Pages

01 Şubat 2016

Marx Gerici 'Yeni Ateistler' Hakkında Ne Düşünürdü?


Marx yaşasaydı “Mahşer-olmayanın Dört [Beyaz] Atlısı” (kerametleri kendilerinden menkul Richard Dawkins, Christopher Hitchens, Sam Harris ve Daniel Dennett) şahsında tecessüm eden ve kendini anti-teizm dinini yaymaya adamış bu gerici, aşırı milliyetçi, emperyalizm yanlısı Yeni Ateizm akımı hakkında ne düşünürdü acaba?

Haz etmeyeceği kesin.

Marx da ateistti ancak onun tanrısızlık diye bir meselesi yoktu. Daha o zamanda, bundan 150 yıl önce yani, kimi Batılı aydınların dine, üretkenliği baltalayan, hatta çocuksu bir şey olarak karşı çıkma noktasındaki takıntılı tutumlarını fark etmişti.

1842 tarihli bir mektubunda şöyle yazıyordu:

“[…] siyasi koşullar, din çerçevesinde değil, din siyasi koşulların eleştirisi çerçevesinde eleştirilmelidir, zira bu, bir gazetenin tabiatına ve okuryazar ahalinin eğitim seviyesine daha uygundur; din, kendi başına ele alındığında içeriksizdir, o, varlığını göğe değil, dünyaya borçludur ve teorize ettiği çarpıtılmış gerçekliğin kaldırılmasıyla dinin kendisi de ortadan kalkacaktır. Sonuç olarak eğer felsefe konuşulacaksa, isterdim ki (onları dinlemeye hazır olan herkesi öcüden korkmadıklarına inandırmaya can atan çocukların hâlini hatırlatan) ‘ateizm’ zevzeklikleri yerine, halka felsefenin içeriği aktarılsın. Voilà tout [“hepsi bu” -ç.n.].”

1844’te, Ekonomik ve Felsefi Elyazmaları’nda Marx, ateizmin sosyalizmle ilgisi olmadığı noktasında ısrarcıydı:

“İnsanın doğanın yaratımı ve doğanınsa insanın yaratımı olduğunun insanlar için açık duruma gelmiş olmasına izafeten insanın ve doğanın gerçek varoluşu, duyumsal deneyim yoluyla pratikte açıkça ortaya konmuş olduğundan, doğanın ve insanın üzerinde bir dışsal varlık meselesi -doğanın ve insanın gerçek olmadıklarının kabulünü ima edecek böylesi bir mesele- pratikte olanaksız hâle gelir. Ateizm, tanrının inkârı olarak artık anlamsızdır ve insanın varlığını bu inkâr üzerinden varsayar; ama sosyalizm olarak sosyalizmin artık böylesi bir dolayıma ihtiyacı bulunmamaktadır.”

Andy Blunden’ın 2006 tarihli etkileyici ve kışkırtıcı makalesinin [Marx Neden Ateist Değildi?] sonuç bölümünde şu sözler yer alıyor:

“Marx’ın kitleleri teslimiyete ve cehalete mahkûm eden ruhban sınıfına ve eski rejimin tüm kurumlarına yönelik uzlaşmaz düşmanlığını, ayrıca onun ruhban sınıfının gericiliği hükmündeki kurumları ile her türlü uzlaşmayı reddettiği gerçeğini hatırlatmak gerekir.”

Nitekim Marx’ın Komünist Manifesto’da yer alan “Hıristiyan sosyalizmi, rahibin aristokratın kinini takdis etmekte kullandığı kutsal sudan başka bir şey değildir” yollu iddiası meşhurdur.

Blunden, “Marx, dinin işçi sınıfı içindeki etkisine itiraz eder, ancak mistisizmin kendisini ifşa ettiği her türden biçimden biri olarak. O günlerde mistisizmin bu biçimlerinden birisi de ateizmdir.” diyor. Başka bir deyişle Marx, ateistlerin -kendisinin tarihsel materyalist sisteminin kökten karşı olduğu “maddi olmayanın tecessümü olarak”- Tanrı ile ilgili ironik takıntılarını dinsel olanla aynı kategoride görmüştür.

Nihayetinde, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı’ya yazdığı 1843 tarihli giriş yazısında Marx’ın “dolayısıyla dine karşı mücadele, doğrudan doğruya manevi atmosferi din olan dünyaya karşı mücadeledir” demiş olduğu malum. Başka bir deyişle (kelimenin gündelik kullanımdaki içeriğiyle değil de ‘materyalist olmayan’ biçimindeki felsefi anlamıyla) idealizme karşı mücadele.

Marx’ın kötü şöhretli “kitlelerin afyonu” sözü, genellikle bağlamından koparılarak aktarılır. Bağlam dâhilinde ele alındığında Marx’ın dinin mazlumlara ve sömürülenlere nasıl bir sığınak sunabileceğini kavradığı görülür.

“Dinî ıstırap hem gerçek ıstırabın ifadesi hem de ona karşı bir protestodur. Din, mazlumun ahı, kalpsiz dünyanın kalbi, ruhsuz koşulların ruhudur. Din halkın afyonudur.”

Eğitimli ve ayrıcalıklı burjuvalar arasında orantısız ölçüde sık rastlanan Ateizm, büyük oranda kişinin dâhil olduğu sınıfla ilişkilidir. Eğer ateist, gerçekten dini ortadan kaldırmak istiyorsa (birçok Yeni Ateist’in alışkanlık hâline getirmiş olduğu gibi) kitlelerin ne kadar “aptal” ve “boş inançlı” oldukları hakkında uzun ve boş yazılar yazmak yerine evvela maddi olanı, dinin sınıfsal temelini işaret etmelidir.

1867 yılında Kapital’in ilk baskısının önsözünde Marx şunları yazar:

“Siyasi iktisat sahasında hür bilimsel soruşturma, sadece diğer bütün sahalardaki o aynı düşmanlarla karşılaşmakla kalmaz. Uğraştığı maddelerin kendilerine özgü doğaları da savaş meydanında onun karşısına insanın içindeki en şedit, en zalim ve en habis tutkuları, özel çıkarın Erinyelerini -intikam tanrılarını- hasım olarak sürer. Örneğin Müesses İngiliz Kilisesi, gelirinin 39’da birinden vazgeçmektense 39 kuralından 38’inin ihlal edilmesini yeğleyecektir. Bugünlerde ateizm, mevcut mülk ilişkilerinin eleştirisine kıyasla küçük bir günahtır. Yine de bariz bir ilerleme var. Geçtiğimiz birkaç hafta içinde yayınlanmış olan “Correspondence with Her Majesty’s Missions Abroad, regarding Industrial Questions and Trades’ Unions” (“Majestelerinin Dış Ülke Temsilcilikleri ile Sanayi Meseleleri ve Sendikalar Hakkındaki Yazışmalar”) bu konuda örnek verilebilir. Kitapta yabancı ülkelerdeki İngiliz kraliyet temsilcilerinin Almanya’da, Fransa’da, kısaca Avrupa kıtasının tüm medeni devletlerinde sermaye ve emek arasındaki ilişkilerde yaşanan köklü değişimin İngiltere’deki kadar bariz ve kaçınılmaz olduğunu bildirdikleri kayıtlıdır. Aynı zamanda, Atlantik Okyanusu’nun diğer kıyısında ABD başkan yardımcısı Bay Wade de yaptığı mitinglerde köleliğin kaldırılmasının ardından sermaye ilişkilerinde gerçekleşen köklü değişimden söz etmiş ve toprak mülkiyetinde yaşanacak değişimlerin de sırada olduğunu beyan etmiştir. Mor harmanilerle ya da siyah cübbelerle üzeri örtülemeyecek alametlerdir bunlar. Yarın gerçekleşecek bir mucizenin muştucusu değiller. Gösterdikleri şu ki yöneten sınıflar arasında mevcut toplumun taşlaşmış olmadığı, daha ziyade değişebilir, hatta mütemadiyen değişmekte olan bir organizma olduğu yönünde bir önsezi beliriyor.”

(Zengin, beyaz, erkek, hetero-yönelimli) Yeni Ateistler, ciddi bir mağduriyet kompleksi içindeler; sürekli olarak (elbette emperyalist beyaz üstünlükçü kapitalist patriyarka tarafından değil de) güya dindarlar tarafından “ezildikleri” yollu serzenişte bulunuyorlar. Yine de düzen medyasında yazıları yayınlanıyor, prestijli kurumlarda ya da üniversitelerde çalışıyorlar ve birçoğu ünlü insanlar. Marx’ın yazdığı gibi; kapitalizm eleştirileriyle kıyaslandığında ateizmin hiç de netameli bir tarafı yok.

Sosyalistlerse büyük medyada yazamazlar, genellikle prestijli kurumlarda ya da üniversitelerde istihdam edilmezler, edilseler bile güçlüyü eleştirdikleri için işlerinden olurlar (sayısız örneklerden yalnızca biri için bkz. Filistinli radikal akademisyen Steve Salatia için düzenlenen Makkartici cadı avı) ve sosyalistlerin çok azı tanınmış kimselerdir. Marx’ın gözlemi, bugün için de, hatta belki bugün daha fazla geçerli.

Marx, siyasi iktisada yönelik yaklaşımını tarihin bilimsel tahlili olarak görüyordu (Engels, bunu bilimsel sosyalizm olarak adlandırıyordu, biz ise bugün ona “Marksizm” diyoruz). Onun iktisadi teorileri, bilimsel anlamda gerçekten de birer “teori” idiler, bugün “hipotez” gibi muamele görmelerine karşın fizikî olguların ampirik olarak doğrulanmış bilimsel açıklamalarıydılar. Daha önce yazdığım gibi:

“Solcuları tasalandıran bir biçimde, kapitalizmin ‘kaçınılmaz’ olduğu, ‘insan doğası’na -ya da daha kötüsü insanî-olmayanın doğasına- dayandığı miti çok yaygın. Ancak bu boş laflar hiç yeni değil. Bütün bir modern akademik ‘iktisat’ binası çoğu, sosyokültürel ve tarihsel bağlamdan bağımsız, değişmez, kavranabilir ve belki de kolaylıkla anlaşılabilir bir ‘insan doğası’na inanan klasik liberal iktisatçıların çalışmalarının (ve dolayısıyla onların ideolojik, bilimdışı ve açıkçası güvenilmez varsayımlarının) üzerine kurulu.

Bugün birçok akademisyenin burjuva iktisatçılarının insanları, piyasada ‘eşit imkanlar’la ve ‘bilgiye eşit erişim’le sadece kendi ‘rasyonel öz-çıkarlar’ını izleyen mutlak “rasyonel failler” olarak ele alışları ile alay ettikleri gibi Marx da zamanında tüm bu düşünürlerle mücadele etmişti (elbette bütün ekonomistler böyle saçma varsayımlarda bulunuyor değildi ama bu varsayımlar neoliberal ve neoklasik iktisadın temelini oluştururlar ve bir zamanlar sahip oldukları öneme artık sahip olmasalar da hala oldukça yaygın olarak kabul görürler; bu aksiyomlar hâlihazırda İktisada Giriş derslerinin çoğunda apaçık kavramlarmış gibi öğretilirler).

Marx, 1857’de, yani Kapital’den bir on yıl önce, Grundrisse’de şunları yazmıştı:

‘[burjuva iktisatçıları] üretimi -Mill örneğinde olduğu gibi-, âdeta tarihten bağımsız ebedi doğa yasalarının içine gömülmüş, bölüşümden vs. ayrı bir şey olarak sunma eğilimindedirler, bu arada fırsat bu fırsat, burjuva ilişkileri de teoride toplumun temelini teşkil eden karşı konulamaz doğa yasaları diye işin içine sokulur.’ […]”

Gerici kapitalist Yeni Ateistler, toplumsal alandaki bu türden bilimsel yaklaşımları ellerinin tersiyle kenara iterler. Esasen onların çoğu, “gerçek bilim” olarak kabul etmedikleri sosyal bilimleri hakir görmektedir.

Gerici Yeni Ateistlerle ilişkili tehlikeler, anılanlarla sınırlı değil. Görece (diğer üç Atlı’ya kıyasla) sessiz olan Dennett bir yana, Harris, Hitchens ve Dawkins (özellikle de ilk ikisi) sağcı siyasetin yolunda uygun adım yürüyüşteler. Jacobin’de yayımlanan ve hareketi yapısöküme uğratan “Yeni Ateizm, Eski İmparatorluk” adlı yazısında Luke Savage, “Yeni Ateistlerin ilgi görmelerinin nedeni, onların Batı emperyalizmine gerekli entelektüel kılıfı vermeleridir.” belirlemesinde bulunuyor. Şunları yazıyor Savage:

“Pratikte Yeni Ateizm, popülerliğini ve ticarî başarısını, neredeyse tümüyle ‘teröre karşı savaş’a, işe yararlılığını emperyalist jeopolitikanın entelektüel aracı olmaya borçlu olan kaba, indirgemeci ve alabildiğine seçici bir eleştiridir.

İlk dönem ateist geleneklerin bazıları, şiddeti reddedip Sol’un sahip çıktığı davaların savunuculuğunu yapmışsa da (örneğin Bertrand Russell hem sosyalisttir hem de tek taraflılıkçıdır), bugün Hitchens, Dawkins ve Harris’in temsil ettiği ateist damar, saldırgan savaş, devlet şiddeti, temel insan haklarının kısıtlanması, işkence, hatta işkence bağlamında, Arap uluslarına karşı jenoside benzer, önleyici nükleer saldırıların yapılmasını savunmakta, bu tür fikirleri benimseyip lehte olacak şekilde kafa patlatmaktadır.

Bu ateizmin önde gelen taraftarları, birbirinden farklı ideolojik kılıklara bürünseler de benimsedikleri politika, sağ liberallerden Avrupa aşırı sağının proto-faşist demagoglarına uzanan bir aralıkta seyretmektedir.

[…]

Batı toplumlarında Müslüman karşıtı hisler veya neokonservatif jeopolitika, 11 Eylül sonrası dünyada yükselişe geçmeseydi, Yeni Ateist projenin ticarî ve entelektüel başarı kazanması imkânsızdı. Bu proje, “teröre karşı savaş” fonuna uygundu, şiddete ve yıkıcılığa işaret eden maceracılığıyla İslam’ı monolitik bir kötülük olarak tarif etti ve bu anlayış itibarlı liberallerin egemenliğindeki mahfillerde epey taraftar buldu.

[…]

Gene de hepsi ortak birkaç entelektüel bağla birbirine bağlıdır. Her bir isim, barbar, tekçi ve gerici Doğu’ya karşı, medeni, kozmopolitan ve ilerici Batı’nın safında olan, çift taraflı bir dünya görüşüne sahiptir. Farklı politik konumlar üzerinden, Harris, Hitchens ve Dawkins, Sağ ile belirli zamanlarda kamuoyu önünde cilveleşmiş, onun en pespaye, en itibarsız unsurlarını coşkuyla desteklemiş, onlara dönük sempatilerini ifade etmiştir.

Üç isim de görünüşte kültürel liberaldir. Esas olarak liberal seyirciye seslenir. Sean Hannity veya Rush Limbaugh’nun asla seslenemeyeceği yollardan, Demokrat Parti’nin kentli ve “itibarlı” taraftarlarına bakar. Öte yandan da terimin yaygın olarak anlaşılan biçimine göre, alabildiğine liberal olmayan konumlar alırlar ve kimi eylemler içerisine girerler.

Entelektüel süsü püsü kazınıp bakıldığında tüm Yeni Ateist metinler, Darwin, Newton ve Galile’ye dönük bir yığın cıvık atıfla doludur. Burada karşımıza, geçmişteki imparatorlukların dilini incelemiş herkese aşina gelecek bir dünya görüşü çıkar: kültürel açıdan üstünlükçü, yabancıyı özselleştiren ve ötekileştiren, denk kısımları himaye eden, babahancı, kendi amaçları doğrultusunda uygulanmış şiddeti meşrulaştıran bir dildir bu.

[…]

O halde sahip olduğu yüzeysel rasyonalizmin altında Yeni Ateizm, imparatorluğun entelektüel savunusundan ve küresel kapitalizmin adaletsizliklerini örtbas eden bir duman perdesinden başka bir şey değildir. O, sıradan gerçeklere derin görüş elbisesi giydirip, emperyalist projeleri teşvik eden ve aynı zamanda eldeki önyargılar için gerekli kanalları açan ama öte yandan da mevcut gücünü putkırıcı, muhalif ve objektifmiş gibi görünmesinden alan, darkafalı bir evrenselciliktir.

Hitchens, Harris ve Dawkins, kendilerini liberal politikanın yavan hoşgörüsüne karşı mücadele yürüten birer entelektüel asi olarak gösterebilir. Ama onlar, nihayetinde en zararlı eğilimlerden bir kısmının savunucularından başka bir şey değildirler.”

Kibarca ifade etmek gerekirse, belli ki Marx bunlara pek de taraftar olmazdı.

Marx’ın gözlemlerinin -sadece kapitalist üretim tarzına dair olanların değil, ateizmle ilgili olanların da- onun zamanındakinden çok farklı olan bugünün sanayileşmiş, teknolojik, küresel finans kapitalist sisteminde hâlâ bu ölçüde geçerli olduğunu görmek dikkate değer. Böylesine isabetli, zamana dayanıklı tespitler onun tarihsel materyalizm, Marksist diyalektik ve bilimsel sosyalizm gibi sistemlerinin doğruluğunu ve önemini bir kere daha gösteriyor.

Ben Norton
20 Şubat 2015
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder