıza Sarraf’ı
tutuklayan Fethullahçı olduğu söylenen amirin “devletin onurunu kurtardık”
lafının yanına hizalanıyorlar. Zekeriya Öz’ün Amerikan versiyonuna, biraz da
Amerikalı olduğu için el açıyorlar. Devletimizse İngiliz-ABD hattında kendisine
kitle örgütlüyor. Erdoğan başta olsa n’olur, olmasa n’olur!
Tayyip’in kendi gençlik kollarına TRT’de verdiği
seminerde söylediği “üretim ekonomisi”ne yaptığı vurgu gerçekse, onun
Bharara’nın kolladığı kesimle kesiştiğini görmek gerekiyor. Fuat Avni’den sonra
bu savcıya da hayal kırıklığına uğrattığı için küfretmek istenmiyorsa, kuklaya
değil kuklacıya bakmak gerekiyor.
Ve esasen o sözün sahibi Malcolm X’e kulak verilmeli.
Zira Gladio’nun “gerilim stratejisi”, hükmünü o gün İtalya’da yitirmiş değil.
Efendiler, kendileriyle birlikte halkı da yeniden kuruyorlar. Kurmak
zorundalar. Örneğin ABD’de Trump’ı çıkartıyorlar, ona karşı muhalefeti de
Moveon gibi siteler üzerinden Soros örgütlüyor. Aynı Soros, AB’deki göçmen
yanlısı çalışmalara da el atıyor. Göçmenler üzerinden vicdanımızı temize
çıkartıp kan ve ziftle dönen çarkların arasına karışılıyor.
Liberalizm kitlelerin ruhunu, faşizm bedenini
parçalıyor. İlkinde dağılan ruh faşizme; ikincisinde beden liberalizme
sığınıyor. “Evden çıkmayarak, alışveriş yapmayarak vs. faşizmi cezalandıralım”
diyenlerin neye örgütlendiklerini görmeleri gerek. Bugün halkı o savcı veya ABD
gibi tamamlanmış-kâmil varlığına örgütleyeceği hayalleriyle yaşayanların,
devletin-burjuvazinin o halkta ve o halkla örgütlenmesine müdahil olmamaları,
büyük ihanet.
Örgütlendikleri şeyin Gezi veya Sûr olmadığı açık. Bu
ikisi, o neyse, ona örgütleniyor. Fuat Avniler, savcılar ve kimyasal bomba
ihbarları ile geçiyor hayat. Ülkeyi yönetemediği, güzelim yurdumuzu Ortadoğu
bataklığına soktuğu, şanlı devletimizi ayağa düşürdüğü vs. için şikâyet
ediyoruz. Dilekçelerimiz kime sunuluyor, onu sorgulamak lazım galiba. Neye
örgütleniyoruz, bizi neye-nereye hazırlıyorlar, zerre fikrimiz var mı? Doğruda
dursak, ne yazar? O doğru, onların olduktan sonra…
Eren Balkır
23 Mart 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder