Pages

01 Şubat 2016

Âlem


Herkesi kendisi gibi bilmenin, sadece kelle sayısına bakmanın, niteliği niceliğe kurban etmenin bir âlemi yok. Herkesin de böyle olduğunu zannetmek, manasız. Pürüzsüz, saf, soyut, gerçeklikten kopuk bir âlemden konuşmak da.

O âlemde din ve millet, öcü olarak takdim ediliyor. Dinden ve milletten ari, münezzeh olandan bugüne akınlar tertipleniyor. Yaklaşık yüz yıl önce Komintern kulislerinde Mustafa Suphi’ye “boş yere çırpınmayın, İslam âleminde devrim mevrim olmaz” diyenler, bugün de aynı sözü sarf ediyorlar. Suphi, Komintern’de bu söze yönelik öfkesiyle şunu söylüyor: “Doğu’da devrim ocaklarını yakacağız!”

* * *

Devrim ocaklarının külü üzerine kuruluyor bu devlet. Futbol tarihinde[1] görüldüğü üzere, ulus-devlet, sanayileşme, burjuvalaşma ile her şey bir kalıba dökülüyor. Halkın olan, dışarıda tutuluyor, yabani olanlar törpüleniyor, keskin dişler sökülüyor, çapaklar alınıyor. Burjuva saraylarına uygun bir kıvama getiriliyor. Devlet, Türk’ü ve Sünni Müslüman’ı; sol da Kürd ve Alevî Müslüman’ı çitliyor. Kendi hanesine kapatıyor.

O hâlde egemenlerin dinine karşı mücadele, solda tecessüm eden dini de karşıya almayı gerekli kılıyor. Ev kölelerine[2] karşı mücadele, her daim sıcaklığını muhafaza ediyor. Kendisini kesmesin diye “ezen-ezilenden, burjuvazi-proletarya”dan bahsedenlerin bu yarılmayı, çatışmayı, tam kalplerinde, etlerinde hissetmeleri gerekiyor. Sınıfı ve ezileni lügatinden ve dilinden söküp atanlar, bu ayrımları, çatışmaları kendisinde etkisizleştirenlerle yan yana oturuyorlar. Bir yok ve boş yer olarak devlet, sol diye bir muadil oluşturuyor.

Sınıf mücadelesi veya ezilen mücadelesi âlemin dışına atılınca, savuşturulunca özgürleşeceklerini zannediyorlar. Siyaset yapma gereği duyduklarında, derhal karşılarına dini ve milleti alıyorlar. “Devletle mücadele ediyoruz” diyorlar. Devlete karşı mücadele, bireyselliğin serbestiyeti adına, liberalizm sularında kulaç atmak olarak gerçekleşiyor. Dinî ve millî ne varsa düşman ediliyor, böylelikle liberalizmin bireyine hizmet ediyorlar. Kolektif, çoğul, müşterek olan, o birey adına, bir bir katlediliyor.

* * *

“Eğitimli ve ayrıcalıklı burjuvalar arasında orantısız ölçüde sık rastlanan Ateizm, büyük oranda kişinin dâhil olduğu sınıfla ilişkilidir. Eğer ateist, gerçekten dini ortadan kaldırmak istiyorsa (birçok Yeni Ateist’in alışkanlık hâline getirmiş olduğu gibi) kitlelerin ne kadar ‘aptal’ ve ‘boş inançlı’ oldukları hakkında uzun ve boş yazılar yazmak yerine, evvela maddi olana, dinin sınıfsal temeline işaret etmelidir.”[3]

Maddî ve sınıfsal olandan bahsetmek, öznenin kendisini de kesecek bir pratik olduğundan, maddî ve sınıfsal olandan kaçılıyor. Havada asılı, kendinden menkul olgular olarak din ve millet, ezeli-ebedi düşmanlar kabul edilip hedefe konuluyor, elde sopa, dövülüyor. Sonra kitlelere, “aslında tüm sorunlarınızın kaynağı din ve millet diye bir şeylerin olması. Onlardan kurtulacağınız, rahata ereceğiniz yerse soldur” deniliyor. Buna da burjuvadan ödünç aldıkları kavramla, “eşitlik” diyorlar. Eşitlikse liberalizmde özgürlüğün önşartı.

Maddi ve sınıfsal olana bakılmadığı için dinin ve milletin maddi ve sınıfsal oluşumu, din ve millet içerisindeki maddi ve sınıfsal yarılmalar, çatışmalar, sıçramalar, mevzilenmeler görünmüyor.

Oysa Mustafa Suphi, karşımıza bunlara dair bir mecaz, bir im, bir ayet olarak çıkıyor. Dinî ve millî olanın ne şekilde devrimci sonuçlar üretebildiğini gören bir özne olarak Suphi, bu ülkenin temellerindeki Batılı, kendisini Batılı olduğu zannıyla yüce gören Balkanlı kadroların eliyle katlediliyor.

Suphi anmalarında onun adını ağzına bile almamalarının sebebi bu. O yüzden yaşadıkları küçük burjuva hikâyelere yüce anlamlar yüklüyorlar. Sosyalizmin yolunun kendi adımlarıyla başladığını zannediyorlar. Suphi’yi “ahmak, cahil, bilgisiz, yabanî ve maceracı” buluyorlar. Kendilerini yüceltmek için geçmişe küfretmek gerekiyor. Suphi, sadece kendi programlarını, teorilerini reklâm etmek için bir araç olarak kullanılıyor.

Bu nedenle, HDP milletvekili Erdal Ataş’ın ağzından çıktığı biçimiyle, “Marksizm-Leninizm-Maoizm bugünü karşılamıyor, onu aşmak gerekiyor. ‘Proletarya diktatörlüğü’ gibi geri kavramları terk etmek gerekiyor” deniliyor.

Çok daha gerici bir yerden, Aydınlık Yol lideri Abimael Guzmán ise militanlarına Hz. Muhammed’in hayat hikâyesinin anlatıldığı bir kitabı okutturuyor. Onların bir avuç insanın bir isyana nasıl öncülük edebildiğini o peygamberden öğrenmelerini istiyor. [4] Bizim eski Maoistlerimiz ise dine küfrederek yüceleceklerini zannediyorlar.


*  *  *

Kürd’ün ve Alevi’nin çitlenmesi, “bunların mücadelesi, bizim sosyalizm mücadelemizin parçası” denilerek gerçekleştiriliyor. Devletin çitlediği Türk’ün karşısına solun çitlediği Kürd; devletin çitlediği Sünni’nin karşısına ise solun çitlediği Alevî çıkartılıyor. Bunların ehlileştirilmiş, Batılılaştırılmış, dişleri sökülmüş, kavganın harrından kaçırılmış soyut bir varlık hâlinde örgütlenmesine bakılıyor.

Hâlâ Alevîlerin İran’a asimile edilmesinden bahsediyorlar, çünkü onların Almanya’ya asimile edilmesine razılar. Burada dövüşen bir güç olarak Alevîliği sol da gerici buluyor. Karizmasını çizeceğinden korkuyor. Özgür birey, kolektif varlık olarak Kürd’ü ve Alevî’yi kendisine düşman görüyor esasında. Onların sınıfsal-politik ve devrimci-politik hareketlenme imkânları bastırılmak zorunda. “Eşitlenmek” dedikleri budur:

“Karşıma beni aşan, benden yüce, beni küçülten, benim gücümden fazlasını içeren şeylerle gelme” deniliyor. Mikro-devlet olarak birey, bu emirleri savuruyor sağa sola. Bu birey, ancak kendisini kurana hizmet edebiliyor. Ortak davaya hamal-işçi olmayı aşağılık bir şey kabul ediyor. Ortak dava, yerden kaldırılıp zulme ve sömürüye karşı örgütlenmeyi bekliyor. Bayrağımıza bu yalnızlık yakışmıyor.

Bayrağın değil, kendi bireyliğinin yalnızlığına ve azlığına bakanlar, Davutoğlu Toledo’dan bahsedince o kenti kuşatan cumhuriyetçilere karşı direnen faşistleri bile sahiplenebiliyorlar. Toledo, Sur’dan Cizre’ye dek uzanan bayındırlık planlarına işaret ediyor. Evler bu nedenle yıkılıyor, bölge bu sebeple insansızlaştırılıyor. Önü sonu faşizm, insanı aşağı çekmekle korkutuyor. Yücelen insan, burjuvazinin “insan”ına kul oluyor, ona razı geliyor. Toledolaşacak Sur’dan nasırlı eller, çıplak ayaklar geçemeyecek, bu biliniyor.

Solun timsah gözyaşlarına kanmamak gerekiyor. Dinsiz ve milletsiz olduğu âlemde Arnavut kaldırımlarına bakan meyhanelerde içmeyi o da hak ediyor.

Eren Balkır
1 Şubat 2016

Dipnotlar:
[1] John Storey, “Modern Futbolun İcadı”, 1 Şubat 2016, İştirakî.

[2] Malcolm X, “Ev Kölesi ve Tarla Kölesi”, 14 Ocak 2016, İştirakî.

[3] Ben Norton, “Yeni Ateistler”, 20 Şubat 2015, İştirakî.

[4] Gustavo Gorriti Ellenbogen, The Shining Path: A History of the Millenarian War in Peru, s. 26.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder