Esad, Suriye’ye müdahaleleri konusunda, “Suudi
Arabistan ve Türkiye’nin başkalarının borusunu öttürdüğünü” söylüyor.[1] Bugün
o boru, Deniz Baykal’da ötüyor.
Baykal, CHP içinde varolduğu söylenen Çerkes-Alevi
gerilimine dair bir kelam ediyor. Parti içerisinde Kılıçdaroğlu ile birlikte
kendi döneminin tasfiye edildiğine içerliyor ve buna yönelik bir müdahale
gerçekleştiriyor. “Tabandaki huzursuzluk”tan[2] kastı bu. Kılıçdaroğlu, bu
huzursuzluğu gizlemek için avamın gazını alacak bir laf ediyor ve bu nedenle
Erdoğan’a “diktatör” diyor.
Her yönüyle CHP, “devlet içi klikler”den kasıt ne ise
siyasetini o alana mahkûm etmiş görünüyor. Bu “klikler”, Selin Sayek Böke’li
yeni yönelimi parlatmak için uğraşıyorlar. Deniz Baykal, diğer kanadın adamı
olarak hamlesini yapıyor. Bu hamlede Aydın Doğan, Ahmet Hakan üzerinden, sürece
müdahil oluyor. Böke “in”, Baykal “out” oluyor. “Devlet içi klikler”
teorisyenleri, CHP’ye kapaklanıyorlar. Onu “son kale” gördükleri için bu tip
laflar ediyorlar.
Esasında iki klik de aynı boruyu öttürüyor. “Ülkeye
Güney Kore modeli”ni öneren Böke, Kemal Derviş’in eskimişliği üzerinden, ona
ait bir maske olarak servis ediliyor. Derviş ise AKP’nin takip ettiği ekonomi
programının taşıyıcısı. Bugün gazetesi üzerinden saldırı
gerçekleştiriliyor ve eleştirilere maruz kalan Böke, birden tüm solun savunduğu
bir isim hâline geliyor.[3] Devleti işte böyle işliyor. Sol, bu işleyişin
parçası olmaktan dolayı gizli bir mutluluk duymanın adı.
“Klikler arası gerilim” teorisyenlerinin gözden
bilerek kaçırdıkları husus, içe ve dışa doğru bakış konusundaki ayrışmanın Kürd
ve Müslüman söz konusunda derhal birleşeceği, birleştiği. Kürd’e ve Müslüman’a
uzak, hatta düşman bir ideolojinin bu sathi ayrışmaya bel bağlaması kaçınılmaz.
Bu teorisyenler, sırda ya da açıkta Kürd ve Müslüman düşmanı oldukları için,
kliklerden, gerilimlerden söz ediyorlar. Arınç ve Baykal’ın yan yanalığını
görmüyorlar. Devlet, ağalara-beylere zarar vermeyecek Kürd’ü, Müslüman’ı ve
sosyalisti bulmanın, bir araya getirmenin adı aslında.
Deniz Baykal’ın Çerkes olmadığını söyleyenler de var,
ama CHP içerisinde bir Çerkes damarını temsil ettiği açık. Ülke yönetiminde
belirli kademelere getirilen Çerkeslerin Çerkes Ethem sonrası sürecin
“düşkün”leri olduklarını söylemek gerek. Devlet, soyut manada Çerkesleri milli
ve dini gerekçeler üzerinden kendisine bağlamayı biliyor. En komünisti bile,
İslam ve aslolarak Kürd düşmanlığı üzerinden Said-i Kürdî eleştirisi kaleme
alabiliyor. En sağcısı da, Aytunç Altındal üzerinden, Milli Görüş’teki milli
lafının ümmeti ifade eden anlamını söküp atmak için uğraşıyor. İçe sızıyor.
Genel planda siyaset, “son kale” edebiyatına ikna edilmişlerin cirit attığı bir
saha olarak şekilleniyor.
Çerkes Ethem, “işbirlikçi hain oldukları için ilk
kurşunu Ege’de bir imama ve ağaya sıktığını” söylüyor. Enver Paşa ve Sovyetler
ilişkisi üzerinden sola çalan kimi pozisyonlar alıyor. Onun tasfiyesi ve ölümü
sonrası Çerkeslerin üst tabakası devlete kul ediliyor. Özellikle istihbaratın
kapısı, onlara açılıyor. Yani Baykal konuşuyorsa, o kanal adına konuşuyor.
O kanal, Erdoğan’a vantrologluk yaptırıyor. Baykal’ın
“Halep Sünni kenti” demesi, “Şii kuşatması”ndan söz etmesi, CHP içi bir yön
barındırdığı gibi, bağlı bulunduğu iradenin yönelimini de ele veriyor.
Sünni-Şii, avama yutturulan zoka, illüzyon, altta ise ülkenin varlığına dair
onlarca yıldır süren tartışmanın ipuçları açığa çıkıyor. “Son kale” sözü,
aslolarak Osmanlı’ya tehcir edilen Çerkeslerin amentüsü. Kefken’den beri
çekilen zulmün afyonu.
Bu yönüyle bir akıncı olarak sefere çıkmış olan
Ethem’in yüzüne, dönüşte, o kalenin kapıları kapanıyor. Kale etrafına hendekler
kazılıyor. Türkiye’nin “altemperyal” ya da “neo-osmanlıcı” niteliğine işaret
edenler, bu savunma savaşının birer parçası. En fazla, sefere giden
akıncılarını hain ilân etmeye hazırlanıyorlar, o kadar.
Futbola ait bir tabirle, en iyi savunma saldırıda
teşkil ediliyor. Baykal ve CHP’si, Çerkes Ethem’in vurduğu imamın ve ağanın
safında olduğunu gösteriyor. Doğan Avcıoğlu’nun ifadesiyle, “para eşraftan, can
yoksul köylüden geliyor”. Baykal, eşrafın adamı olduğunu tekrar anımsatıyor.
Halep’i Antep’e katmak için önce Karayılan’ın tasfiye edilmesi şart. Baykal, bu
iştahla, açgözlülükle, devleti için konuşuyor. Ağzından hep bu minvalde sözler
dökülüyor. Kılıçdaroğlu üzerinden partilerinin Alevileştiğini sananlar,
kızılbaşlar üzerine “Ya Ali!” diye yürüyen yeniçerilerden farksızlar.
Ulus-devletleşme gerilimleri, sınıfsal çatışmaları
gölgeliyor. Bu açıdan benzer bir saflaşmanın Esad Suriye’sinde olduğunu görmek
gerekiyor. Ülkede Kürdler kadar Alevilerin de pek söz sahibi olmadığından
bahsediliyor. Baykal’ın iddiasının aksine, Suriye devleti Sünnilere dayanıyor.
“Alevi diktatörlüğü” lafı ve Esad’ın “terimler savaşı” dediği şey, bir
manipülasyondan ibaret. Esad’ın Alevileri devletin neferi olarak belirli bir
mesafede tuttuğunu söylemek mümkün. “Devletin sahibi sizsiniz” yalanı üzerinden
tüm itirazları boğma yöntemi. Suriye’deki Çerkesler de asker. Osmanlı’dan miras
kalan bu anlayış, devlet geleneğinin olmazsa olmazı. O devlete “Batı’ya entegre
ol” deniliyor.
Entegrasyonun bir boyutu Lübnan Hizbullah’ı ve
Filistin. 10-15 senedir Türkiye üzerinden batıya entegre edilme girişimi bu iç
savaşı koşulluyor. O gün bu entegrasyona mihmandarlık edenler, bugün CHP içinde
konuşuyorlar. Türkiye ile entegrasyon girişiminin mucidi AKP değil, CHP’nin
devleti. AKP, o inşaata ancak taşeronluk yapabiliyor.
Dolayısıyla, tüm meseleleri bir kişiye, günah keçisi
olarak bir isme, örneğin Erdoğan’a yüklemek, NATO’nun, ABD’nin, İsrail’in ve
devletin müdahalelerini örtbas etmeye yarıyor.
Devlet, bir tür liberalizm paydasında, AKP ve solu
birleştiriyor. Bir yandan cemaatler ve tarikatlar düzleniyor, diğer yandan sola
AKP’yi yıpratma görevi veriliyor, böylelikle sol, yeni devletin tahkimat
sürecinin parçası kılınıyor. Dinin ve milletin efendilere göre tanzim edilişini
ya örtbas ediyor ya da bu sürecin figüranı oluyor.
Milli, dini ve sınıfi tüm direniş biçimlerini kendi
bünyesinde cem etmenin adı ise Filistin. Çatışmaların bir boyutu, onunla
ilgili. Dolayısıyla, Alevi’nin veya Kürd’ün Filistin’den kaçtıkça kurtların
sofrasına yüzünü döndüğünü görmesi gerekiyor. Liberalizm ise o sofra dışında, o
sofradan atılan kemikleri koklamak anlamına geliyor. Baykal’a kızarken, buna da
dikkat etmek gerekiyor.
Alevilere ait bir kavram olarak, Filistin dârdır. O,
sofradan ve kemiklerden uzak kalacağımız yerdir. Oraya düşman olan herkes, bir
tür devlete hizmet ediyordur.
Misal Yalçın Küçük. Onun gibiler, egemenlerin siyasi
yönelimlerine uyumlu, o yönelimlere içrek kimi lafları kurguladığında siyaset
yaptıklarını zannediyorlar. Perinçek, Küçük ve Baykal, aynı dönemin, birbiriyle
dost olan üç ismi olarak, böylesi bir yanılsama içerisinde. Bu yanılsama, avama
yanılgı olarak tercüme ediliyor. Yani bu isimler, avamın öfkesini devletin
hendeklerinde boğazlıyorlar.
“Son kale” denilen zokayı Aleviler, Çerkesler,
Sünniler, Kürdler… herkes yutuyor. AKP, buraya hamle yapıyor. Sünni olanı milli
olanla yer değiştiriyor. Sünnileri millileştiriyor, milleti saraya bağlıyor.
Abdülhamid’den İttihatçılara, oradan Kemalizme kadar üstte belirli bir
süreklilik söz konusu. Bu da herkesi bir kalede yaşadığına ikna etmek, aşırıya
kaçan düşünce ve eylemleri kale duvarları önündeki hendeklerde boğazlamak. O
kale duvarlarının, o ayıracın, mizanın avam ve fukara halk değil, efendiler, ağalar-paşalar
adına oluşturulduğunu görmek gerekiyor. Bugün “fırtına obüsleri” ile yapılan,
bu boğma işlemi.
Solun ordu içerisinde esecek ilerici, devrimci
meltemlere iman etmemesi gerekiyor. O meltemlerin geçmişte kısmen para akışı
kesildiği için estiği biliniyor. Fırtına obüslerinin olduğu yerde ilericilikten
ve devrimcilikten söz etmek, müsellim olma, kale içinde bir yer kapma arzusunu
yansıtıyor. Sonuçta bu arzu, “Bizi CHP-HDP ittifakı kurtarır” sözünde somutluk
kazanıyor. Bugün kale duvarlarını tahkim edenlere değil, o duvarları geçmişte
dövmeyi bilmiş Celalîlere güvenmek gerekiyor.
Eren Balkır
16 Şubat 2016
Dipnotlar:
[1] “Kapasiteleri Yok”, 16 Şubat 2016, İntizar.
[2] “Deniz Baykal’dan Açıklama”, 16 Şubat 2016, Cumhuriyet.
[3] “Böke’den yanıt”, 10 Şubat 2016, Diken.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder